/

Devlet borcu üzerine bazı tatsız gerçekler

Éric Toussaint’nin Borç Sistemi: Devlet Borçlarının ve Reddedilmelerinin Bir Tarihi adlı kitabından yola çıkarak kaleme aldığı bu yazıda Pınar Kahya, devlet borçluluğu tartışmalarına derinlik kazandırıyor. Toussaint, devlet borçluluğu olgusunun içsel dinamiklerini ve yarattığı sonuçları oldukça iyi tanıyor çünkü 1990’dan beri Meşru Olmayan Borçların Ortadan Kaldırılması Komitesi altında devlet borçlarına karşı mücadele yürütüyor. Yazı boyunca, Latin Amerika’dan günümüz Sri Lanka’sına uzanan bir izlekte, borçlanmanın bir çeşit kötü yönetimin bir sonucu değil, uluslararası sistemin yapısal dinamiklerinin ürünü olduğu ortaya koyuluyor. Sömürgecilik döneminden günümüze kadar gelen bu bağımlılık döngüsünde, borçlu ülkeler için mevcut borçların faizlerini ödemek adına sürekli yeni borçlanmalar kaçınılmaz hale geliyor ve bu süreç, ülkelerin ekonomik egemenliklerini daha derin bir borç sarmalına sürüklüyor.

Filistin’deki üniversitelerin çağrısı ve umudu yeniden inşa etmek

Filistinli akademisyenler kısa süre önce tüm dünyadaki akademik camiaya dönük bir çağrı yayımladı. Çeşitli platformlarda dile getirilmeye ve karşılık bulmaya başlayan bu çağrı, Kanada’da düzenlenen alternatif bir etkinlikte de birinci ağızdan gündeme getirildi: Çağrının imzacısı akademisyenler, Kanada’da siyaset bilimcilerin düzenlediği alternatif bir konferanstaydı. Etkinliği yerinde izleyen Ulaş Taştekin’den konferans notları, ve elbette Gazzeli akademisyenlerin çağrısı…

Spinoza’nın duygular öğretisi

Duyguları neden dikkate almalıyız? XVII. yüzyıldan bir filozof, güncel siyasal yaşantımızı anlamak için bize nasıl bir fayda sağlayabilir? Bir ekonomi, mal ve hizmetlerin yanı sıra duygularımızı ve arzularımızı da üretiyor olabilir mi? Mustafa Çağlar Atmaca’dan “Duygulanımsal bir Ekonomi için Notlar” yazı dizisinin ilk bölümü…

Duyguların ekonomi politiği

“Duygulanımsal bir Ekonomi için Notlar” yazı dizisinin üçüncü bölümünde Mustafa Çağlar Atmaca, kapitalist üretim ilişkilerinin kendini yeniden üretmesini sağlayan mekanizmaların izini, Marx ve Spinoza’nın açtığı ortak patikadan sürmeyi öneriyor. Bizi çalışmaya, emeğimizi satmaya, kapitalist üretim ilişkilerini sürdürmeye iten kapitalist zorun kendisini nasıl normalleştirdiğini; zorunda bırakıldığımız bir yaşamı benimsemeyi nasıl öğrendiğimizi, onu “tutkuyla” nasıl arzulayabildiğimizi Marx’a dayanan bir zaman ekonomisi üzerinden tartışmayı sürdürüyor.

Borç, şiddet ve tabiyet

Borç, neoliberal finansallaşma çağında yeni anlamlar ve ilişkiler üretse de borcun tarihsel anlam çerçeveleri ve ilişkileri biçimlendirici niteliği günümüz borç ilişkilerine yansımaya devam ediyor. Öncelikle tarihten gelen ahlaki sorumluluk ve benzeri borç anlamları, günümüz insanı için hala etkili maneviyatlar yaratmaya devam ediyor. Hasan Kılıç bu yazısı boyunca borcun iktidar ve insan(lar) arası ilişkilerde kurucu rol oynamasının ana nedeni olarak simgesel şiddet ve toplumda üretilen tabiyet biçimlerine işaret ediyor. Yazar, borcun finansallaşma çağında bireyleri çeşitli öznelliklerden düşürerek onlar için bir kıyamet ufku haline gelip gelmediği sorusu etrafında bir tartışma yürütüyor.

Finansal riskin toplumsallaştırılmasının kurumsal sureti: Türkiye’de varlık yönetim şirketleri

Finansallaşma sürecinin kurumsal yüzlerinden biri olan varlık yönetim şirketlerinin başlıca işlevi, bankaların tahsil edemedikleri borçları belirli bir iskonto oranıyla satın alarak hem bilanço yapılarını güçlendirmek hem de kârlarını maksimize etmek. Ancak bu süreç, borçluların yalnızca mevcut borçlarını ödemeye devam etmelerini sağlamıyor; aynı zamanda onları finansal sisteme sürekli bir borçlanma döngüsü içinde yeniden dahil eden bir mekanizmaya dönüşüyor. Alkan, yazısında bu görünmez düzenin arkasındaki mekanizmayı açığa çıkararak, borç yeniden yapılandırma ve tahsilat stratejilerinin borçluları nasıl sürekli gözetim altında tuttuğunu ve toplumsal düzeyde finansal risklerin yayılmasına nasıl zemin hazırladığını inceliyor.

Bireysel borçlanma ve Türkiye’de emek mücadelesinin biçimleri

Kredi kartı borçlularının sayısının 40 milyonu aştığı ve yüksek faiz oranlarının geri ödemeleri zorlaştırarak iş gücü üzerindeki finansal baskıyı artırdığı bir Türkiye tablosu çizen Göçmen, borcun toplumsal maliyetlerini gözler önüne seriyor. Özellikle, AKP iktidarının ilk yıllarında %1,8 olan hanehalkı borcunun 2013 yılında %20,1’e ulaşması ve pandemiyle birlikte yeniden yükselişe geçmesi, borcun ekonomik ve sosyal yaşamın merkezine nasıl yerleştiğini ortaya koyuyor. Göçmen’e göre, bu süreçte işçiler, artan finansal yük nedeniyle kolektif örgütlenmeden uzaklaşıp bireysel çözümlere yönelirken, finansallaşma emeğin toplumsal dayanışma zeminini aşındırıyor.

Geç faşizm üzerine notlar

Gerek ulusal gerekse küresel ölçekte yaşanan politik süreçleri anlamak adına, belki de daha önce hiç olmadığı kadar, faşizm analojisine başvurulduğu bir dönemdeyiz. Alberto Toscano, Bloch’tan Adorno’ya, Sartre’dan Banaji’ye yirminci yüzyılda geliştirilen bir dizi faşizm teorisinden hareketle, bu analojinin bize ne gibi bilişsel ve stratejik olanaklar sunduğu üzerine kapsamlı bir tartışma yürütüyor. Geçmiş faşizm teorilerinin izini bugünde süren Toscano, öne sürdüğü “geç faşizm” kavramsallaştırması ile günümüze güçlü bir ışık tutuyor.

Neden savaş?

Kapitalist iktidarın kalbi ABD’de olup bitenleri anlamak önemli, zira dünyayı kasıp kavuran ve bugün de kasıp kavurmaya devam eden tüm krizler ve savaşlar onun bağrından, ekonomisinden ve iktidar stratejisinden çıkıyor. Maurizio Lazzarato bu yazıda, devam etmekte olan “küresel iç savaşı”, ABD’deki finansal krizlerle ilişkilendiriyor. Dünyayı yok eden krizlerin ve savaşların, iktidar seçkinlerinin son zamanlarda toplumun en hafif tabirle “topyekûn seferber edilmesini” gerektiren bir savaş ekonomisine geri dönüşü gündeme getirdikleri, ABD’de, içeride ortaya çıkan iktidar stratejilerinin bir ürünü olduğunu söylüyor.

Felsefe neden Yunanlılarla birlikte ortaya çıktı?

Felsefe nedir? Neden Yunanlılar tarafından icat edilmiştir? Felsefede Yunanlılara özgü olan nedir? Gilles Deleuze’ün Michel Foucault üzerine verdiği derslerin üçüncü cildi olan “Özneleşme”, editörlerimizden M. Çağlar Atmaca’nın çevirisiyle, önümüzdeki hafta Otonom Yayınları etiketiyle raflardaki yerini alacak. Kitaptan aldığımız bu metin, Deleuze’ün, bir öğrencisinin işte bu sorularına verdiği yanıttan tadımlık bir kesit.

Bir yoksulluktan diğerine kapitalizm ve Türkiye

Yoksulluğu toplumun dışında, marjinal bir olgu olarak ele alan ana akım sosyal bilimler literatürünün önemli bir bölümü onu bireyin kendi tercihlerinin bir sonucuna indirger. Ahmet Haşim Köse ve Serdal Bahçe ile yaptığımız bu söyleşi, yoksulluğu konuşmak için öncelikle “nasıl bir toplumda yaşadığımızı” sormak gerektiğine yapılan vurguyla, yoksulluğun kapitalist bir toplumdaki kendine özgü biçimlerine dikkat çekiyor. Köse ve Bahçe, yoksulluğu kendi başına bir olgu, yoksullaşmayı ise bireysel tercihlerin bir sonucu olarak ele almak yerine onun, tarihsel olarak işçileşmenin ayrılmaz bir dışa vurumu olduğuna işaret ediyor.