Bazı “ayrıcalıklı” insanlar için yeni yeni “görünür olan”, bir “farkındalık” meselesinin konusu olan yoksulluk olgusu dünyanın çoğunluğu için görünürlük ve farkındalığın ötesinde yoksunlukla malûl bir “yaşam deneyimi”nin ta kendisi –hem de yüzyıllardır! “Madun konuşabilir mi?” Bu ikircikli soruya kesin bir yanıt aramayı
Yoksulluğu toplumun dışında, marjinal bir olgu olarak ele alan ana akım sosyal bilimler literatürünün önemli bir bölümü onu bireyin kendi tercihlerinin bir sonucuna indirger. Ahmet Haşim Köse ve Serdal Bahçe ile yaptığımız bu söyleşi, yoksulluğu konuşmak için öncelikle “nasıl bir toplumda yaşadığımızı”
Büyük beklentiler yaratan ve “artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına” dair heyecan uyandıran bir isyan, hangi nedenlerle öncesinden de kötü bir noktada sona erdi? Bu sorudan hareketle Ulaş Taştekin, Arap coğrafyasındaki halk ayaklanmalarının Mısır ayağına odaklanarak tartışmaya ilişkin gözlemlerini paylaşıyor.
Arjantin ve Türkiye’nin iki çevre ülke olarak küresel piyasalara eklemlenme biçimlerinin ortaklaşmasının yanında taşıdıkları özgüllükleri de vurgulayan Kübra Altaytaş'ın bu yazısı, neoliberal finansallaşma süreçlerinin bu iki ülkede neden olduğu borçlandırma dinamiğinin farklılaşan sonuçlarına odaklanıyor.
Pınar Kahya, Hindistan siyasetinde yoksulların sesinin neden duyulmadığını, neredeyse göz göre göre binlerce insanın pandemi koşullarında ölüme nasıl terk edildiğini, Modi’nin psikolojisinden, meditasyon ve inançlardan ziyade tam da maddi koşullar zemininde tartışıyor.
Dönemin sol kültürünün farklı fraksiyonlara ait süreli yayınlarını, dernek tüzüklerini, kongre konuşmalarını tarayan Candaş Ayan, “1960’ların sonlarında Türkiye solu yoksulluğu nasıl tanımlıyordu ve yoksullukla mücadele pratikleri nelerdi?” sorusunun yanıtının izini sürüyor. Yazı, 60’lar sol siyasetinin bu can alıcı sorunu nasıl kavradığını ortaya
Pandemi sürecinde unutulanları, açlıkla salgın arasında yaşam mücadelesi vermeye mecbur bırakılanları hatırlamak ve hatırlatmak, toplumun en temel sorunlarının başında gelen yoksulluğu gündeme getirmek bugün her zamankinden daha önemli. Biz de pandemi sürecinde böyle bir mücadelenin sahadaki en aktif unsurlarından biri olan Derin
Ardahan Özkan Gedikli, neoliberal politikaların kent mekânında yarattığı mekânsal tahribatla kol kola giden kent yoksullarının sosyo-mekânsal damgalanması ve kriminalize edilmesi süreçlerini, Ankara’nın “meşhur” Çinçin semti üzerinden gösteriyor.
Romantik bir bakışın nesnesindeki yoksullar, daima dışarılarda bir yerlerde bizi bekleyen, bir öteki olarak hep karşılaştığımız, uzaktan izleyip baktığımız, ilgimize mazhar olurlarsa imajlarını kaydettiğimiz bir “başka dünyadanlık” taşırlar. Kriminalize edici söylemin aksine, oralarda bizim kendimizin bulamadığı sahici ilişkiler, iyi niyetler, güzellikler görür
Andy Merrifeld bu yazısında, Marx’ın lümpen proletarya kavramını odağına alarak, ama ona Frantz Fanon ve Bakunin üzerinden eleştiri de getirerek, “tehlikeli sınıflar” etrafında örülebilecek bir siyasallığın imkânlarını tartışıyor. Spinoza’nın dediği gibi, “avam korkmazsa korkutucu olur”; Merrifield da, Kara Panterler’den Balzac romanlarının lümpen
'Neoliberalizm özel dizisi', Susanne Soederberg'in konuk olduğu 'refah' tartışması ile sürüyor. Urban Displacements başlıklı kitabı yakın zaman önce yayımlanan Soederberg ile konut sorununun siyasal iktisadından borçlanmanın jeopolitikasına uzanan bir dizi başlıkta neoliberalizmi konuştuk.
Bu dosyada, yoksulluk olgusunun geçmişten taşıdığı unsurların ve bugünün özgüllüğünde edindiği yeni biçimlerinin yarattığı güncel yoksulluk kompozisyonunu tartışmaya açmak istiyoruz.
Yoksulluk ile özdeş hale gelen bu (salgın) hastalıklar ile mücadele ise ancak bu hastalıklar kapitalizmin kendisini de hasta etmeye başladığı anda gündeme gelir.