Sınıf savaşı olarak iklim krizi: Matt Huber ile söyleşi

Matt Huber’ın Climate Change as Class War (2022, Verso) adlı kitabı, iklim krizine sınıf temelli yaklaşımıyla Anglo-Amerikan çevrelerde önemli tartışmalar başlattı. Tüketim odaklı anlatıları reddeden ve krizi üretim ilişkilerindeki iktidar yapıları üzerinden yeniden çerçeveleyen Huber’a göre, iklim krizi esasen bir sınıf savaşıdır—ve bu savaş, enerjiyi, sanayiyi ve üretim araçlarını elinde tutan egemen sınıflara karşı verilmelidir. Berkay Koçak’ın sorularını yanıtlayan Huber, bu sınıf merkezli yaklaşımın Küresel Güney’de, yarı-çevre ekonomilerde ve özellikle Türkiye gibi neoliberal bağlamlarda nasıl karşılık bulabileceği üzerine düşünmeye davet ediyor.

Sanayi politikası ve emperyal yeniden yapılanma

Sanayi politikası (industrial policy), son yıllarda hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde yeniden siyasi gündemin merkezine yerleşti. Ilias Alami, Tom Chodor ve Jack Taggart tarafından kaleme alınan bu yazı, sanayi politikalarının küresel ölçekte nasıl dönüşmekte olduğunu, bu alandaki yeni fırsat ve kısıtları, küresel güç dengeleri ile finansal bağımlılık ilişkileri ekseninde ele alıyor ve sanayi politikalarının “normalleşmesi” söyleminin ardındaki asimetriler ile gelişmekte olan ülkelerin karşı karşıya kaldığı sınırları anlamak isteyenler için kapsamlı bir değerlendirme sunuyor.

Siyaset konuşmamak üzerine

Hakikatin esamesinin çoktandır okunmadığı yerde, edilen her sözün “kanaatlerden bir kanaate” dönüştüğü, değişken kanaatlerin bir diktatörlüğü altında yaşıyoruz. “Sözün gücü” denen şeyden artık bahseden yok, daha ziyade bir söz enflasyonu var şimdi. Öyle ki bu gürültü, konuşanın kendi sesini dahi işitmesine imkân vermiyor. Ulus Baker’in yerinde ifadesiyle bir “gevezelikler toplumu” bu. Peki, bunca kuru gürültünün arasında, sessizliğin bir değeri olabilir mi? Mustafa Çağlar Atmaca, bu kısa yazısında, Ulus Baker’den Hikmet Kıvılcımlı’ya, Gramsci’den Marx’a metinlerarası bir gezintiyle, sahici bir ses işitmek, konuşmaya da değerini geri kazandırmak için bir “suskunluk siyaseti” öneriyor.

AKP’nin emek rejimi, otoriterleşme ve Türkiye’nin zombi neoliberalizmi

Türkiye’de neoliberal kalkınma modeli 2010’larda bir zombiye dönüştü. Sermaye ve servet birikimi süreçlerini demokratik talep ve kısıtlardan izole etme uğraşı ile mevcut emek rejimi Türkiye’de neoliberalizmi hâlâ canlı tutuyor. Zombinin ölü kısmı ise bir zamanlar emekçi sınıflara verilmiş olan refah ve sınıf atlama vaadi. Bu vaatlerin boşluğu, özellikle pandemi koşullarında artan şekilde görünür hale gelirken, bu durum hem mevcut kalkınma modelini hem de otoriter rejimi zayıflatmaya devam ediyor.

Horgörü öğünü

7 Haziran 2022

Geçtiğimiz günlerde Twitter gündemini abes bir tartışma işgal etti: “Eve temizliğe gelen gündelikçiye yemek verilmeli mi?” Abesliği bir yana bırakılırsa, memleketin sınıfsal-kültürel yarıklarına güçlü bir ışık tutuyordu bu tartışma: gündelikçi ile işvereni “özgürce” girdikleri düşünülen bir pazarlıkta eşitleyerek “aralarındaki sözleşme neyse o” diyenler bir yanda, açıkça “verilmez” diyenler ile “performansına bağlı” diyenler öbür yanda… Bu neoliberal cüretkârlığın ve dobralığın yanında bir tutum daha vardı ki o, belki de daha örtük ve sinsi bir “aşağılama” ile “yemek verilmeli” diyenlerin diline sirayet ediyordu. Mehmet Mutlu bu yazıda, yoksulun maruz kaldığı, iyilik ve cömertlik tınısıyla dillendirilen işte bu şiddet söylemine işaret ediyor.

Küresel devlet borçluluğuna Mısır üzerinden bakmak

27 Ekim 2024

Küresel Güney ülkeleri için kalkınma aracı olduğu iddia edilen dış borcun, tam aksine bir neo-sömürgecilik mekanizmasına dönüştüğünü ortaya koyan Ulaş Taştekin, Mısır ve benzeri ülkelerde dış borçlanmanın, ekonomik egemenliği nasıl adım adım uluslararası finansal ağların kontrolüne bıraktığını ayrıntılı bir şekilde inceliyor. Yazar, Mısır’ı merkeze almasına rağmen, küresel finansal kırılganlıklar bağlamında benzer yapısal sorunları paylaşan diğer ülkeleri de analizine dahil ederek, bu ülkelerdeki borç dinamiklerine dair kapsamlı bir değerlendirme sunuyor.

Yokluğuyla oradaydı! Türkiye’de neoliberalizm, işçi sınıfı ve siyaset

13 Mart 2022

Neoliberal dönemde sınıf bilincinin gelişimine dair handikapları aşma becerisi, 2021 yılının sonu itibariyle yükselişe geçen işçi eylemlerinin ne derece anlamlı siyasal sonuçlar üretebileceğinin de ölçütü olacak. İşçi sınıfı tekrar güneşin altındaki yerini alırken sosyalizme dair hafızayı da tazelemek, sosyalizmi emekçi sınıfların kurtuluş paradigması olarak yeniden canlandırmanın yollarını aramak, bu mücadelelere katkı sunmak için iyi bir seçenek gibi görünüyor.

Ekonomi-politik ayrımında neyi seçeceğini seçme sanatı olarak toplumsal mücadele: Politik seçimler üzerine bazı notlar

13 Mart 2022

Sağın karşısında kazanılan anti-neoliberal zafer ve mevcut tarihsel sınırlılıklar arasındaki gerilimde, o tarihsel sorudan kaçış yok: Seçimler ile mevcut düzeni değiştirmek mümkün mü?
Emekçilerin iktidar bloku içerisinde kurucu bir unsur olmadığı günümüz dinamikleri göz önüne alındığında bu yazının kaleme alınmasına sebep olan temel motivasyon, modern ‘burjuva’ devleti, oluştuğu tarihsel zemin olan Fransız Devrimi’nden koparıp burjuvaziye mâl etmenin, burjuva ideolojisinin emekçiler aleyhine en büyük tarihsel kazanımlarından biri olduğunun düşünülmesidir.

Neoliberalizmin çoklu krizleri

Historical Materialism Konferansının bu yıl Kadir Has Üniversitesinde gerçekleşen İstanbul ayağı vesilesiyle yakaladığımız Alfredo Saad-Filho ile Burak Ceylan’ın gerçekleştirdiği bu söyleşi, çoklu krizin her kriz başlığını ayrı ayrı ele almak yerine, bu başlıkların ilişkiselliğini vurguluyor. Finansallaşma ile ekolojik yıkım arasındaki bağlantıyı hatırlatan Saad-Filho, neoliberalizm ile devlet arasındaki ilişkinin de altını çiziyor.

Sınıf savaşı olarak iklim krizi: Matt Huber ile söyleşi

Matt Huber’ın Climate Change as Class War (2022, Verso) adlı kitabı, iklim krizine sınıf temelli yaklaşımıyla Anglo-Amerikan çevrelerde önemli tartışmalar başlattı. Tüketim odaklı anlatıları reddeden ve krizi üretim ilişkilerindeki iktidar yapıları üzerinden yeniden çerçeveleyen Huber’a göre, iklim krizi esasen bir sınıf savaşıdır—ve bu savaş, enerjiyi, sanayiyi ve üretim araçlarını elinde tutan egemen sınıflara karşı verilmelidir. Berkay Koçak’ın sorularını yanıtlayan Huber, bu sınıf merkezli yaklaşımın Küresel Güney’de, yarı-çevre ekonomilerde ve özellikle Türkiye gibi neoliberal bağlamlarda nasıl karşılık bulabileceği üzerine düşünmeye davet ediyor.

Sanayi politikası ve emperyal yeniden yapılanma

Sanayi politikası (industrial policy), son yıllarda hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde yeniden siyasi gündemin merkezine yerleşti. Ilias Alami, Tom Chodor ve Jack Taggart tarafından kaleme alınan bu yazı, sanayi politikalarının küresel ölçekte nasıl dönüşmekte olduğunu, bu alandaki yeni fırsat ve kısıtları, küresel güç dengeleri ile finansal bağımlılık ilişkileri ekseninde ele alıyor ve sanayi politikalarının “normalleşmesi” söyleminin ardındaki asimetriler ile gelişmekte olan ülkelerin karşı karşıya kaldığı sınırları anlamak isteyenler için kapsamlı bir değerlendirme sunuyor.

Sınıf savaşı olarak iklim krizi: Matt Huber ile söyleşi

Matt Huber’ın Climate Change as Class War (2022, Verso) adlı kitabı, iklim krizine sınıf temelli yaklaşımıyla Anglo-Amerikan çevrelerde önemli tartışmalar başlattı. Tüketim odaklı anlatıları reddeden ve krizi üretim ilişkilerindeki iktidar yapıları üzerinden yeniden çerçeveleyen Huber’a göre, iklim krizi esasen bir sınıf savaşıdır—ve bu savaş, enerjiyi, sanayiyi ve üretim araçlarını elinde tutan egemen sınıflara karşı verilmelidir. Berkay Koçak’ın sorularını yanıtlayan Huber, bu sınıf merkezli yaklaşımın Küresel Güney’de, yarı-çevre ekonomilerde ve özellikle Türkiye gibi neoliberal bağlamlarda nasıl karşılık bulabileceği üzerine düşünmeye davet ediyor.

Finansallaşma kıskacında borcu anlamak

Borç, günümüzde toplumsal cinsiyet rollerini, sınıfsal ilişkileri ve emek süreçlerini köklü bir şekilde dönüştüren bir yeniden üretim mekanizmasına dönüşmüş durumda. Peki, borçlanmanın giderek kaçınılmaz hale gelmesinin ardında hangi yapısal dinamikler var? Elif Karaçimen ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşide, borç olgusunu ele alarak hanehalklarının borçlandırılma süreçlerindeki özel rolünü ve Küresel Güney’deki şirketlerin, bağımlı finansallaşma dinamikleri altında borç mekanizmalarına nasıl entegre olduklarını tartışıyoruz.

Neoliberalizmin çoklu krizleri

Historical Materialism Konferansının bu yıl Kadir Has Üniversitesinde gerçekleşen İstanbul ayağı vesilesiyle yakaladığımız Alfredo Saad-Filho ile Burak Ceylan’ın gerçekleştirdiği bu söyleşi, çoklu krizin her kriz başlığını ayrı ayrı ele almak yerine, bu başlıkların ilişkiselliğini vurguluyor. Finansallaşma ile ekolojik yıkım arasındaki bağlantıyı hatırlatan Saad-Filho, neoliberalizm ile devlet arasındaki ilişkinin de altını çiziyor.

Bir yoksulluktan diğerine kapitalizm ve Türkiye

Yoksulluğu toplumun dışında, marjinal bir olgu olarak ele alan ana akım sosyal bilimler literatürünün önemli bir bölümü onu bireyin kendi tercihlerinin bir sonucuna indirger. Ahmet Haşim Köse ve Serdal Bahçe ile yaptığımız bu söyleşi, yoksulluğu konuşmak için öncelikle “nasıl bir toplumda yaşadığımızı” sormak gerektiğine yapılan vurguyla, yoksulluğun kapitalist bir toplumdaki kendine özgü biçimlerine dikkat çekiyor. Köse ve Bahçe, yoksulluğu kendi başına bir olgu, yoksullaşmayı ise bireysel tercihlerin bir sonucu olarak ele almak yerine onun, tarihsel olarak işçileşmenin ayrılmaz bir dışa vurumu olduğuna işaret ediyor.