Emperyalist hegemonya rekabetleri, yeşil dönüşüm ve yeniden sanayileşme

Soğuk Savaş sonrasında "ebedi" addedilen küreselleşme söylemi paramparça olurken, 2008 krizi, pandemi ve iklim felaketleriyle derinleşen çoklu krizler sarmalında kapitalizm, farklı renkleriyle yeniden organize olmaya çalışıyor. “Yeşil” ve “gri” tonları arasında salınan bu yeni dönemin nasıl şekilleneceği henüz meçhul, ancak ona esas rengini verecek olanın toplumsal/sınıfsal mücadeleler olduğu da açık. Bidenomics'ten Avrupa Yeşil Mutabakatı'na uzanan "yeşil kapitalizm" projelerinin, Küresel Güney üzerindeki hegemonya mücadelesinden bağımsız okunamayacağını ortaya koyan Berkay Koçak’tan bu kapsamlı tartışmaya dair ilk notlar...
18 Mayıs 2025

Küreselleşmenin evrensel ölçekte kaçınılmaz bir tarihsel süreç olarak ilan edildiği Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana geçen otuz yıllık dönemde, kapitalizmi tek merkezli bir düzen içinde örgütleme çabası; 2008 küresel finansal krizi, COVID-19 pandemisi, derinleşen iklim krizi ve artan hegemonya rekabetleri tarafından ciddi biçimde sınandı. Bu gelişmeler, 1970’lerden bu yana süregelen birikim krizlerini derinleştirirken, aynı zamanda krizlerin küresel ölçekte etkisini genişletti.

Günümüzde kalıcı bir olgu haline gelen ‘çoklu krizler’ (polycrisis) dönemi, başlangıçta kendisini kozmopolit ve evrensel bir fenomen olarak sunan küreselleşmenin farklı merkezlerde parçalanıp bloklaşmasına neden oldu. Bu durum blokların kendi içindeki ilişkilerini derinleştirirken, aynı zamanda bloklar arasında gerilimleri arttırdı.

Bu çerçevede “çoğullaşan küreselleşme” kavramı, küreselleşmenin parçalanarak farklı bloklara ayrılmasını ve bu bloklar arasında çeşitli düzlemlerde derinleşen bir rekabetin ortaya çıkmasını ifade etmektedir. Dolayısıyla, Küresel Kuzey ile Küresel Güney arasındaki, ayrıca her birinin içindeki gruplaşmalar, bloklaşmalar ve rekabet dinamikleri farklı biçimlerde yeniden şekillenmiştir.

Pandemi sonrası dönemde çoklu kriz konjonktürünü birkaç önemli bileşeni ile tarif etmek mümkün:

Küresel ekonomik yavaşlama ve durgunluk

Kapitalizmin 1970’lerden bu yana süregelen istikrarlı büyüme, kârlılık, istihdam ve kalkınma gibi temel alanlardaki kronik sorunları, neoliberal dönemin başından itibaren bastırılmış, ötelenmiş ve çözülmekten ziyade manipüle edilmişti. Özellikle 2008 Küresel Finansal Krizi sonrasında yeniden etkisini hissettiren bu kriz dinamikleri, Covid-19 pandemisiyle yaşanan ekonomik durgunlukla birleşerek çok katmanlı, karmaşık ve kaotik bir sürecin önünü açtı.

2010’lar boyunca hâlihazırda ivme kaybeden küresel ekonomik büyümenin kesintiye uğraması, büyümenin lokomotifi konumundaki ülkelerin eş zamanlı krizlere sürüklenmesi, tedarik zincirleri ile talep dengelerindeki bozulmalar ve istihdam kayıpları, pandemi sonrasındaki kapitalist durgunluğun başlıca dinamiklerini oluşturdu.

Pandemi süreci ve sonrasındaki durgunluk; dünyanın pek çok bölgesinde ekonomik büyümeyi zayıflatırken istihdamı azalttı ve esnekleştirdi, pandemi sürecinde kamu kaynaklarıyla desteklenen büyük sermaye gruplarının piyasadaki ağırlığını artırarak tekelleşme eğilimlerini derinleştirdi. Ekonomik büyümenin yavaşlaması, tek başına belirleyici bir unsur olmasa da, küreselleşme dönemiyle iç içe geçen uluslararası ekonomik sistemin çoklu ve birbirini tetikleyen krizlerine zemin hazırlamaya devam ediyor.

İklim krizi

Çoklu kriz konjonktürünün en temel bileşenlerinden biri olan iklim krizi, tüm dünyayı etkileyen kapsamıyla ve üretim ilişkilerini doğrudan sarsan yapısıyla, parçalanmakta olan küresel düzenin en derin ve uzun erimli tehdidi konumunda yer alıyor. Artan küresel sıcaklıklar, karbon emisyonundaki yükseliş, deniz seviyelerinin yükselmesi ve daha sık yaşanmakta olan doğal afetler gibi fiziksel etkilerle birlikte, doğal kaynakların, biyoçeşitliliğin ve yaşanabilir çevrelerin tükenişi hız kazanmakta, bu süreçler ekonomik, siyasal ve toplumsal kriz dinamiklerini küresel ölçekte yeniden üretmekte. İklim krizine karşı geliştirilen uluslararası yanıtlar ise, Paris Anlaşması ve COP15 gibi yaptırım gücü zayıf, gönüllülüğe dayalı çerçevelerle sınırlı.

Yeşil dönüşüm, ekonomik büyüme ve yeniden sanayileşme

Pandemi sonrası dönemde, merkez kapitalist ülkeler (Küresel Kuzey), küresel emperyalist hiyerarşideki konumlarını koruyabilmek amacıyla yeniden ekonomik büyüme dinamiklerini harekete geçirmeye yöneldi. Pandemi surecinde, söz konusu ülkelerdeki kapitalist tekeller ve egemen sınıflar, kamu kaynaklarından sağlanan olağanüstü devlet destekleriyle kârlılıklarını önemli ölçüde artırmış, ancak bu toparlanmayı sürdürülebilir bir sermaye birikimi sürecine dönüştürememişlerdi.

Ekonomik büyümeyi yeniden sağlamak isteyen sermaye sınıfları, pandeminin yarattığı stagflasyon (durgunluk + yüksek enflasyon) zemininin ortadan kalkması ve küresel ölçekteki rekabeti sürdürmek için, yüzlerini yeniden üretim yapacakları stratejik alanlara (askerî ve teknolojik) ve var olan çeşitli üretim ilişkilerinin yeniden kurgulanmasına dönük bir arayışa döndü.

Öte yandan iklim kriziyle mücadele zorunluluğu, kapitalist sistemin yaşadığı tıkanıklıklara teknolojik inovasyon, rekabetin canlandırılması ve üretim ilişkilerinin yeniden örgütlenmesi yoluyla yanıt verme arayışıyla birleşti. Bu bağlamda, mevcut küresel hegemonya rekabetleri, iklim krizine yanıt üretmeye dönük planlarla iç içe geçen kapitalist yeniden yapılanma süreçlerini şekillendirmeye devam ediyor.

Bir yandan Küresel Kuzey’de siyasal alanda etkili olan küresel tekno-tekeller, büyümeyi ve rekabeti artırmak isterken, öte yandan bu büyümeyi mümkün kılacak yeniden sanayileşme ve altyapı kapasitesi yaratımı zorunluluğu ve enerji bağımlılıkları, iklim krizi gündemiyle doğrudan iç içe geçmekte. Bu çerçevede, yeniden sanayileşmeyi sağlarken aynı zamanda doğal kaynak temelli enerji bağımlılığını azaltmayı hedefleyen “yeşil dönüşüm”, Küresel Kuzey’de yakın zamana kadar çatışan sınıfsal çıkarların geçici de olsa kesiştiği bir zemin olarak görülmüş (Bidenomics) ve pandemi sonrası dönemde şekillenen yeni mücadelelere verilen yanıtların merkezî ekseni haline gelmişti.

Yeniden büyüme hedefi doğrultusunda yeşil dönüşüm ve yeşil bir yeniden sanayileşme yaratma çabasına yönlendirilmek üzere, Küresel Kuzey ülkelerinde (özellikle ABD ve AB) mobilize edilmekte olan kaynaklar, öncelikle pandemi sonrası kapitalizmin içine girdiği durgunluğu aşma amacıyla kullanılmaya başlandı. Bu doğrultuda, Biden yönetimi döneminde yürürlüğe sokulan IRA (Enflasyonu Düşürme Yasası) ve AB’nin kendisini bağladığı kapsamlı dekarbonizasyon ajandası (European Green Deal) gibi atılımlar, uluslararası kalkınma stratejilerini de yeniden ölçeklendirdi.

Yeşil dönüşüm ve yeniden sanayileşme ajandalarının elbette çok boyutlu, stratejik ve yüklü gereksinimleri var.

Ancak bu zamana kadar gördüğümüz dönüşüm, sanıldığı gibi kamusal yararı önceleyen bütüncül bir strateji değil, daha ziyade sermaye birikim rejiminin yeni çerçevesini oluşturacak şekilde tasarlanıyor. Stratejik planlamadan enerji altyapısına, yeşil işgücünün inşasından finansal mimariye kadar her alanda kamu yararı sınırlı tutulurken, piyasa aktörlerine tarihsel ölçekte kaynaklar aktarılıyor. Yeşil dönüşüm için gerekli olan bu yapısal kapasite, neoliberal çerçevede özel yatırımları teşvik etmek ve riskleri kamuya devretmek şeklinde işliyor. Enerji dönüşümü, çoğu zaman üretim-tüketim zincirindeki ekolojik yükü dağıtmak yerine, yeni stratejik bağımlılık ilişkileri yaratıyor.

Bu bağlamda, yeşil sanayileşme ajandasının sadece teknik değil, aynı zamanda sınıfsal ve mekânsal boyutları olan bir siyasal mücadele alanı haline geldiğini görmek gerekiyor. Kapitalist merkezlerde “yeşil büyüme” adına geliştirilen stratejiler, emek piyasalarının daha da esnekleştirilmesini, kamu yatırımlarının özel sektör lehine yeniden yönlendirilmesini ve çevresel maliyetlerin Küresel Güney’e ihraç edilmesini içeriyor. Yeşil dönüşümün gerektirdiği altyapı ve üretim stratejileri, küresel ölçekte bir yeniden ölçeklendirme süreci doğururken, bu süreç hangi aktörlerin ne tür bir dönüşüme liderlik edeceği sorusunu da beraberinde getiriyor. Dolayısıyla yeşil dönüşüm ve yeniden sanayileşme, yalnızca iklim krizine dönük bir çevre ve kalkınma stratejisi değil, kapitalizmin yapısal krizlerinde ürettiği çelişkilerden çıkış için inşa edilmekte olan yeni birikim modelinin meşruiyetini üretmeye çalışan kapsamlı bir siyasal proje olarak da değerlendirilmeli.

Emperyalist hegemonya rekabetleri

Elbette, bu çoklu kriz ortamında kapitalizmin yaşamakta olduğu çelişkiler ve iklim krizine yönelik geliştirilen yönelimlerin uluslararası boyutları kritik bir önem taşımaya devam ediyor. Yeşil dönüşüm ve yeniden sanayileşme başlıklarının küresel ölçekteki temel belirleyeni ise emperyalist hegemonya rekabetleri. Küresel kapitalizmin emperyalist hiyerarşisi ve jeopolitik yapısı içerisinde bu iki başlık, yalnızca küresel bloklar arasındaki mücadeleleri değil, aynı zamanda blokların kendi içindeki rekabet dinamiklerini de belirleyen bir çerçeveye oturuyor.

Bu bağlamda, yeşil sanayileşme ve altyapı dönüşümünün uluslararasılaştırılması; Küresel Kuzey ile Küresel Güney ülkeleri arasındaki eşitsiz ilişkiler üzerinden, mevcut küresel kurumlar aracılığıyla kalkınma odaklı projelere dönüştürülerek küresel sermaye dolaşımını yeniden etkinleştirme aracı haline geliyor. Pandemi sonrası dönemde bu yönelim, kapitalist yeniden yapılanmanın en iddialı ve kapsamlı başlıklarından biri olarak öne çıkıyor.

Küresel Kuzey liderliğinde şekillenen büyüme stratejileri doğrultusunda hareket eden Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kurumlar, pandemi sonrası siyasal ve ekonomik istikrarsızlıklarla mücadele eden bazı Küresel Güney ülkelerinin büyüme ve kalkınma programlarını yeşil dönüşüm ve dekarbonizasyon odaklı şekilde yeniden yapılandırmaya başladı. Bu süreç, bazı çevrelerce Küresel Kuzey’den Küresel Güney’e doğru işletilen bir “Yeşil Marshall Planı” olarak tanımlandı.

Öte yandan, Küresel Güney’in kendi aralarında bloklaşan ülkeleri, ekonomik büyüme ve yeşil dönüşüm gündemlerine dair sanayileşme perspektiflerini büyük ölçüde güncellemeye başlamış bulunuyor. Başta Çin olmak üzere çeşitli ülkeler, Küresel Kuzey’de ivme kazanan yeşil dönüşüme kendi üretim kapasitelerini entegre ederek altyapı hazırlıklarına yönelmekte. Bu doğrultuda gerçekleştirilen birçok stratejik yatırım; yenilenebilir enerji kaynakları, telekomünikasyon altyapısı, enerji üretimi, elektrikli araçlar (EV) ve sürdürülebilir altyapı projeleriyle destekleniyor. Hindistan, Brezilya, Endonezya, Meksika ve Güney Afrika gibi tarım ve doğal kaynak ihracatına dayalı ekonomilere sahip ülkeler ise, Küresel Kuzey’de başlayan yeniden sanayileşme ve stratejik yatırım süreçlerinin ana tedarikçisi haline gelmek üzere, büyüme modellerini dayandırdıkları sektörleri yeniden konsolide etmeye çalışmakta.

Ancak, yeşil dönüşüm ve yeniden sanayileşme ajandasının uluslararasılaşmasına dair son birkaç yıla yayılan bu ivme, yapılan analizlerin ve geliştirilen stratejik planlamaların öngördüğünden farklı olarak önemli zorluklarla da karşılaşıyor.

Pandemi sonrası dönemin yarattığı istikrarsızlık ve giderek sertleşen hegemonya rekabetleri, yeşil dönüşüm ve yeniden sanayileşme başlıklarında da, diğer pek çok alanda olduğu gibi, ön plana çıkıyor. Emperyalist hegemonya mücadelesi, bloklaşan küreselleşme sürecinde yalnızca ekonomik ve teknolojik alanlarda değil, aynı zamanda ardı ardına ortaya çıkan askerî çatışmalarla da derinleşiyor. Pandemi sonrası dönemde başlayan Ukrayna-Rusya savaşı, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları, Sahra-altı Afrika’daki askerî bloklaşmalar ve iç savaşlar ile Tayvan çevresinde tırmanan gerilimler, bu hegemonya mücadelesinin öne çıktığı başlıca çatışma noktaları arasında yer alıyor.

Küresel kapitalist sistemin merkezinde konumlanan Amerika Birleşik Devletleri ise, 2024 yılı sonu itibarıyla bu yeni dönemin paradigmalarını sınayan kritik bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Trump liderliği etrafında şekillenen ve teknokratik-oligarşik bir örgütlenme biçimini “stratejik” olarak benimseyen küresel teknoloji ve enerji sermayesi grupları, içsel hizipleşmelerine ve çelişkilerine rağmen, önceki dönemde yeşil dönüşüm için ayrılan kaynaklarını yapay zekâ, savunma ve gözetim sistemleri ile kripto finans altyapısı gibi kendi egemenlik alanlarını güçlendirecek sahalara yönlendirmeye başlamış bulunuyor. Bu yönelim aynı zamanda, devlet aygıtının siyasal işleyişine doğrudan ve organik biçimde dâhil olan sermaye aktörlerinin; güvenlik, sosyal politika, sınır denetimi, kalkınma ve altyapı sağlama gibi temel kamusal hizmetleri kurumsal çerçevelerden ziyade kişiselleşmiş ve özel çıkar odaklı yapılar aracılığıyla üstlenme eğilimini de pekiştiriyor.

Öte yandan Trump yönetimi, küresel düzeydeki rekabet dinamiklerini yeniden şekillendirmeyi hedefleyen ekonomik korumacılık politikalarıyla, barındırdığı tutarsızlıklara rağmen, yaşanmakta olan bloklaşma süreçlerini ve hegemonya mücadelelerini daha da derinleştirmekte. İklim krizine yönelik geliştirilen çok taraflı kalkınma stratejilerini büyük ölçüde dışlayan bu yaklaşım, pandemi sonrası dönemde daha belirgin bir hatta ilerlemekte olan yeşil dönüşüm sürecine yönelik küresel yönelimi de sekteye uğratmakta.

Trump yönetiminin attığı bu adımlar, başta Avrupa Birliği olmak üzere birçok ülkede yeşil dönüşüme odaklanmış politikaların dikkatini dağıtmakla kalmayıp, aynı zamanda jeopolitik denge arayışlarını da bozuyor. Bu bağlamda yeşil dönüşüm ekseninde kurgulanan büyüme stratejileri, yerini giderek daha fazla güvenlik ve askerî harcamalarla sağlanmaya çalışılan kısa vadeli büyüme modellerine bırakıyor. Sonuç olarak, Küresel Kuzey ülkeleri yeşil dönüşüm için ayrılan kaynakları yeniden düzenlerken, iklim krizine karşı planlanan düzenleyici politikaları da gevşetmeye başladı.

Kapitalizmin tarihindeki ilk büyük kriz olarak kabul edilen 1873 Paniği ve onu izleyen çeyrek asırlık durgunluk dönemi (Uzun Depresyon), küresel hegemonya mücadelelerini, korumacı politikaları ve çoklu kriz sarmalını tetikleyerek nihayetinde emperyalist paylaşım savaşlarına ve dünya ölçeğinde köklü bir dönüşüme zemin hazırlamıştı. Yaklaşık 150 yıl sonra, günümüzde şekillenmekte olan küresel konjonktür de, 2008 sonrası kapitalizmin içine girdiği yapısal durgunluk, derinleşen küresel hegemonya rekabeti, korumacı yönelimler, yeniden sanayileşme çabaları ve iklim krizinin sert etkileriyle benzer bir tarihsel momentin içinde ilerlemekte.

Özetlenen çerçevede, yeşil dönüşüm ve yeniden sanayileşme yalnızca teknik ya da çevresel meseleler olarak değil; kapitalizmin yeni hegemonik yapısını inşa etmeye dönük ideolojik ve siyasal projeler olarak ele alınmalıdır. Bu projeler, parçalanarak ve bloklaşarak ilerleyen küreselleşme sürecinin tetiklediği yeni hegemonya mücadeleleri içinde şekillenmekte ve kapitalist sistemin tarihsel krizlerini aşmak üzere kurgulanan yeni birikim rejimlerinin hem meşrulaştırılması hem de küresel ölçekte tahkim edilmesi işlevini görmektedir. Ancak tıpkı önceki birikim rejimlerinde olduğu gibi, bu yeni yapılar da eşitsizlikleri derinleştirme, çevresel maliyetleri coğrafi olarak dışsallaştırma ve sınıfsal karşıtlıkları keskinleştirme eğilimi taşımaktadır. Dolayısıyla kapitalizmin “yeşil” ve “gri” tonları arasında salınan bu yeni dönem, yalnızca bir dönüşüm değil, aynı zamanda toplumsal mücadelelerin, direniş biçimlerinin ve karşı çıkışların da yeniden şekillendiği bir çatışma zemini olarak kavramsallaştırılmalıdır.


YAZI DAVETİ: Günümüzde kapitalizm, 2008 krizinin ardından derinleşen yapısal sorunlarla, artan küresel gerilimlerle ve iklim krizinin yarattığı varoluşsal tehditlerle karşı karşıya. Tarihsel benzerlikler bize bu krizler sarmalının yeni toplumsal dönüşümlere gebe olduğunu gösteriyor. Textum Dergi olarak, bu çok boyutlu krizlerin ekonomik, politik ve sınıfsal etkilerini bütünlüklü bir şekilde ele almayı; özellikle iklim krizi ve yeniden sanayileşme tartışmaları ekseninde Türkiye'nin konumunu analiz etmeyi hedefliyoruz. Bu tartışmaları kolektif bir zeminde yürütmek ve farklı disiplinlerden katkılarla zenginleştirmek için tüm araştırmacıları ve ilgilileri bu ortak çabaya davet ediyoruz. Katkılarınız için bize yazın: https://textumdergi.net/iletisim/