Siyaset konuşmamak üzerine

Hakikatin esamesinin çoktandır okunmadığı yerde, edilen her sözün “kanaatlerden bir kanaate” dönüştüğü, değişken kanaatlerin bir diktatörlüğü altında yaşıyoruz. “Sözün gücü” denen şeyden artık bahseden yok, daha ziyade bir söz enflasyonu var şimdi. Öyle ki bu gürültü, konuşanın kendi sesini dahi işitmesine imkân vermiyor. Ulus Baker’in yerinde ifadesiyle bir “gevezelikler toplumu” bu. Peki, bunca kuru gürültünün arasında, sessizliğin bir değeri olabilir mi? Mustafa Çağlar Atmaca, bu kısa yazısında, Ulus Baker’den Hikmet Kıvılcımlı’ya, Gramsci’den Marx’a metinlerarası bir gezintiyle, sahici bir ses işitmek, konuşmaya da değerini geri kazandırmak için bir “suskunluk siyaseti” öneriyor.

Güzel Ruhlar ve “Zavallı”lar

Öyle görünüyor ki Yunan yeni dalgasının “tuhaflığı” gerçeklik ile hayaller, arzular, beklentiler, irademiz ve bizi bağlayan koşullar, umutlarımız ve korkularımız, şimdi ve gelecek arasındaki eşzamansızlıktan, şimdinin sabitlikten olabildiğince koptuğu bir düzlemde (gündelik, toplumsal, bireysel) yaşamın öngörülemezliği karşısında yaşanan bir disoryantasyondan türüyor: sona ermekte olan eski ile henüz baş göstermeyen yeninin yarattığı belirsizlikten doğan hilkat garibeleri…

Yaşamın dördüncü boyutu

Duygulanımsal ekonomi kavramı üzerinden baktığımızda günümüzde ne tür bir toplum ve onun ürettiği ne tür duygularla karşı karşıyayız? Mevcut ekonomik üretim ilişkilerinin yarattığı “güvencesiz öznellik”, günümüz faşizminin temel bir bileşeni olabilir mi? “Duygulanımsal bir Ekonomi için Notlar” yazı dizisinin beşinci ve son bölümünde Mustafa Çağlar Atmaca, bugünün duygulanımsal kompozisyonunu karakterize eden şeylerden birisinin bir tür “güç eksikliği” olduğunu öne sürüyor.

Duyguların ekonomi politiği

“Duygulanımsal bir Ekonomi için Notlar” yazı dizisinin üçüncü bölümünde Mustafa Çağlar Atmaca, kapitalist üretim ilişkilerinin kendini yeniden üretmesini sağlayan mekanizmaların izini, Marx ve Spinoza’nın açtığı ortak patikadan sürmeyi öneriyor. Bizi çalışmaya, emeğimizi satmaya, kapitalist üretim ilişkilerini sürdürmeye iten kapitalist zorun kendisini nasıl normalleştirdiğini; zorunda bırakıldığımız bir yaşamı benimsemeyi nasıl öğrendiğimizi, onu “tutkuyla” nasıl arzulayabildiğimizi Marx’a dayanan bir zaman ekonomisi üzerinden tartışmayı sürdürüyor.

Yeni silahlar arayışında olmak

Çoğu zaman birbirinin aksi duygular olarak kavradığımız korku ve umut, aslında tam da birbirini besleyen iki duygu olabilir mi? İktidarların, tebaalarını yönetilebilir kılmasında bu iki duygunun nasıl bir rolü vardır? Spinoza’nın, bir insanlık hâli diye sunduğu “ruhsal dalgalanma” (fluctuatio animi), duygusal belirsizlik penceresinden baktığımızda, korkunun güdümündeki bir umut bizi nereye götürür? Korku ile umut arasındaki bu duygusal salınımı aşmamızı sağlayacak yeni silahlar arayışında, Mustafa Çağlar Atmaca’dan “Duygulanımsal bir Ekonomi için Notlar” yazı dizisinin ikinci bölümü…

Spinoza’nın duygular öğretisi

Duyguları neden dikkate almalıyız? XVII. yüzyıldan bir filozof, güncel siyasal yaşantımızı anlamak için bize nasıl bir fayda sağlayabilir? Bir ekonomi, mal ve hizmetlerin yanı sıra duygularımızı ve arzularımızı da üretiyor olabilir mi? Mustafa Çağlar Atmaca’dan “Duygulanımsal bir Ekonomi için Notlar” yazı dizisinin ilk bölümü…

Siyasi düşünce tarihinin süzgecinden ‘iptal kültürü’

Verso yayınlarından çıkan Mistaken Identity adlı kitabın yazarı Asad Haider, “iptal kültürü” terimini ifade özgürlüğü tartışmalarının tarihselliği içerisinden okumayı teklif ettiği bu yazısında tartışmaların beslendiği maddi olayları özetleyip; ortaya çıkan kutupların sınırlarını netleştiriyor.