Felsefe neden Yunanlılarla birlikte ortaya çıktı?

Felsefe nedir? Neden Yunanlılar tarafından icat edilmiştir? Felsefede Yunanlılara özgü olan nedir? Gilles Deleuze’ün Michel Foucault üzerine verdiği derslerin üçüncü cildi olan “Özneleşme”, editörlerimizden M. Çağlar Atmaca’nın çevirisiyle, önümüzdeki hafta Otonom Yayınları etiketiyle raflardaki yerini alacak. Kitaptan aldığımız bu metin, Deleuze’ün, bir öğrencisinin işte bu sorularına verdiği yanıttan tadımlık bir kesit.

Devamını Oku »

Dosya çağrısı: “Kapitalizm ve Krizler”

Hem küresel kapitalist işleyişin ekonomik, politik, jeopolitik, çevresel güncel sorunlarının tahliline katkı sunacak hem de eleştirel politik iktisadın farklı ekollerin metodolojik ve teorik revizyonu geliştirecek katkı ve önerileri içeren makaleleri bu dosyamızda konuk etmeyi umuyoruz.

Siyaset konuşmamak üzerine

Hakikatin esamesinin çoktandır okunmadığı yerde, edilen her sözün “kanaatlerden bir kanaate” dönüştüğü, değişken kanaatlerin bir diktatörlüğü altında yaşıyoruz. “Sözün gücü” denen şeyden artık bahseden yok, daha ziyade bir söz enflasyonu var şimdi. Öyle ki bu gürültü, konuşanın kendi sesini dahi işitmesine imkân vermiyor. Ulus Baker’in yerinde ifadesiyle bir “gevezelikler toplumu” bu. Peki, bunca kuru gürültünün arasında, sessizliğin bir değeri olabilir mi? Mustafa Çağlar Atmaca, bu kısa yazısında, Ulus Baker’den Hikmet Kıvılcımlı’ya, Gramsci’den Marx’a metinlerarası bir gezintiyle, sahici bir ses işitmek, konuşmaya da değerini geri kazandırmak için bir “suskunluk siyaseti” öneriyor.

AKP’nin emek rejimi, otoriterleşme ve Türkiye’nin zombi neoliberalizmi

Türkiye’de neoliberal kalkınma modeli 2010’larda bir zombiye dönüştü. Sermaye ve servet birikimi süreçlerini demokratik talep ve kısıtlardan izole etme uğraşı ile mevcut emek rejimi Türkiye’de neoliberalizmi hâlâ canlı tutuyor. Zombinin ölü kısmı ise bir zamanlar emekçi sınıflara verilmiş olan refah ve sınıf atlama vaadi. Bu vaatlerin boşluğu, özellikle pandemi koşullarında artan şekilde görünür hale gelirken, bu durum hem mevcut kalkınma modelini hem de otoriter rejimi zayıflatmaya devam ediyor.

Horgörü öğünü

Geçtiğimiz günlerde Twitter gündemini abes bir tartışma işgal etti: “Eve temizliğe gelen gündelikçiye yemek verilmeli mi?” Abesliği bir yana bırakılırsa, memleketin sınıfsal-kültürel yarıklarına güçlü bir ışık tutuyordu bu tartışma: gündelikçi ile işvereni “özgürce” girdikleri düşünülen bir pazarlıkta eşitleyerek “aralarındaki sözleşme neyse o” diyenler bir yanda, açıkça “verilmez” diyenler ile “performansına bağlı” diyenler öbür yanda… Bu neoliberal cüretkârlığın ve dobralığın yanında bir tutum daha vardı ki o, belki de daha örtük ve sinsi bir “aşağılama” ile “yemek verilmeli” diyenlerin diline sirayet ediyordu. Mehmet Mutlu bu yazıda, yoksulun maruz kaldığı, iyilik ve cömertlik tınısıyla dillendirilen işte bu şiddet söylemine işaret ediyor.

Yokluğuyla oradaydı! Türkiye’de neoliberalizm, işçi sınıfı ve siyaset

Neoliberal dönemde sınıf bilincinin gelişimine dair handikapları aşma becerisi, 2021 yılının sonu itibariyle yükselişe geçen işçi eylemlerinin ne derece anlamlı siyasal sonuçlar üretebileceğinin de ölçütü olacak. İşçi sınıfı tekrar güneşin altındaki yerini alırken sosyalizme dair hafızayı da tazelemek, sosyalizmi emekçi sınıfların kurtuluş paradigması olarak yeniden canlandırmanın yollarını aramak, bu mücadelelere katkı sunmak için iyi bir seçenek gibi görünüyor.

Ekonomi-politik ayrımında neyi seçeceğini seçme sanatı olarak toplumsal mücadele: Politik seçimler üzerine bazı notlar

Sağın karşısında kazanılan anti-neoliberal zafer ve mevcut tarihsel sınırlılıklar arasındaki gerilimde, o tarihsel sorudan kaçış yok: Seçimler ile mevcut düzeni değiştirmek mümkün mü?
Emekçilerin iktidar bloku içerisinde kurucu bir unsur olmadığı günümüz dinamikleri göz önüne alındığında bu yazının kaleme alınmasına sebep olan temel motivasyon, modern ‘burjuva’ devleti, oluştuğu tarihsel zemin olan Fransız Devrimi’nden koparıp burjuvaziye mâl etmenin, burjuva ideolojisinin emekçiler aleyhine en büyük tarihsel kazanımlarından biri olduğunun düşünülmesidir.

Hiper-politikadan tekrar post-politikaya

Anton Jäger’in yakın zamanda ortaya attığı “hiper-politika” kavramına bir eleştiri sunma amacı güden ve hiper-politikaya karşı “post-politika” kavramında ısrar eden Özgür Umut Baz’ın bu yazısı, kavrama dair birtakım tarihsel ve teorik mülahazalar yaparak kapsayıcı bir tanım ortaya koymaya çalışıyor ve Jäger’e yönelttiği eleştirilerle post-politikanın “sona ermek” bir yana, çok daha kalıcı bir durum olduğunu iddia ediyor.

Marksizm ve özgürleştirici siyaset

Bugüne ilişkin bir soruya, tanık olduğumuz ayaklanmaların umulan dönüştürücü kudrete sahip olamamalarının doğurduğu hayal kırıklığına yanıt verebilmek için geçmişe doğru bir adım atan Asad Haider, yirminci yüzyıla uzanarak özgürleştirici siyaset bağlamında başarı ve başarısızlığın ne anlama geldiğini tartışıyor. Marksizmin bu yüzyıldaki krizinden günümüze sıçrayan düşünür, geçmişin prosedürlerinin değil, içerdiği yaratıcı keşfin tekrar edilmesine ihtiyaç olduğunu vurgulayarak özgürleştirici siyasetin halkın kudretine dair verilecek bir kararla başladığını söylüyor. Duncan Stuart’ın sorularını yanıtlayan Haider’in “Marksizm ve Özgürleşme” başlığıyla yayımlanan söyleşisinin ilk bölümü.

Felsefe neden Yunanlılarla birlikte ortaya çıktı?

Felsefe nedir? Neden Yunanlılar tarafından icat edilmiştir? Felsefede Yunanlılara özgü olan nedir? Gilles Deleuze’ün Michel Foucault üzerine verdiği derslerin üçüncü cildi olan “Özneleşme”, editörlerimizden M. Çağlar Atmaca’nın çevirisiyle, önümüzdeki hafta Otonom Yayınları etiketiyle raflardaki yerini alacak. Kitaptan aldığımız bu metin, Deleuze’ün, bir öğrencisinin işte bu sorularına verdiği yanıttan tadımlık bir kesit.

İsyanın zamanı

Furio Jesi’nin 1960’ların sonlarında kaleme aldığı ve kendisi hayattayken yayımlanmayan “Spartaküs” başlıklı eserinden bir bölüm olan bu yazı, Jesi’nin 1968’de gittiği Paris’te ve daha sonra İtalya’da parçası olduğu toplumsal hareketlere olan sadakatinin izlerini taşır. İsyanın “tarihsel zamanı askıya aldığını”, devrimin ise “bütünüyle ve iradi bir biçimde tarihsel zamanın içine gömüldüğünü” öne sürerek isyan ile devrim arasındaki ayrım üzerine düşünen Jesi, yirminci yüzyılın belki de en önemli “yenilgiye uğramış” devrimlerinden biri olan Spartakist ayaklanmanın doğuşunu ve gelişimini inceleyerek ortaya koyar bu ayrımı. 1968’in elli beşinci, Gezi’nin onuncu yıl dönümünde Jesi’nin bu metni, çeşitli şekillerde yenilmiş, başarısız olmuş yahut devam eden isyanlar üzerine düşünmek için önemini hâlâ koruyan bir çerçeve sunuyor.

Bir yoksulluktan diğerine kapitalizm ve Türkiye

Yoksulluğu toplumun dışında, marjinal bir olgu olarak ele alan ana akım sosyal bilimler literatürünün önemli bir bölümü onu bireyin kendi tercihlerinin bir sonucuna indirger. Ahmet Haşim Köse ve Serdal Bahçe ile yaptığımız bu söyleşi, yoksulluğu konuşmak için öncelikle “nasıl bir toplumda yaşadığımızı” sormak gerektiğine yapılan vurguyla, yoksulluğun kapitalist bir toplumdaki kendine özgü biçimlerine dikkat çekiyor. Köse ve Bahçe, yoksulluğu kendi başına bir olgu, yoksullaşmayı ise bireysel tercihlerin bir sonucu olarak ele almak yerine onun, tarihsel olarak işçileşmenin ayrılmaz bir dışa vurumu olduğuna işaret ediyor.