/

Platformlaşma ve Türkiye kapitalizmi: Bir eşitsiz gelişim öyküsü

Sermaye birikim süreçlerindeki konumları, pazar hâkimiyetleri, devlet nezdinde elde ettikleri güç ve emek piyasasında yarattıkları dönüşümlerle dijital platformlar kapitalizmi (ve hayatlarımızı) baştan aşağı dönüştürüyor. Platformların etkisiyle üretim süreçlerinden ticaret ağlarına birçok alanda yaşanan dramatik değişimlerin günümüz toplumları üzerindeki çok boyutlu sonuçlarını tartıştığı bu yazıda Melih Yeşilbağ, ABD ve Çin gibi teknoloji devi olarak bilinen coğrafyaların sınırları dışına yayılan bu dönüşümü, Türkiye örneğinde ele alıyor.

Dijital platformların ortaya çıkışı ve olağanüstü bir hızla yükselişi günümüzün en dikkat çeken olguları arasında.[1] Yüzyılın başında maceracı girişimcilerin âkıbeti belirsiz startup firmaları konumunda olan dijital platformlar, bugün küresel ekonominin en güçlü aktörleri arasında yer alıyor. Bu platformlar basitçe teknoloji sektöründe faaliyet yürüten şirketler olmayıp çok sayıda iktisadi sektörü bir araya getirme becerileriyle küresel değer zincirlerinin en tepesine yerleşerek dünya ekonomisinde kilit bir konum elde ettiler. Platformlar; üretim süreçleri, ticaret ağları ve çalışma ilişkilerinin yanı sıra siyaset, yönetişim, medya gibi alanlarda da dramatik dönüşümlere yol açtılar. Söz konusu dönüşümler, “platform çalışmaları” adı altında yeni ve yaratıcı bir araştırma gündemi ortaya çıkardı. Sosyal bilimlerin farklı disiplinlerinden ve teorik güzergâhlarından beslenen bu araştırma gündemi kapsamında platformlaşma sürecinin yarattığı niteliksel dönüşümlere işaret etmek üzere “platform toplumu”,[2] “platform kapitalizmi”[3] gibi yeni adlandırmalar önerildi. Bu girişimler, platformlaşma sürecinin belirleyenleri, kapsamı ve düzeyi ile çeşitli alanlardaki etkilerine dair önemli tartışma başlıkları açmış durumda. Bu açıdan, platform çalışmaları dijitalleşmenin günümüz toplumları açısından çok boyutlu sonuçlarını ele alan oldukça verimli bir güzergâhı temsil ediyor. Bu kapsamda, platformların hızlı yükselişinin nedenleri, günümüz kapitalizmindeki konumları, oluşturdukları spesifik iş modelleri ile platformlaşmanın yarattığı sosyo-politik sonuçlar üzerine önemli tartışmalar sürüyor.

Günümüz Kapitalizminde Dijital Platformlar

Birkaç temel veriyle başlayalım. S&P İndeksine göre, 2019 itibariyle dünyadaki en büyük beş şirket platform şirketleridir.[4] Bu şirketlerin toplam piyasa değeri, bütün listenin kabaca dörtte birine tekabül eder.[5] Bazı yorumcular, popüler yazında “büyük teknoloji şirketleri” (big-tech) adı verilen bu şirketlerin dramatik yükselişini 19. yüzyılın son çeyreğine damga vuran “yaldızlı çağ”a  (the gilded age) benzetiyor.[6] Bu dönemde, ABD’de bir avuç büyük sermayedar, özellikle demiryolları yatırımları ve hisse senetleri piyasası sayesinde olağanüstü bir büyüme ivmesi yakalayarak tekel konumu kazanmışlardı. Bu tekelci birikimin; bölüşüm dengelerinin bozulması, siyasal istikrarsızlık, emperyalist rekabetin kızışması gibi önemli sosyo-politik sonuçları oldu. Öyle ki, bu dönemin muazzam büyüklükte servet biriktiren Rockefeller, Carnegie gibi sembol sermayedarları popüler dilde “hırsız baronlar” olarak adlandırıldı. Özellikle pandemiyle birlikte servetlerini olağanüstü bir ivmeyle büyüten Jeff Bezos, Mark Zuckerberg gibi platform sermayedarları da bugün benzer şekilde “büyük teknoloji baronları” olarak nitelendiriliyorlar. Büyük teknoloji şirketlerinin ana coğrafyası ABD olmakla birlikte Badiou, Alibaba ve Tencent gibi dev platform şirketleriyle Çin de ikinci yoğunlaşma noktası olarak öne çıkıyor. Bu şirketler de ABD’deki muadillerine benzer bir hızlı yükseliş ve genişleme çizgisi izliyorlar.

Öte yandan dijital platformların bugünkü konumu, yalnızca yakın tarih değil kapitalizmin tüm tarihi dikkate alındığında da ayrıksı gözüküyor.[7] Önceki dönemlerde de belirli bir sektörde büyük ölçekli firmaların ortaya çıkması ve dünya ölçeğinde hâkimiyet kurması gibi olgular elbette gözlemlenmişti. Söz gelimi, yaldızlı çağın büyük demiryolu şirketleri, 20. yy’ın ilk yarısında büyük petrol şirketleri, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde büyük otomobil şirketleri küresel ölçekte kapitalist birikim sürecinin itici ve belirleyici güçleri oldu. Ne var ki bunların hiçbirinde, tek bir sektör en büyük şirketler listesinde ilk beş sırayı işgal edebilecek düzeyde ezici bir ağırlık kazanamadı. Dolayısıyla platformların olağanüstü bir hızla yükselişleri açıklanmaya muhtaç.

Dijital platformların dünya ekonomisine hükmedici konumlarını nasıl ve hangi mekanizmalar sayesinde kazandıklarına açıklık getirme amacındaki yazında, anaakım ve eleştirel yaklaşımlar birbiriyle zıt iki farklı kuramsal güzergâhı temsil ediyor. Kabaca ifade etmek gerekirse, neoklasik iktisat kuramının etkisindeki anaakım hat, platformların yükselişini teknolojik devrimlerin otonom dinamikleriyle açıklama eğiliminde.[8] Buna göre, internet teknolojilerinde yaşanan devrim niteliğindeki yenilikler yeni ürünlerin ve bu ürünlerin satıldığı yeni piyasaların doğmasını sağlamıştı. Platformlar “kullanıcıları birbirine bağlayarak”, “bilgi asimetrisini gidererek” ve “işlem maliyetlerini azaltarak”, “dünyayı daha iyi bir yer haline getiriyorlar”  ve onların mümkün kıldığı paylaşım ekonomisi, âtıl kaynakları ekonomiye kazandırdığı ve emek katılımını teşvik ettiği ölçüde demokrasinin de güçlenmesi için uygun bir zemin sağlıyordu.[9]

Bu yaklaşım, bir bakıma, ABD’deki Silikon Vadisi’nde kümelenmiş teknoloji girişimcilerinin dünya görüşünü ifade eden “teknoliberter” ideolojiyle uyum içerisinde. En dolayımsız ifadesini Tesla CEO’su Elon Musk’ın kamuoyuyla paylaştığı fikirlerde bulan bu teknoliberter ideoloji, aslen kuralsız serbest piyasa sisteminin erdemlerine vurgu yapan ve günümüz dünyasının temel problemlerine yalnızca teknolojik ilerlemeyle çözüm getirilebileceğini savunan bir neoliberalizm varyantı olarak nitelendirilebilir. Teknoliberter yaklaşım, platformların yükselişini teknolojinin otonom dinamikleriyle açıklarken, söz konusu teknolojik yeniliklerin ne tür bir iktisadi, siyasal ve toplumsal arka planda ve hangi ihtiyaçlara cevaben ortaya çıktığını hesaba katmaz. Bu açıdan, söz konusu yaklaşım, eleştirel ekonomi politik geleneğinden ve bilim teknoloji ve toplum çalışmaları disiplininin kuramsal çerçevesinden habersiz görünür. Bir başka deyişle, teknolojik gelişmeleri verili bir tarihsel anda, belirli kurumsal sınırlamalar içerisinde hareket eden gerçek aktörlerin gerçek ihtiyaçlara yanıt üretmek için geliştirdikleri eylemlerin bir sonucu olarak görmek yerine, yalnızca teknolojinin otonom dinamiklerinin bulunduğu bir analitik vakum içerisinde değerlendirir. Dahası, platformların sağladığı nimetleri fetişleştiren bu yaklaşım, platformların yükselişinin ve giderek daha güçlü aktörler haline gelmelerinin yarattığı sorunlu alanlarla ilgilenmez. Özetle, neoklasik iktisat temelli anaakım yaklaşımın gerek açıklayıcılık gerekse de eleştirellik kıstasları açısından tatmin edici bir çerçeve sunduğunu söylemek mümkün değil.

Platform kapitalizmine dair eleştirel hat, anaakımın bıraktığı boşlukları bütünsel bir çerçeveyle ele almayı amaç edinir. Bu minvalde, platform kapitalizminin ve onu mümkün kılan teknolojik gelişmelerin içine doğduğu tarihsel arka plana dair analitik bir zemin sunarak bir dizi önemli değişken tarif eder. Bu kapsamda öne çıkan birkaç temel noktadan bahsedilebilir. Birincisi, fikrî mülkiyet hakları meselesidir. Bu mesele etrafında gelişen yazın, günümüz fikrî mülkiyet hakları rejiminin, dijital rantiyelerin oluşumunda ve konsolide olmasında çok kritik bir rol oynadığını saptar. Bu minvalde, Durand ve Milberg, dijital şirketlerin fikrî mülkiyet üzerinde gelişen patent, telif hakkı gibi “maddi olmayan varlıklar” (intangible assets) sayesinde bir tür “fikrî tekelleşme” eğilimi geliştirdiklerini ifade eder.[10] Buna göre, dijital devlerin ortaya çıkışı ve yükselişi 1980’lerden itibaren yaygınlaşan sıkı fikrî mülkiyet rejimleriyle doğrudan ilişkilidir. Dijital platformların patent sözleşmeleri sayesinde sağladıkları lisanslı ürünlere fahiş fiyatlar biçebilmeleri, küresel değer zincirlerinden aslan payını almaları ve böylelikle tekelci konuma erişebilmeleri, bu sıkı rejimler sayesinde mümkündür. Bu nedenle büyük teknoloji şirketleri, hem borsada işlem gören şirketlerin ortanca değerinden hem de ilaç sektörü gibi diğer patent yoğun sektörlerden belirgin bir şekilde ayrışır. Platform sektöründe giderek yoğunlaşan birleşme ve satın alma (mergers and acquisitions) faaliyetlerinin arkasındaki temel güdülerden birisi de söz konusu maddi olmayan varlıkları ele geçirme güdüsüdür. Zira, gelecek vaat eden bir startup’ı satın alan büyük şirket, yalnızca bir rakibini oyun dışı bırakmakla kalmaz, aynı zamanda söz konusu rakibin elinde tuttuğu patent ve benzeri fikrî mülkiyet haklarını da elde etmiş olur.[11]

Dijital platformların yükselişiyle ilgili bir diğer önemli nokta, bu yükselişte finans dünyasının oynadığı roldür. Bu kritik bir nokta, zira platform şirketleri faaliyete başladıkları startup evresinde tipik olarak kâr etmedikleri gibi hayatta kalmaları da sahip oldukları “parlak fikre” fon sağlayabilecek yatırımcılara bağlıdır. Bu evrede genellikle girişim sermayesi fonu (venture capital fund) olarak bilinen finansal kuruluşlardan destek alan platformlar, 2000’lerde halka arz yoluyla sermaye piyasalarına geçiş yapmıştır. Finansal kuruluşların platformlara sağladıkları desteğin düzeyi, yalnızca şirketin sahip olduğu fikrin parlaklığıyla değil, küresel ekonominin gidişatıyla ve geleneksel sektörlerdeki kârlılık beklentileriyle de doğrudan ilişkilidir. Bu açıdan, büyük teknoloji şirketlerinin sıçrama dönemlerindeki küresel makroekonomik şartlara dikkat çekmek gerekir. Bu bağlamda, Srnicek platform kapitalizminin yükselişinin, 2008’deki finansal çöküşün ardından benimsenen düşük faiz ve parasal genişleme politikalarının yarattığı likidite bolluğu dikkate alınmadan anlaşılamayacağını savunur.[12] Benzer şekilde, Blakeley de  büyük teknoloji şirketlerinin ilk atılım döneminin ABD’deki dotcom krizi sonrasına, ikinci atılım dönemininse 2008 krizi sonrasına denk geldiğinin altını çizerek her iki dönemin de yüksek risk iştahı ve yüksek kârlılık arayışıyla tanımlı yatırımcıların teknoloji sektörüne ucuz kredi musluklarını sonuna kadar açmalarıyla nitelendirilebileceğini söyler.[13] Dolayısıyla platform şirketlerinin yükselişinin küresel ölçekte sermaye birikim sürecinin krize girdiği momentlere denk düşmesi tesadüf değildir. Burada, David Harvey’nin neoliberal dönemde gayrimenkulün ve yapılı çevre üretiminin önem kazanmasını kapitalist kriz dinamiklerine mekânsal çözüm (spatial fix) çerçevesiyle açıklamasına benzer şekilde,[14] bir tür tekno-çözümden söz etmek mümkün gözüküyor.[15] Büyük teknoloji şirketlerine finansallaşma göstergeleri açısından bakan çalışmalar, bu durumu ampirik olarak da gösterdiler. Buna göre, söz konusu şirketler, finansal varlıkların toplam varlıklara oranı, finansal kârların toplam kâra oranı, piyasa değerinin toplam kâra oranı gibi bir dizi gösterge açısından genel ortalamadan belirgin bir şekilde ayrışmaktadır.[16] Açıkça görüldüğü üzere platformların yükselişinde sermaye birikim sürecinin kriz dinamiklerinin ve finansın rolünü görmezden gelmek mümkün değil.

Dijital platformların yükseliş dinamiklerini açıklamayı amaçlayan yazının bir başka önemli tartışması da platformlara özgü yeni iş modelleridir. Aslına bakılırsa en büyük beş dijital platform gerek sundukları ürünler gerekse gelirlerinin kaynakları açısından heterojen bir görünüm arz ederler. Söz gelimi, Amazon temelde çok geniş bir yelpazede alıcıları ve satıcıları buluşturan ve sitesi üzerinden yapılan satışlardan aldığı komisyonla gelir eden bir aracı şirket konumundayken, Google’ın gelirlerini dijital reklamlar ve kullanıcılara ücretsiz olarak sunduğu arama motoru sayesinde elde ettiği büyük verinin üçüncü taraflara satılması oluşturur. Apple aslen bir donanım üreticisiyken, Microsoft bir yazılım üreticisidir. Dolayısıyla, ilk bakışta, ana faaliyet alanları farklı bu şirketlerin paylaştığı tanımlı bir iş modelinden söz etmek güç görünüyor. Daha yakından bakıldığındaysa tüm bu farklılıklara rağmen, dijital platformların evriminde bir tür ortak desen gözlemlemek mümkün.

Bu kapsamda, Srnicek dijital platformların iş modellerinin bazı temel karakteristiklerini tespit eder.[17] İlk olarak, platformlar; bireysel kullanıcılar, alıcılar, satıcılar, servis sağlayıcıları, reklam verenler gibi farklı grupları bir araya getiren “aracılar” (intermediaries) konumundadırlar. İkinci ortak nokta, platformların gelişme stratejilerinin “ağ dışsallıkları”na (network externalities) dayalı olmasıdır. Ağ dışsallığı kavramı, bir ürünün değerinin onu kullananların sayısıyla orantılı bir şekilde artmasını ifade eder. Söz gelimi, bir sosyal medya platformu ne kadar fazla kullanıcıya ulaşırsa, değeri ve çekiciliği o denli artar. Aynı zamanda, dışarıda kalmanın “maliyeti” de yükselir. Dolayısıyla, bir kez kritik bir kullanıcı eşiği geçen bir platform o alanda hızla rakipsiz hale gelebilir. Ağ dışsallıkları, platformun kullanıcı sayısı arttıkça daha fazla veri toplama ve daha gelişmiş büyük veri algoritmaları kullanma fırsatı yaratır. Bu sayede platformun kullanıcılarının profillerine yönelik stratejilerini geliştirmesine ve rakiplerine karşı avantaj sağlamasına olanak tanır. Bu aynı zamanda “veri imperatifi” adı verilen mekanizmayla da ilgilidir. Platformlar, mümkün olan tüm kaynaklardan, sürekli ve mümkün olan her yolla veri toplama güdüsüyle hareket eder. Bu nedenle de platform uygulamaları tipik olarak kullanıcıları sürekli ekran başında tutmaya programlıdır. Bu imperatif o kadar önemlidir ki “veri günümüzün petrolüdür” (data is the new oil) sözü platform sektörüne dair en yaygın ifadelerden birisi haline gelmiştir.

Üçüncü bir nokta olarak, her ne kadar anaakım yaklaşımlar tam tersini iddia ediyor olsa da, platformların aslında nötr aracılar olmadıkları ve farklı kullanıcı gruplarını bir araya getirmelerinin son derece asimetrik güç ilişkilerini ortaya çıkardığı ifade edilebilir. Platformlar, kullanıcılara dayattıkları koşul ve hükümlerle, aslında sahip oldukları bu gücü belirli bir yönde kullanırlar. Platformları kullanmak için gereken kayıt sistemlerinde imzaladığımız antlaşmalar yoluyla oyunun kurallarını belirlemiş olurlar. Söz konusu antlaşmalar tipik olarak şeffaflıktan uzaktır. Yani, sıradan kullanıcılar antlaşmayı imzaladıkları zaman, tam olarak hangi hakları ve kişisel bilgileri platformun emrine sunduklarını bilmezler. Aynı zamanda, platformlar bu antlaşmalarda gerekli gördükleri zaman değişiklikler yapma hakkına da sahiptirler. Özetle, birbirinden farklı ürün ve hizmetler sunsalar da platformlar genellikle ortak bir stilize model üzerinden çalışırlar. Burada not etmek gerekir ki söz konusu model, basitçe platformların nasıl çalıştıklarına dair betimsel bir anlatı olmayıp hem platformların hızlı yükselişinin arka planına ışık tutar hem de bu yükselişin sonuçlarına dair bazı ipuçları sunar.

Bu minvalde öne çıkan tartışmalı başlıklardan bir tanesi de platformların rekabetçiliğidir. Yukarıda, anaakım yaklaşımın dijital platformların hızlı yükselişini bir başarı hikayesi olarak değerlendirdiklerini ifade etmiştim. Buna göre, 2000’ler öncesinde pek az kişinin adını bildiği startupların köklü dev şirketleri geride bırakıp bugün küresel ekonominin zirvesine tırmanış olması kapitalist rekabetçiliğin ve onun yarattığı dinamizmin ideal bir örneğidir. Serbest piyasanın yenilikçiliği, parlak fikirleri ve cesareti ödüllendiren mekanizmaları işler durumdadır ve günümüzün büyük teknoloji firmaları da bu konumlarını ancak yenilikçiliklerini sürdürdükleri takdirde koruyabilir. Aksi takdirde, yerlerini aşağıdan yeni gelen startup’lara bırakmak zorunda kalacaklardır. Ne var ki, bu argümanlar da ampirik gerçeklikle bağdaşmamaktadır. Zira, platform piyasalarının mevcut durumu açık bir tekelleşme örüntüsünü ortaya koymaktadır. Söz gelimi, 2021 yılında ABD’deki e-ticaret gelirlerinin %56,7’si Amazon’a aitken, en yakın takipçisi Walmart’ın payı ise yalnızca %6,2 oranında kalmıştır. 2021 yılı itibariyle Google, arama motoru alanında %86’lık, navigasyon alanında ise %79’luk bir paya sahiptir.[18] ABD’nin dijital reklam piyasasında Google ve Facebook’un toplam payı %97 civarındadır.[19] Son derece yüksek kâr marjlarıyla çalışan ağ ve bulut hizmetleri piyasası ise 2022 itibariyle Amazon (%33), Microsoft (%21) ve Google (%8) olmak üç büyük oyuncunun hâkimiyeti altındadır. Bu dinamiğin kökeninde, yukarıda tartıştığımız platform modeli ve onun ağ dışsallıkları, veri imperatifi gibi mekanizmaları bulunuyor. Bu model, sektöre ilk giren öncü aktörlere piyasalara hâkim olma konusunda olağanüstü bir avantaj sağlıyor. Böyle bir hâkimiyet bir kez elde edildikten sonra, arkadan gelenler tarafından tehdit edilmesi imkansız değilse bile oldukça zordur. Zira, tehdit oluşturabilecek startuplar, bu alana muazzam bütçeler aktarabilen büyük oyuncular tarafından kolaylıkla yutulabilir. Böylelikle, piyasa hâkimiyeti giderek konsolide edilir. Özetle, tekelleşme dinamikleri platform piyasalarının arızi bir sonucu değil; yapısal bir özelliği olarak ortaya çıkar.

Bununla bağlantılı bir diğer tartışma da dijital platformların arasındaki ölçeksel farklılaşma dinamikleridir. Bu bağlamda Van Dicjk vd. platform evrenini “altyapısal platformlar” ve “sektörel platformlar” olarak ikiye ayırır.[20] İlk grup dijital ekonominin çekirdeğini oluşturan büyük teknoloji şirketlerini barındırırken, ikinci grup taşımacılık (Uber), konaklama (Airbnb) ya da eğitim (Coursera) gibi tek bir sektörde faaliyet yürüten ve birinci gruptaki şirketlerin sunduğu altyapıyı kullanan şirketlerden oluşur. Dolayısıyla sektörel platformlar, platform dünyasının “zorunlu geçiş noktaları” haline gelmiş altyapısal platformlara bağımlı konumdalar.

Bir diğer kritik mesele platformların devletle ilişkisidir. Burada birkaç önemli tartışma başlığı bulunmaktadır. Birincisi, platformların yükselişlerinde devletin rolünün ne olduğu ile ilgilidir. Anaakım yaklaşım, şaşırtıcı olmayan bir şekilde ABD’de platformların deregülasyonla tanımlı bir kurumsal arka planda yeşerdiğine dikkat çekerek bireysel girişimcilerin inisiyatifini ve risk iştahını ön plana çıkarır. Hatta, dünyanın ABD’den sonra ikinci büyük platform evrenine ev sahipliği yapan Çin’in sistematik bir devlet stratejisi sayesinde yükselen platform peyzajı ile ABD’nin deregülasyon üzerine kurulu teknoliberter platform peyzajı sıklıkla karşı karşıya getirilir. Ne var ki, ABD’deki durumun yalnızca deregülasyonla ya da devlet müdahalesinin yokluğuyla tanımlanması yeterli olmayacaktır. Zira, yakından bakıldığında, büyük teknoloji şirketleri ile devlet arasında karmaşık bir ilişkiler ağı ortaya çıkar. Bir Pentagon projesi olarak başlayan internetin bir anlamda “özelleştirilerek” ticari kullanıma açık hale gelmesi, platformların ortaya çıkışına giden yolun önemli dönemeçlerindendir. Bhagat ve Phillips’in çalışması, ABD özelinde devlet ile dijital devler arasında başından beri, özellikle neoliberal yönetişim ve güvenlik konularında simbiyotik bir ilişkinin varlığını tespit eder.[21]  Platformlar ve devletler arasındaki ilişkinin güncel bir boyutu da Covid-19 pandemisiyle ortaya çıktı. Pandemi döneminde oluşan yönetim krizi sırasında büyük teknoloji şirketleri, büyük veri becerilerini devletin hizmetine sundular. O kadar ki, devletin en üst kademesinin toplandığı kriz masalarında bazı platform şirketleri de birer sandalye ile temsil edildiler. Platformların kamu idaresinde söz sahibi olmaları, devletleri bu şirketlere bağımlı kılan ve bu şirketlerin elini güçlendiren bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.

Tüm bunların bir sonucu olarak ortaya çıkan bir diğer soru da olağanüstü bir hızla büyüyen ve bir dizi alanda güç biriktiren platform şirketlerinin nasıl denetlenebileceği ya da regüle edilebileceğidir. Son yıllarda, aşırı güçlenen şirketlerin çeşitli açılardan kamusal çıkarlara zarar verdikleri ya da verebilecekleri yönünde önemli endişeler oluştu. Bu endişeler, veri gizliliği, rekabet, vergilendirme gibi çeşitli alanları kapsıyor. Anaakım yaklaşım, platform dünyasını her türlü parlak fikre açık bir saf rekabet alanı olarak tasavvur etse de bu sektördeki tekelleşme dinamikleri ortada. Son yıllarda, kamuoyunda büyük teknoloji şirketlerinin sınırsız gücüne dair endişeler devlet aktörleri arasında da yankı buldu ve çeşitli hukuki, yasal incelemelere konu olmaya başladı. Bu açıdan, gerek ABD’de gerek AB’de, büyük teknoloji şirketlerinin gücünü sınırlama ve sektörü çeşitli düzenlemelere tabi tutma konusunda bir dizi girişim gerçekleşti.[22]Bunların bazıları kısmi kazanımlar elde etse bile büyük teknoloji şirketlerinin yükselişini dizginleyecek bir düzenleme çerçevesinin oluştuğunu söylemek oldukça güç. Bunun arkasında bir dizi sebep bulunuyor.

Birincisi, rekabet yasalarına yön veren hukuki çerçevenin büyük teknoloji şirketlerinin iş modellerinin getirdiği yenilikleri tespit edebilecek bir güncellemeden geçmemiş olmasıdır .[23] Neoklasik rekabet teorisi tarafından şekillendirilmiş rekabet hukuku yasaları tüketici refahına odaklıdır. Başka bir deyişle, piyasa fiyatlarında tekelleşme durumundan kaynaklı olarak tüketicilerin aleyhine bir durum olup olmadığı rekabet ihlali konusundaki temel kriterdir. Ne var ki, platformlar tipik olarak bazı hizmetlerini kullanıcılara düşük ücretli ya da ücretsiz olarak sunar ve gelirlerini veri ticareti ve reklam gibi alanlardan elde eder. Dolayısıyla mevcut hukuki çerçevenin kapsama alanının dışında kalırlar. Bununla bağlantılı ikinci bir nokta ise, platform şirketlerinin iş modellerinin kolay şekilde gözlemlenebilir karar mekanizmalarından müteşekkil olmayıp algoritmaların “kara kutuları” içerisinde saklı olmalarıdır. Söz gelimi, Amazon şirketinin belirli bir ürün için arama yapan kullanıcıya hangi ürünleri, hangi üreticileri, hangi sırayla göstereceği makine öğrenmesi algoritmaları tarafından belirlenir. Burada bazı üreticileri kayırırken bazılarını arka sıralara itme gibi bir usulsüzlüğün olup olmadığını belirlemek kolay değildir. Bu tür meselelerle ilgilenen kurulların söz konusu algoritmaların dilinden anlayabilecek teknik uzmanlar yetiştirmesi ve bu sektör için özelleşmiş düzenleme çerçeveleri geliştirmeleri zaman almaktadır. Bir diğer nokta, küresel ölçekte hareket eden büyük teknoloji şirketlerinin finansal varlıklarını tipik olarak vergi cennetlerinde tutmalarıdır.[24] Bu durum, söz konusu şirketleri vergilendirme konusunda daha güçlü adımlar atmak isteyen ulusal ölçekli aktörleri zor durumda bırakır. Zira, küresel ölçekte bir düzenleme çerçevesi olmadığı takdirde, söz konusu şirketlerin hesaplarını takip etmek oldukça zordur. Küresel bir düzenleme çerçevesi konusunda çeşitli girişimler olsa bile, bunun üzerinde ortaklaşılması ve yürürlüğe sokulması hiç kolay değildir. Denetleme girişimlerini zayıflatan bir diğer neden, büyük teknoloji şirketlerinin hâlihazırda çok büyük bir güç elde etmiş olmalarıdır. 2008 krizinden sonra ABD’deki büyük finansal kuruluşların devlet yardımlarıyla ayakta kalmaları, bu kuruluşlar için “batmak için çok büyük” (too big to fail) ifadesini yaygınlaştırmıştı. Buna benzer şekilde, büyük teknoloji şirketleri söz konusu boşluklardan hızlı bir şekilde yararlanarak, deyim yerindeyse “regüle etmek için çok büyük” statüsüne kavuştular.[25] Böylesi bir güç biriktiren şirketler, kendilerini sınırlandırmaya yönelik girişimlere karşı çok yüksek bütçeli lobi faaliyetleri yürütüyorlar. Ayrıca, güvenlik, gözetim, acil durumlar gibi alanlarda büyük teknoloji şirketleri devletle işbirliği yapıyor ve büyük veri becerilerini devlet kurumlarının hizmetine sunuyor. Bu durum da devletin sınırlama girişimlerine karşı büyük teknoloji şirketlerinin elini güçlendiriyor. Tüm bu nedenlerle, büyük teknolojinin kontrolsüz güç kazanması sürecini yavaşlatmak, durdurmak ya da tersine çevirmek hiç kolay gözükmüyor.

Türkiye’nin Dijital Platformları

Peki, bu tartışmalardan hareketle Türkiye’ye baktığımızda nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?  Büyük dijital platformların sosyal medya, donanım, arama motorları, e-ticaret gibi birbirinden farklı alanlardan türeyebildiğinden söz etmiştim. Bu alanların çoğunda Türkiye menşeili ve anlamlı büyüklükte firmalar bulunmuyor. Hükümetin desteğiyle “yerli ve milli” arama motoru ya da mesajlaşma platformları piyasaya sürülse de, bunların ciddi bir rağbet gördüğünü söylemek mümkün değil. Dolayısıyla, bu alanlarda Türkiye piyasası genel itibariyle GAFAM’ın hâkimiyetinde. E-ticaret alanı ise bu duruma istisna oluşturuyor.

Türkiye’de e-ticaret 2010’lu yıllardan bu yana çok hızlı bir büyüme süreci içerisinde. Özellikle pandemi dönemiyle birlikte e-ticaret sektörünün toplam cirosu, ticaret ve GSYH içerisindeki payı muazzam bir artış gösterdi. %14,6’lık yıllık bileşik büyüme oranı beklentisiyle, Türk e-ticaret sektörü, dünyanın en hızlı büyüyen pazarı durumunda.[26] Bu alanda, büyük teknoloji şirketlerinin birikim örüntülerine benzer dinamikler taşıyan bir dizi önemli şirket palazlandı. Bunlar arasında e-pazaryeri kategorisinde iş yapan Hepsiburada ve Trendyol ile hızlı dağıtım kategorisinde iş yapan Getir özellikle öne çıkıyor.

Özet şirket profilleri sunarak başlayalım. Hepsiburada 2000 yılında Doğan Grubu bünyesinde kuruldu. 2015 yılında farklı tedarikçilerle tüketicileri bir araya getiren e-pazaryeri modeline geçti. 2021 yılında ABD’nin NASDAQ borsasında halka arz edilen ilk Türk şirket oldu ve 3,9 milyar dolarlık piyasa değerine ulaştı. HepsiLojistik, HepsiPay, HepsiJet, HepsiAd gibi yan kuruluşlarıyla farklı alanlara yayılmış durumda.

Trendyol 2009’da moda odaklı bir e-pazaryeri olarak kuruldu. Bir dizi girişim sermayesi fonundan yatırım aldıktan sonra 2018 yılında Çin’in dijital devi Alibaba tarafından satın alındı ve olağanüstü bir hızla büyümeye başladı. 2021 yılından beri e-pazaryeri sektörünün mutlak lideri konumunda. Hepsiburada’ya benzer şekilde, lojistik, yemek siparişi, ödeme sistemleri alanlarına yayıldı. Dolap adlı ikinci el satış platformunu bünyesine kattı. TOBB ile iş birliği dahilinde yürütülen “Trendyol’la işini büyüt” projesi dahilinde çok sayıda KOBİ’ye e-ticaret altyapısı ve dijital dönüşüm desteği sunuyor. Böylelikle, tedarikçi ağını hızla genişletiyor ve kendisine bağlıyor. 2020 yılı itibariyle Avrupa’ya da açılmış durumda. Alibaba, yeterince nüfuz edemediği Avrupa pazarına Trendyol ile girmeyi amaçlıyor. 2021 yılındaki son yatırım raundunda 16,5 milyar dolarlık piyasa değerine ulaştı. Fikir vermesi açısından, Koç Holding’in güncel piyasa değerinin 10,8 milyar dolar olduğunu belirtelim.

Getir 2015 yılında hızlı dağıtım platformu olarak kuruldu. Bir dizi girişim sermayesi fonundan yatırımlar alarak kapsamını önce İstanbul’dan tüm Türkiye’ye, ardından da bir dizi Avrupa şehrine genişletti. Blok ve Moov adlı platformları bünyesine kattı. Getirlocal, Getirfood, Getirwater, Getirbitaxi gibi iştirakleri sayesinde farklı alanlara yayılmış durumda. 2022 yılı itibariyle 12 milyar dolarlık piyasa değerine sahip.

Birbirlerinden önemli farklılıklar barındırsa da bu üç şirketin gelişim süreçlerine ve iş modellerine baktığımızda küresel ekonominin merkezine yerleşmiş dijital platformlarla önemli benzerlikler olduğunu tespit etmek mümkün. Bu açıdan en çarpıcı gösterge söz konusu şirketlerin son yıllarda kaydettikleri olağanüstü büyüme hızı. 2021 yılı itibariyle Trendyol, tarihi çok eskilere giden endüstriyel devlerini geride bırakarak Türkiye’nin açık ara en değerli şirketi konumuna erişmiş durumda. Hemen arkasından henüz 2015’te kurulmuş olan Getir geliyor. Bu şirketlerin çok kısa süre içerisinde startupstatüsünden dijital devlere dönüşümü platformlaşmanın Türkiye ekonomisini hızla dönüştürdüğünün en belirgin kanıtı.

Türkiye örneğinde öne çıkan firmaların evrimi, platform devlerinin iş modelleriyle önemli paralellikler barındırıyor. Veri imperatifi, ağ dışsallıkları, hızlı piyasa hâkimiyeti kurmayı hedefleyen agresif büyüme stratejileri, şirket satın alma yoluyla olası rakipleri elimine etme, hızla farklı iş alanlarına yayılma gibi yönelimler bu üç firma tarafından da benimseniyor.

Bu firmaların emek piyasasında da şimdiden önemli dönüşümler yaratmaya başladıklarını belirtmek gerek. Gig ekonomisinin yerli versiyonu olarak görülebilecek “esnaf kurye” sisteminin son yıllarda kapsamı büyük bir hızla genişledi. Son derece sınırlı örgütlenme deneyimine sahip kuryelerin 2022 yılından bu yana ülkede en canlı ve en çok ses getiren emek hareketlerinden birinin başını çekmesi, gig ekonomisinin hızla genişleyen kapsamını gösterdiği kadar, kuryelerin üzerindeki basıncın düzeyi hakkında da fikir veriyor.

Türkiye örneğinde öne çıkan platformların dikkat çekici bir özelliği büyük teknoloji şirketlerine bağımlı konumda olmaları. Üç platform da özellikle ağ ve bulut hizmetleri alanında büyük teknoloji şirketlerinin sağladığı altyapıyı kullanıyor. Aralarında en kayda değer ar-ge bütçesine sahip olan Trendyol’un bu alandaki faaliyetleri büyük oranda doğal dil işleme algoritmalarını Türkçeye uyarlamak üzerine kurulu. Dolayısıyla, Türkiye örneğinde büyük teknoloji şirketlerine bağımlılığını aşmayı hedefleyen bir inovasyon programı göze çarpmıyor. Öte yandan, Türkiye’de öne çıkan platformlar, Van Dijck’in “sektörel platformlar” kategorisine de bütünüyle uymuyor. Üç firma da faaliyetlerine perakende alanında başlamış olsa da lojistik, finans, konaklama hizmetleri gibi alanlara da giriş yapmış durumdalar. Bu firmalar kendi lojistik ağlarını, ödeme sistemlerini oluşturmuş olmalarının yanı sıra Trendyol örneğinde olduğu gibi üretim alanına da giriyorlar. Dolayısıyla ulusal ölçek dahilinde büyük teknoloji şirketlerine benzer bir sektörel yayılma izlediklerini söylemek mümkün.

Bir diğer önemli farklılık finansal stratejiler. Büyük teknoloji şirketleri son yıllarda belirgin bir şekilde sermaye piyasalarına yönelmişken, Türkiye’de bunun yerine girişim sermayesi fonları yoluyla finansman arandığını gözlemliyoruz. Öte yandan, Hepsiburada’nın 2021 itibariyle ABD teknoloji borsası NASDAQ’a giren ilk Türk şirket ünvanını kazanması da başlı başına önemli. Hepsiburada’nın faaliyet raporlarına baktığımızda, oldukça yüksek ilk piyasa değerine karşın, şirketin zarar etmekte olduğunu görüyoruz. Özellikle yoğun reklam giderlerinden kaynaklı bu durum, “sabırlı sermaye” olgusuyla paralellik taşıyor.

Hepsiburada ve Trendyol’un faaliyet gösterdiği e-pazaryeri alanındaki piyasa payları tekelleşme dinamiklerine işaret ediyor. E-pazaryeri kategorisinde 300’den fazla şirket bulunuyor. Ne var ki, piyasa birkaç şirketin hâkim olduğu bir yapı sergiliyor. Bu durum pandemiyle birlikte daha belirgin hale gelmiş durumda. 2018’e kadar Hepsiburada’nın lider olduğu, diğer şirketlerinse küçük farklarla lideri takip ettiği bir yapılanma söz konusuydu. 2018’den itibarense belirgin bir yoğunlaşma gözleniyor. 2020 sonu itibariyle Trendyol %50’nin üzerinde pazar payıyla sektörün açık ara lideri haline gelirken, en yakın takipçisi Hepsiburada’nın %19,4’lük payı bulunuyor. Sadece iki yıl içerisinde ilk iki firmanın sektördeki payı %56’dan %70’e yükselmiş durumda. Bu oranlar, sektörün platform literatüründeki eğilimlerle paralel olarak oligopolistik bir görünüm arz ettiğini ortaya koyuyor.

Bununa bağlantılı bir diğer nokta, bu firmaların devletle ilişkileri ve düzenleme çabaları. Çin platformlarının yükselişinin belirgin bir devlet stratejisinin sonucu olduğundan söz etmiştim. Türkiye’de ise böyle bir durumdan söz etmek mümkün değil. Cumhurbaşkanlığına bağlı Dijital Dönüşüm Ofisi 2018’de kuruldu. Bu kapsamda ilan edilen “milli teknoloji ve dijital Türkiye” belgesi ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığının ilan ettiği Türk unicorn şirketlerinin (Turcorn’ların) sayısını 10’a çıkarma hedefi bu yöndeki girişimler arasında görülebilir. Öte yandan, bu yöndeki stratejik girişimlerin henüz beş yıllık bir geçmişe sahip olmaları, büyük dijital şirketlerin yükselişinin bir devlet stratejisi dahilinde gerçekleşmediğini ortaya koyuyor. Düzenleme alanındaysa karmaşık dinamikler gözlemleyebiliyoruz. Rekabet Kurumu’nun 2021 tarihli raporu,[27] sektörün oligopolistik bir yapı sergilediğini ve öne çıkan platformların tedarikçi firmalar üzerinde basınç uyguladığını tespit ediyor. Raporda, öne çıkan firmaların sektörde yarattığı asimetrik güç ilişkilerinin birleşme ve satın alma dalgası tetikleyebileceğinden söz ediliyor. Yine bu kapsamda, Trendyol’un kendi üreticilerini pazaryerinde faaliyet gösteren diğer firmalara karşı kayırdığı iddiasıyla bir dizi soruşturma başlatıldı. Ne var ki, soruşturma ekibinin başındaki bürokratın kısa bir süre sonra Trendyol’a transfer olması soruşturmanın ciddiyeti konusunda önemli soru işaretleri yarattı.[28] Trendyol’un Covid döneminde çeşitli devlet kurumlarına “cömert” bağışlar yaparak devlet nezdinde elini güçlendirmesi de yine büyük teknoloji şirketlerinin stratejileriyle paralellikler taşıyor.

Sonuç olarak, tüm bu bulgular, platform kapitalizminin eşitsiz gelişimine işaret ediyor. Platformlaşma, ABD ve Çin’le sınırlı kalmıyor ve dünyanın geride kalan coğrafyalarını da büyük bir hızla dönüştürüyor. Türkiye örneğinde öne çıkan dijital platformların büyük teknoloji şirketlerine bağımlılıklarını sürdürmekle birlikte, çok kısa süre içerisinde olağanüstü büyüklüğe ulaşmaları ve farklı sektörlere açılmaları, altyapısal platform ve sektörel platform ayrımını geçersizleştiren dinamiklere işaret ediyor. Sermaye birikim süreçlerindeki konumlarıyla, pazar hâkimiyetleriyle, devlet nezdinde elde ettikler güçle, emek piyasasında yarattıkları dönüşümlerle dijital platformlar, Türkiye’nin ekonomi politik analizinde mutlaka dikkate alınması gereken aktörler konumuna gelmiş durumdalar.


[1] Bu çalışma yazarın daha önce Big Data & Society’de yayımlanmış “New Geographies of Platform Capitalism: The Case of Digital Monopolization in Turkey” ve Posseible‘de yayımlanmış “Dijital Platform Çağında Toplum, Ekonomi ve Siyaset” başlıklı makalelerine dayanmaktadır.

[2] Van Dijck, J., Poell, T., & de Waal, M. (2018). The Platform Society: Public Values in a Connective World. Oxford University Press.

[3] Srnicek, N. (2017). Platform Capitalism. John Wiley & Sons.

[4] Bu şirketler Apple, Microsoft, Amazon, Alphabet (Google) ve Facebook’tur. İlk beş şirket için sıklıkla büyük beşli ya da GAFAM kısaltması kullanılmaktadır.

[5] Birch, K., Cochrane, D. T., & Ward, C. (2021). Data as Asset? The Measurement, Governance, and Valuation of Digital Personal Data by Big Tech. Big Data & Society, 8(1), 20539517211017308.

[6] Hendrikse, R., Adriaans, I., Klinge, T. J., & Fernandez, R. (2021). The Big Techification of Everything. Science as Culture, 0(0), 1-13.

[7] Kenney, M., & Zysman, J. (2020). The platform economy: restructuring the space of capitalist accumulation. Cambridge Journal of Regions, Economy and Society, 13(1), 55-76.

[8] Cole, M., Radice, H., & Umney, C. (2021). The Political Economy of Datafication and Work: A New Digital Taylorism? Socialist Register, 23.

[9] Davis, G. F. (2016). Can an Economy Survive Without Corporations? Technology and Robust Organizational Alternatives. Academy of Management Perspectives, 30(2), 129-40.

[10] Durand, C., & Milberg, W. (2020). Intellectual monopoly in global value chains. Review of International Political Economy, 27(2), 404-29.

[11] Rikap, C. (2021). Capitalism, Power and Innovation: Intellectual Monopoly Capitalism Uncovered. London: Routledge.

[12] Srnicek, N. (2017). Platform Capitalism. John Wiley & Sons.

[13] Blakeley, G. (2021). The Big Tech Monopolies and the State. Socialist Register, 57.

[14] Harvey, D. (1985). The Urbanization of Capital: Studies in the History and Theory of Capitalist Urbanization. Baltimore: John Hopkins University Press.

[15] Wang, W., Xu, H., & Liu, Y. (2022). Platform Ruralism: Digital Platforms and the Techno-Spatial Fix. Geoforum, 131, 12-19.

[16] Fernandez, R., Adriaans, I., Klinge, T. J., & Hendrikse, R. (2020). Engineering Digital Monopolies. The Financialisation of Big Tech. Stichting Onderzoek Multinationale Ondernemingen. https://lirias.kuleuven.be/3349174 (20 December 2021).

[17] Srnicek, N. (2017). Platform Capitalism. John Wiley & Sons, ss. 35-38.

[18] Kenney, M., & Zysman, J. (2020). The platform economy: restructuring the space of capitalist accumulation. Cambridge Journal of Regions, Economy and Society, 13(1), 55-76.

[19] Orhangazi, Ö. (2019). The role of intangible assets in explaining the investment–profit puzzle. Cambridge Journal of Economics, 43(5): 1251–1286.

[20] Van Dijck J, Poell T & De Waal, M. (2018). The Platform Society: Public Values in a Connective World. Oxford: Oxford University Press.

[21] Bhagat, Ali, & Phillips. (2022). The techfare state: debt, discipline, and accelerated neoliberalism. New Political Economy, 0(0), 1-13.

[22] Van Dijck, J. (2020). Governing Digital Societies: Private Platforms, Public Values. Computer Law & Security Review, 36 (Nisan).

[23] Birch, K., Cochrane, D. T., & Ward, C. (2021). Data as Asset? The Measurement, Governance, and Valuation of Digital Personal Data by Big Tech. Big Data & Society, 8(1), 20539517211017308.

[24] Bryan, D., Rafferty, M., & Wigan, D. (2017). Capital unchained: finance, intangible assets and the double life of capital in the offshore world. Review of International Political Economy, 24(1), 56-86.

[25] Helberger, N. (2020). The Political Power of Platforms: How Current Attempts to Regulate Misinformation Amplify Opinion Power. Digital Journalism, 8(6), 842-54.

[26] Statista. (2022). Global Cloud Infrastructure Market Share 2022. Statista. https://www.statista.com/statistics/967365/worldwide-cloud-infrastructure-services-market-share-vendor/ (23 September 2022).

[27] Rekabet Kurumu. (2021). “E-Pazaryeri Platformları Sektör İncelemesi Ön Raporu”. https://www.rekabet.gov.tr/tr/Guncel/e-pazaryeri-platformlari-sektor-inceleme-a197b17532afeb11812e00505694b4c6 .

[28] Ayaydın, A (2021). “Trendyol, Rekabet Kurulu’nun kapanına takıldı”. https://t24.com.tr/yazarlar/aydin-ayaydin/rekabet-kurulu-trendyol-u-ensesinden-yakaladi,32446 .