Bu dosyayı en geniş planda “siyaset” mefhumu üzerine konuşmak niyetiyle hazırladık. Kelimenin alelade kullanımı değil de devrimci anlamı üzerine; eşit, özgür ve adil bir dünyayı var etmeye, eşitsizliği ve sömürüyü altüst etmeye dönük söz, eylem, hareket ve pratikler demeti olarak siyaset…
Neoliberal dönemde sınıf bilincinin gelişimine dair handikapları aşma becerisi, 2021 yılının sonu itibariyle yükselişe geçen işçi eylemlerinin ne derece anlamlı siyasal sonuçlar üretebileceğinin de ölçütü olacak. İşçi sınıfı tekrar güneşin altındaki yerini alırken sosyalizme dair hafızayı da tazelemek, sosyalizmi emekçi sınıfların kurtuluş
Sağın karşısında kazanılan anti-neoliberal zafer ve mevcut tarihsel sınırlılıklar arasındaki gerilimde, o tarihsel sorudan kaçış yok: Seçimler ile mevcut düzeni değiştirmek mümkün mü?
Emekçilerin iktidar bloku içerisinde kurucu bir unsur olmadığı günümüz dinamikleri göz önüne alındığında bu yazının kaleme alınmasına sebep olan temel
"Sandık, Sokak ve Ötesi: Türkiye’de Siyasallaşma Biçimleri" başlıklı dosya kapsamında Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selma Gürkan ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Hem Türkiye’de emekçi sınıfların siyasete yaklaşımını hem de halkçı-demokratik güçlerin önümüzdeki sürece nasıl yanıt verebileceğini konuştuk. Bir solukta okunacak bu söyleşide
İşçi sınıfının siyasal eylemselliği üzerine odaklanan bu söyleşide konuğumuz, son zamanlarda gelişen işçi direnişlerinin etkin isimlerinden biri olan Umut-Sen Örgütlenme Koordinatörü Başaran Aksu. Halil Can İnce ve Ulaş Taştekin’in yürütücülüğünde gerçekleşen bu söyleşide Aksu, direnişçi işçilerin siyasetle ilişkisine ve özellikle Anadolu’daki işçilerin
Anton Jäger’in yakın zamanda ortaya attığı “hiper-politika” kavramına bir eleştiri sunma amacı güden ve hiper-politikaya karşı “post-politika” kavramında ısrar eden Özgür Umut Baz'ın bu yazısı, kavrama dair birtakım tarihsel ve teorik mülahazalar yaparak kapsayıcı bir tanım ortaya koymaya çalışıyor ve Jäger’e yönelttiği
Bugün demokrasi üzerine yeniden düşünmeyi zorunlu kılan koşullar onun sembolik ve siyasal anlamına da dönüp bakmayı gerektiriyor. Lefort bu zorunluluğu demokrasilerden totalitarizme geçişi anlamak için hissetmişti. Günümüzde de siyaset teorisi, neoliberalizmin halkın egemenliği idealiyle kurduğu göstermelik bağı ve kitlelerin halk olma, kendisini
Alan Shandro’nun "Lenin ve Hegemonya Mantığı: Sınıf Mücadelesinde Siyasal Pratik ve Teori" başlıklı Lenin anlatısı, kendisinden öncekilerin iddia ettiğinin aksine, onun hakkında söylenebilecek sözlerin tüketilmesinin zor olduğunu okuyuculara hatırlatıyor. Kitabın 1970’lerde adeta yeniden keşfedilen "hegemonya" kavramının Leninist "proletarya hegemonyası" biçimindeki halatlarını belirginleştirme
Neoliberal devletlerin dayattığı önceliklere karşı yaygın ve aktif bir direnişe tanık olmamıza rağmen, bu direniş özgürleşme ve demokratik kontrole dayalı alternatif projelerin zayıflığı ile de maluldü. Kısmen "yalıtılmışlık" faktörü yüzünden kısmen de eski özgürlük dilinin bir kıymet-i harbiyesinin olmadığına inanılması ve yeni
Siyasi pratik ve sokak üzerine konuşmak, meseleyi siyasal olan’ın ve siyasetin doğrudan görünüm ve biçimlerinden başlayıp çok daha dolaylı, alternatif, saklı biçimlerine kadar geniş bir konu yelpazesinde ele almayı gerektiriyor. Bununla birlikte, sokak’ın ve genel olarak hayatın çeşitli uğraklarının siyasal muhtevası üzerine
Bazı “ayrıcalıklı” insanlar için yeni yeni “görünür olan”, bir “farkındalık” meselesinin konusu olan yoksulluk olgusu dünyanın çoğunluğu için görünürlük ve farkındalığın ötesinde yoksunlukla malûl bir “yaşam deneyimi”nin ta kendisi –hem de yüzyıllardır! “Madun konuşabilir mi?” Bu ikircikli soruya kesin bir yanıt aramayı
Yoksulluğu toplumun dışında, marjinal bir olgu olarak ele alan ana akım sosyal bilimler literatürünün önemli bir bölümü onu bireyin kendi tercihlerinin bir sonucuna indirger. Ahmet Haşim Köse ve Serdal Bahçe ile yaptığımız bu söyleşi, yoksulluğu konuşmak için öncelikle “nasıl bir toplumda yaşadığımızı”
Büyük beklentiler yaratan ve “artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına” dair heyecan uyandıran bir isyan, hangi nedenlerle öncesinden de kötü bir noktada sona erdi? Bu sorudan hareketle Ulaş Taştekin, Arap coğrafyasındaki halk ayaklanmalarının Mısır ayağına odaklanarak tartışmaya ilişkin gözlemlerini paylaşıyor.
Arjantin ve Türkiye’nin iki çevre ülke olarak küresel piyasalara eklemlenme biçimlerinin ortaklaşmasının yanında taşıdıkları özgüllükleri de vurgulayan Kübra Altaytaş'ın bu yazısı, neoliberal finansallaşma süreçlerinin bu iki ülkede neden olduğu borçlandırma dinamiğinin farklılaşan sonuçlarına odaklanıyor.
Pınar Kahya, Hindistan siyasetinde yoksulların sesinin neden duyulmadığını, neredeyse göz göre göre binlerce insanın pandemi koşullarında ölüme nasıl terk edildiğini, Modi’nin psikolojisinden, meditasyon ve inançlardan ziyade tam da maddi koşullar zemininde tartışıyor.
Dönemin sol kültürünün farklı fraksiyonlara ait süreli yayınlarını, dernek tüzüklerini, kongre konuşmalarını tarayan Candaş Ayan, “1960’ların sonlarında Türkiye solu yoksulluğu nasıl tanımlıyordu ve yoksullukla mücadele pratikleri nelerdi?” sorusunun yanıtının izini sürüyor. Yazı, 60’lar sol siyasetinin bu can alıcı sorunu nasıl kavradığını ortaya
Pandemi sürecinde unutulanları, açlıkla salgın arasında yaşam mücadelesi vermeye mecbur bırakılanları hatırlamak ve hatırlatmak, toplumun en temel sorunlarının başında gelen yoksulluğu gündeme getirmek bugün her zamankinden daha önemli. Biz de pandemi sürecinde böyle bir mücadelenin sahadaki en aktif unsurlarından biri olan Derin
Ardahan Özkan Gedikli, neoliberal politikaların kent mekânında yarattığı mekânsal tahribatla kol kola giden kent yoksullarının sosyo-mekânsal damgalanması ve kriminalize edilmesi süreçlerini, Ankara’nın “meşhur” Çinçin semti üzerinden gösteriyor.
Romantik bir bakışın nesnesindeki yoksullar, daima dışarılarda bir yerlerde bizi bekleyen, bir öteki olarak hep karşılaştığımız, uzaktan izleyip baktığımız, ilgimize mazhar olurlarsa imajlarını kaydettiğimiz bir “başka dünyadanlık” taşırlar. Kriminalize edici söylemin aksine, oralarda bizim kendimizin bulamadığı sahici ilişkiler, iyi niyetler, güzellikler görür
Andy Merrifeld bu yazısında, Marx’ın lümpen proletarya kavramını odağına alarak, ama ona Frantz Fanon ve Bakunin üzerinden eleştiri de getirerek, “tehlikeli sınıflar” etrafında örülebilecek bir siyasallığın imkânlarını tartışıyor. Spinoza’nın dediği gibi, “avam korkmazsa korkutucu olur”; Merrifield da, Kara Panterler’den Balzac romanlarının lümpen