Irkçılığın yayılması için yedi talimat

Jacques Rancière, ironik bir üslupla ırkçılığın yayılması için belirli ‘talimatlar’ verdiği bu metninde bir ideoloji olarak ırkçılığın nasıl işlediğinin, siyasetin kurumsal veçhelerinden gündelik hayata nasıl sirayet ettiğinin ve toplumsal nazar’ı belirli nesnelere yönlendirerek nasıl kurucu bir hakikat çerçevesine dönüştüğünün ipuçlarını veriyor. 1997 yılında yayımlanan, ırkçılığın ve aşırı sağın siyasal sahneyi yeniden kuşattığı bugünün dünyasında aradan geçen yirmi beş yıla rağmen güncelliğini koruyan bu metin, önemli bir ikaz mahiyeti taşıyor.

Marx’ın “Tehlikeli Sınıfları”

Andy Merrifeld bu yazısında, Marx’ın lümpen proletarya kavramını odağına alarak, ama ona Frantz Fanon ve Bakunin üzerinden eleştiri de getirerek, “tehlikeli sınıflar” etrafında örülebilecek bir siyasallığın imkânlarını tartışıyor. Spinoza’nın dediği gibi, “avam korkmazsa korkutucu olur”; Merrifield da, Kara Panterler’den Balzac romanlarının lümpen karakterlerine, Amerikan gettolarından Paris banliyölerine kadar bir dizi örnek üzerinden, korkulan olmanın, tehlikeli olmanın, işsiz olmanın, boş zamana sahip olmanın, Marx’ın kavrama yüklediği olumsuzluğun aksine, tahripkar bir siyasallığın bileşenleri olabileceğini iddia ediyor.

Yorgunluk Virüsü

Covid-19, toplumsal patolojik fay hatlarını derinleştiriyor, hâlihazırda “tükenmiş” toplumumuzu daha da yıpratıyor ve bizi toplu bir hâlsizliğe sürüklüyor. Bu sebeple, koronavirüsün “yorgunluk virüsü” olarak anılması da gayet yerinde olur. Yakında virüsü alt etmek için yeteri kadar aşımız olacak, lakin depresyon pandemisi için aynı şey geçerli değil.

İşsiz bir dünya?

Büyük ölçüde otomatize edilmiş bir dünyada insanların yeri ne olacak? Kitlesel bir teknolojik işsizlik mi kapıda? “Automation and the Future of Work” kitabı geçtiğimiz yılın sonunda Verso’dan yayımlanan Aaron Benanav, bu sorular etrafında işin ve çalışmanın geleceğini tartışıyor.

Slavoj Žižek: “Biden yalnızca Trump’ın daha insancıl gözüken bir versiyonu”

Temel antagonizma kurulu düzen ile Sol arasındadır. Bunun en açık şekilde ortaya çıktığı yer son başkanlık münazarası. Trump münazarada Biden’ı “Ücretsiz Sağlık Sigortası”nı savunmak ve “Sanders’la aynı fikirde” olmakla itham etti. Biden’ın cevabı ise “Ben Bernie’yi yenerek geldim.” oldu. Bu cevabın mesajı açık: Biden yalnızca Trump’ın daha insancıl gözüken bir versiyonu, birbirlerine muhalif olsalar da düşmanları bir.

Akademik emeğin yabancılaşması ve kitlesel akliyatın imkânları üzerine

Yabancılaşmış emeğin üstesinden gelme çabasında praksis, özgün bir eleştiri ortaya koyabilmek için umutsuzluk ile barışmayı, ve sonrasında da bu umutsuzluğun öğretilmesini gerektirir. Öyleyse ana ilke, bu gibi bir eleştiriyi işçiler ile kemer sıkma politikalarının tesir ettiği öteki kesimlerin birlikte kuracağı bir dayanışma üzerine düşünmek için kullanmak olmalıdır.

Covid-19’dan sonra bizi ne bekliyor?

2008 krizinin ardından hegemonya bunalımı yaşayan neoliberalizmin yıllar süren özelleştirme ve kemer sıkma politikaları sonucunda işlevsiz hale getirdiği “kamusallığı” tartıştığı bu yazısında Chantal Mouffe, mevzubahis krizi Covid-19 bağlamında ele alıyor ve sağ’a kaptırılmaması gereken bir imkân olarak değerlendirilmesi gerektiğini iddia ediyor.

Savaş ve Pandemi

Deneyimli gazeteci Patrick Cockburn, kendi “salgın” ve “savaş gazeteciliği” deneyimlerinden hareketle günümüzün koronavirüs salgınını ve onun yarattığı “pandemi gazeteciliğini” ele alıyor. “Gazetecilik yaptığım savaşların hiçbiri kesin olarak bitmiş değil. Fakat bunların unutulmasının asıl sebebi, artık haber bültenlerinde yer almıyor olmaları.” diyen Cockburn’e göre, başarılı bir aşı bulunamazsa, benzer bir durumun Covid-19 için yaşanması işten bile değil.

Romi Crawford: “Nefes Alamıyorum”

COVID-19’un ve George Floyd vakasının aynı sürekliliğin içerisinde tezahür ettiğini kabul etmek artık bir zorunluluk haline gelmiş durumda. Neden mi? Çünkü ikisi de ABD’deki ırki ve sınıfsal ayrımı açık bir şekilde gözler önüne sermekte.

Achille Mbembe: “Nefes alma hakkı”

Şüphesiz, gökyüzüne kara bulutlar çöküyor. Yeryüzünün kısa süreliğine de olsa rahat bir nefes aldığı fikri gittikçe yaygınlaşırken adaletsizlik ve eşitsizlik tarafından boğazlanan insanlığın büyük bir kısmı boğulma tehdidi altında.