tezgâh

Kapitalizmin krizi ve neofaşizmin yükselişi

Le Pen, Trump, Putin, Bolsonaro, Modi, Meloni... Artık adlarını bir çırpıda saydığımız bu “aşırı sağ” liderlerin küresel ölçekteki yükselişi, kökleri günümüz kapitalizminin krizlerine ve çelişkilerine dayanan küresel bir dalgaya mı işaret ediyor? Yeni kitabı “La nouvelle internationale fasciste”de [Yeni Faşist Enternasyonal] Ugo Palheta’nın iddiası bu. Ona göre, ne kadar milliyetçi olurlarsa olsunlar aşırı sağcı bu liderler birbirleriyle sadece faşist 'kan kardeşliğinde' buluşmuyor, kapitalizmin krizine karşı gelişen, eşitlik nefretine dayalı, küresel bir 'sınıf kardeşliği' de inşa ediyor.

Şili’de yeni anayasanın reddi

2019'da Pinochet diktatörlüğünün bakiyesi olan anayasanın değişmesi talebiyle sokaklara dökülen, ardından 2020'de yapılan referandumda ise %78 gibi baskın bir kabul oyuyla yeni anayasa sürecinin resmen başlamasını sağlayan Şili halkı, yaklaşık iki yıl sonra geçtiğimiz eylül ayında yine sandığa gitti. Bu kez iki yıllık süreç sonunda hazırlanan yeni anayasa önerisini oylayan Şilililer, anayasayı hazırlama görevini yerine getirmek için seçim yoluyla bir araya gelen meclisin oluşturduğu taslak metne %62'lik oranla 'ret' oyu verdiler. Camila Vergara, ilk bakışta şaşırtıcı gelen, hala yürürlükte olan Pinochet'den miras anayasanın değişmesini isteyenler için hüsran verici olan bu sonucu yaratan mekanizmaları ve Şili halkını bekleyen süreci tartışıyor.

Kapitalizm sizi unutmaz

"Günümüzde sol adına krizde olan şey, devrim fikrinin ta kendisi." O hâlde çağdaş teorinin, "devrimci" praksisin imkânlarından söz etmek nasıl mümkün olabilir? "Aklın Sol Yarısı" kitabının yazarı Razmig Keucheyan, bu söyleşisinde, eleştirel teorinin çağdaş akımları, stratejik düşünce ve solun krizi bağlamlarında bu sorunun yanıtını arıyor. Kapitalizmin, eleştirel teorilerin gündeminden büyük ölçüde çıktığını vurgulayan Keucheyan'a göre, siz onu unutmaya çalışsanız da kapitalizm sizi unutmaz.

Pasolini’nin külleri

Filmleriyle, yazılarıyla, yaşamıyla ve siyasi duruşuyla sinema dünyasının en tartışmalı yönetmenlerinden biri olan Pier Paolo Pasolini, toplumsal normları yıkan, burjuva toplumu karşısına alan sinema anlayışı ile hafızalardaki yerini koruyor. Sinematek Sinema Evi'nin doğumunun yüzüncü yılı vesilesiyle yönetmenin tüm filmlerini izleyiciyle buluşturduğu ve tartışmaya açtığı günlerde kaleme alınan bu yazıyla Lütfü Doğan, Pasolini sinemasını anlamaya ve onun kamerasının izinden günümüz toplumunu sorgulamaya davet ediyor.

Zalim İyimserlik üzerine

“Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği...” Geçtiğimiz yıl 28 Haziran’da kaybettiğimiz, Cruel Optimism, Desire/Love, The Hundreds gibi kitaplarıyla bildiğimiz Lauren Berlant’a göre bu zincire bir de “iyimserliğin zalimliği”ni eklemek gerekiyor. Siyasal düşüncenin kurucu metinlerinde bulduğumuz ama sonra günümüze dek uzun yıllar boyunca “unutulan”; aklın ve rasyonel eylemin karşısında bireysel, içsel, özel olanın alanına sıkıştırıldığı için siyasal/toplumsal olarak görülmeyen duyguların hiç de öyle basitçe “bireysel” meseleler olmadığını gösteren çalışmalarıyla siyasallığa ve duygusallığa dair kavrayışımızı besleyen Berlant’ı ölüm yıldönümünde, Cruel Optimism (Zalim İyimserlik) kitabı üzerine yazdığı bu kısa ama yeğin metniyle anıyoruz.

Hikâyemiz de mücadelemiz de ortak

ODTÜ’de araştırma görevlisi olarak çalışan sosyolog Sibel Bekiroğlu ve siyaset bilimci Mehmet Mutlu, haklarında yürütülen hukuksuz dava süreci bahane edilerek 9 Haziran’da açığa alındı. ODTÜ yönetimi tarafından ellerine tutuşturulan hitapsız, imzasız bir belgeyle öğrendikleri bu açığa alınma haberine karşı üniversite yönetimi ile bir görüşme talebiyle 20 Haziran’dan bu yana Rektörlük önünde nöbetteler. Sibel'i ve Mehmet'i nöbet alanında ziyaret ettik. Birinin elinde Ernst Bloch'tan Umut İlkesi, öbüründe Yaşar Kemal'den İnce Memed, ODTÜ Rektörlüğü önündeki merdivenlerde oturuyoruz. Yaşanan hukuksuz süreci, üniversiteye dönük saldırıları ve hepimizin ortak hikâyesini konuşuyoruz...

Mistik ve gündelik komünizm

Komünizm nedir? Ya da, komünizmden ziyade komünizmlerden mi söz etmek gerekir? Müteveffa antropolog David Graeber bu yazısında aşkın bir ideal, sınıfsız bir toplum teorisi, mutlak bir tarih anlayışı, bir devlet biçimi olarak bizi "gelecekte" bekleyen "mistik" Komünizmin yanında, aslında neredeyse insanlık kadar eski ve her türden insan ilişkisini düzenleyen içkin bir dayanışma ve işbirliği ilkesi, tatbik edilmesi gereken bir pratik olarak hep yanı başımızda olan "gündelik" komünizme doğru ufkumuzu genişletiyor.

Horgörü öğünü

Geçtiğimiz günlerde Twitter gündemini abes bir tartışma işgal etti: “Eve temizliğe gelen gündelikçiye yemek verilmeli mi?” Abesliği bir yana bırakılırsa, memleketin sınıfsal-kültürel yarıklarına güçlü bir ışık tutuyordu bu tartışma: gündelikçi ile işvereni “özgürce” girdikleri düşünülen bir pazarlıkta eşitleyerek “aralarındaki sözleşme neyse o” diyenler bir yanda, açıkça “verilmez” diyenler ile “performansına bağlı” diyenler öbür yanda... Bu neoliberal cüretkârlığın ve dobralığın yanında bir tutum daha vardı ki o, belki de daha örtük ve sinsi bir “aşağılama” ile “yemek verilmeli” diyenlerin diline sirayet ediyordu. Mehmet Mutlu bu yazıda, yoksulun maruz kaldığı, iyilik ve cömertlik tınısıyla dillendirilen işte bu şiddet söylemine işaret ediyor.

Mikroiş sitelerinin karanlık yüzü

Kimilerine göre, fuzuli işlerin yapay zekâ ve robotlar tarafından yapıldığı, işçilerin ise sanat ve spor faaliyetleri ile ilgilendiği gelecek artık uzak değil. Amazon’un Mekanik Türk’ü de dâhil olmak üzere mikroiş sitelerindeki kitlesel sömürünün izini süren Phil Jones, bu sırça masallar köşküne bir taş atıyor. Görkemi dağılan hayalin arkasındaki gerçek ise korkutucu: Platform Kapitalizmi hepimiz için geliyor; hem de 19. yüzyıldan miras sömürü yöntemlerini geliştirerek. Jones’un yeni kitabından alınan bu kesit, mikroiş sitelerindeki ücret, puanlama sistemleri gibi mekanizmalara odaklanarak uzaktan çalışmanın acımasız yüzüne projeksiyon tutuyor.

İnsanlık dışı kapitalizm

Salgın sonrası dünyada kapitalizmin merkez ve çevre ülkelere sunduğu yol haritaları arasındaki farka dikkat çektiği bu yazısında Prabhat Patnaik, IMF’nin iktisadi politikalarını ele alarak kapitalizmin doğasına dair mülahazalar yapıyor. IMF’nin mevzubahis politikalarda uyguladığı çifte standartların bugün palazlanan bir fenomen olmadığını, bilakis bunların kapitalizmin doğasına ve işleyişine has çifte standartlar olduğunu iddia eden Patnaik, iki yılı geride bırakan salgın ve kapitalizm ilişkisine üçüncü dünyadan bir ışık tutuyor.

Lüks komünizminin izinde

“Kavramları reklamcıların elinden kurtarmalıyız” diyordu Deleuze. Komünizmin sürekli “yokluk”, “kemer sıkma”, “zevksiz mimari” gibi çağrışımlarla yapılan reklamı da kapitalizmin gündelik yaşamımız, anlam dünyamız üzerindeki iktidarının uyguladığı manipülasyondan başka bir şey değil. Komünizmin aslında yaşamın kapitalizm tarafından gasp edilen şaşaasını, zenginliğini ve renklerini geri kazanmanın tek yolu olduğunu söyleyen Frédéric Lordon bu yazısında, etik, politik ve estetik düzlemlerin kesişiminde gündelik hayatı mesele edinen bir komünist siyaset rotası çiziyor.

Irkçılığın yayılması için yedi talimat

Jacques Rancière, ironik bir üslupla ırkçılığın yayılması için belirli 'talimatlar' verdiği bu metninde bir ideoloji olarak ırkçılığın nasıl işlediğinin, siyasetin kurumsal veçhelerinden gündelik hayata nasıl sirayet ettiğinin ve toplumsal nazar'ı belirli nesnelere yönlendirerek nasıl kurucu bir hakikat çerçevesine dönüştüğünün ipuçlarını veriyor. 1997 yılında yayımlanan, ırkçılığın ve aşırı sağın siyasal sahneyi yeniden kuşattığı bugünün dünyasında aradan geçen yirmi beş yıla rağmen güncelliğini koruyan bu metin, önemli bir ikaz mahiyeti taşıyor.

Demokrasi diye yutturulmaya çalışılan seçim ritüeli

Fransa'da neoliberal Macron ile faşist Le Pen arasında geçen cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunun üzerinden iki hafta geçti. Solun dağınık ve güçsüz olduğu bir ortamda merkez siyasetin popüler figürü Macron, Le Pen karşısında bir kez daha galip geldi. Aradan geçen beş yılda pek az şeyin değiştiğini ortaya koyan Fransız düşünür Alain Badiou, seçimlerin 10 Nisan'da gerçekleşen ilk turunun hemen ardından yaptığı bu konuşmasında, sahici bir siyasallığın oy vermekten öte, hatta bunun tam aksi kutbunda bir edim olduğunu vurguluyor.

Amazon’u nasıl alt ettik?

Amazon'un New York City'deki en büyük deposunun çalışanları, tüm baskılara rağmen şirkette sendikaya örgütlenen ilk işçiler oldu. Sendikalaşma için yapılan oylama 1 Nisan Cuma günü 2 bin 654 oya karşı 2 bin 131 oyla sendika lehine sonuçlandı. Bu sonuç, 1930'lardan bu yana Amerika Birleşik Devletleri'ndeki en önemli işçi kazanımlarından biri. Eric Blanc'ın Amazon İşçi Sendikası'ndan Angelika Maldonado ile gerçekleştirdiği söyleşi, bu başarıya ilişkin içeriden bir muhasebe.

Güzel Ruhlar ve “Zavallı”lar

Öyle görünüyor ki Yunan yeni dalgasının “tuhaflığı” gerçeklik ile hayaller, arzular, beklentiler, irademiz ve bizi bağlayan koşullar, umutlarımız ve korkularımız, şimdi ve gelecek arasındaki eşzamansızlıktan, şimdinin sabitlikten olabildiğince koptuğu bir düzlemde (gündelik, toplumsal, bireysel) yaşamın öngörülemezliği karşısında yaşanan bir disoryantasyondan türüyor: sona ermekte olan eski ile henüz baş göstermeyen yeninin yarattığı belirsizlikten doğan hilkat garibeleri…

Değişmekte olan bir dünyada özgürleşme ve eşitlik

Kapitalizm basitçe bireyselliğin hüküm sürmesi değildir, o da kendi müşterek dünyasını organize eder. Eşitsizlik üzerine kurulu olan ve mütemadiyen yeniden ürettiği dünyasını… Bu dünyanın gözle görülür kesinliği karşısında eşitlik dünyası ise daima müphem ve deneyseldir; kendilerine özgü zamansallıkları ve kendilerine özgü etki biçimleri olan tekil eylemler, ilişkiler ve bağlar icat edilmesi ve bu icatların çoğulluğu yoluyla sürekli yeniden kurulması ve tekrar tekrar yeniden şekillendirilmesi gerekir.

Yaşanabilir konutu savunmak

Geçtiğimiz dönemin başında üniversite öğrencilerinin "Barınamıyoruz" eylemleri ile gündemin ilk sırasına yerleşen konut sorunu, büyükşehirler başta olmak üzere yurdun dört bir yanındaki yurttaşların başlıca gündemlerinden biri olmayı sürdürüyor. Kentsel hizmetlere ve kamusal mekânlara erişimin yeterince adil olmadığı bir durumda "emlak olarak konut", kiracılığı nasıl güvencesizleştiriyor? 'Yaşanabilir' bir konut nasıl olmalı? Ama daha da önemlisi, biz onu nasıl savunacağız? Mekânda Adalet Derneği'nden Bahar Bayhan yanıtlıyor.

“Yapay zeka bunalımda”

Herhalde teknolojinin hayatımızdaki en şahane “panzehir etkisi” insanları çalışmaktan özgürleştirme potansiyelini gerçekleştirmesi olurdu. Fakat görünen o ki bunun aksine doğru gelişmeler yaşıyoruz ve bu yaygınlaşacağa benziyor. Teknolojik yeniliklerin sağladığı zamandan ve enerjiden tasarruf etme imkânı, çalışanların lehine değil daha ziyade aleyhine sonuçlar üretiyor. Dolayısıyla bu bizi toplumsal ve siyasal bir olgu olarak teknolojinin ne amaca hizmet edeceğini belirleme noktasında insan müdahalesini düşünmeye götürüyor.

Modern gündelik hayat ve ölümün bastırılması

Hem olağan hem şok edici olması hem bir olgu hem de bir gerçeklik olması hem muazzam derecede öznel hem de bir o kadar bizden uzak olması ve en nihayetinde hem oldukça uhrevi hem de olabildiğine, dünyevi güçlerin tarih boyunca, ruhani idareyle uzun mücadelelerinin sonucu olarak seküler bir süreçler bütününe içkin olması, ölümü gündelik hayatın belki de en tantanalı konusu haline getiriyor.

1 2 3 6