Romi Crawford: “Nefes Alamıyorum”

COVID-19'un ve George Floyd vakasının aynı sürekliliğin içerisinde tezahür ettiğini kabul etmek artık bir zorunluluk haline gelmiş durumda. Neden mi? Çünkü ikisi de ABD'deki ırki ve sınıfsal ayrımı açık bir şekilde gözler önüne sermekte.

ABD'deki "Nefes Alamıyorum" eylemlerinden bir görüntü. Fotoğraf: Nam Y. Huh, Associated Press

“Nefes alamıyorum”. ABD’nin bugünlerdeki durumunu en iyi tanımlayan söz bu olmalı. Ulusal muhayyilede tekrar yer edinen bu sözler, aslında 2014’te New York’ta bir polis tarafından boğularak öldürülen siyah genç Eric Garner’ın sözleriydi. Bu noktada elimizdeki polis şiddeti vakası o kadar çok ki, bununla ilgili her gün çıkan COVID-19 istatistiklerine benzer bir kayıt tutulsa yeridir. Belki de COVID-19 vakaları ve polis şiddeti vakalarını birlikte gösteren ortak bir tablo hazırlamak hiç fena olmaz. Şu çok açık ki bu iki vaka türü arasındaki bağlantıyı kurabilmek artık hiç olmadığı kadar mühim. Bugün COVID-19 da siyahlara uygulanan polis şiddeti de birer pandemi.

2020 yılında, koronavirüs ile ırkçı polis şiddetinin tarihsel gidişatı, “nefes alamıyorum” ifadesinde birbiriyle örtüşür hale gelmiş durumda. Bu ifade hem mevcut COVID-19 ikliminde, hem de 25 Mayıs’ta George Floyd’un Minneapolis’te maruz kaldığı polis şiddeti hadisesinde yankı bulmakta. Bugünlerde tüm dünya bu iki hadiseye kilitlenmiş; ikisinde de “nefes”in oynadığı rol karşısında afallamış durumda. Bir tarafta COVID-19 ve beraberinde getirdiği nefes alma mücadelesi, bir diğer yanda Eric Garner’ın 6 sene önceki sözlerini yeniden dillendiren George Floyd’un yakarışı, “nefes alamıyorum”.

Garner ve Floyd’un 6 yıl arayla dile gelen yakarışları arasındaki “tuhaf benzerliği” görmek pek de zor olmasa gerek. Bu benzerlik, hem medya hem de Minnesota ve öteki eyaletlerdeki protestocular tarafından da defalarca kez zikredilmiş durumda. Ancak “nefes alamıyorum” çığlığı ile mevcut COVID-19 krizi arasındaki benzerlik üzerine pek konuşulmuş değil. Bugüne kadarki yaklaşımlar çoğunlukla bu iki meseleyi birbirinden ayrı değerlendirmek eğiliminde oldu. Bu doğru, bunlar oluştukları koşullar açısından birbirlerinden tamamen farklı iki mesele. Fakat bu ikisinin paylaştıkları çok önemli bir özellik mevcut: ırkçı ve ekonomik baskı. Mevzubahis iki meselenin arasında bir nebze boşluk bırakmak mantıklı olabilir; ama, ne var ki, bunları birbirine yanaştırmak da bir o kadar mantıklı.

COVID-19 pandemisini ve George Floyd hadisesini ayrı potalarda eritmektense aralarında bağlantı kurmak hayati bir önem teşkil ediyor. Zira bu noktada çok önemli bir fırsatla karşı karşıyayız. Bu fırsat, “nefes alamıyorum” ifadesinin dünyanın her tarafına nüfuz etmesinden kaynaklanan; gerek dünyadaki benzer başka birtakım örneklere, gerek mevcut salgın durumuna istinaden bu ifadenin getirdiği küresel etkiden doğan bir fırsat. Bu ifadenin küredeki tüm sağlık sistemlerinde çınlayışı ve ABD sokaklarında rutin olarak telaffuz edilişi, hareket ve değişim’i, ister istemez, beraberinde getiriyor. COVID-19 ile George Floyd’un ölümünün koşulları birbirinden farklı olsa da ikisinin de yarattıkları sonuçların temelinde ABD’deki ırk ve sınıf eşitsizlikleri yatıyor. Nitekim, COVID-19 ölüm istatistikleri de George Floyd vakası da Amerikan toplumundaki ırki eşitsizliği açıkça ortaya koyuyor. Yalnızca silahsız bir siyah adam güpegündüz bir polis tarafından boğularak öldürebilirdi, hem de etraftaki insanların ve olayın içindeki diğer üç polisin gözleri önünde.

COVID-19’un ve George Floyd vakasının aynı sürekliliğin içerisinde tezahür ettiğini kabul etmek artık bir zorunluluk haline gelmiş durumda. Neden mi? Çünkü ikisi de ABD’deki ırki ve sınıfsal ayrımı açık bir şekilde gözler önüne sermekte. Paylaştıkları ortak zemini teşhis etmek birçok anlamda verimli olacaktır. Bu teşhisi koymak, aynı zamanda süregelen ırkçı şiddeti ve kemikleşmiş ırk adaletsizliğini anlayabilmek, bunların siyah insanların bedenleri üzerindeki etkisini görebilmek üzerine de oldukça yararlı olacaktır. Siyahların hipertansiyona ve kalp hastalıklarına yakalanma riskini artıran şeyin ta kendisi bu ırk adaletsizliğidir. Achille Mbembe’nin “Nefes Alma Hakkı” metninde de söylediği üzere, “bundan ne kadar kaçarsak kaçalım, son kertede her şey bizi beden’e geri getiriyor”. Siyah beden, uzun yıllar süren ırkçı şiddetin ve baskının getirdiği bir sonuç olarak karşımıza hipertansiyon ve kalp hastalıklarından muzdarip bir biçimde çıkıyor. Bu hipertansiyon ve kalp hastalıkları, en nihayetinde COVID-19’u siyah beden için daha ölümcül ve daha yüksek hayati risk teşkil eden bir hale getiriyor. Öyle ki, otopsi raporuna göre hipertansiyon ve birtakım kalp hastalıkları George Floyd’un boğularak ölmesinde rol oynamış olabilir. Tüm bunları değerlendirdiğimizde COVID-19 kaynaklı bir ölümün ve George Floyd’un ölümünün, nefessiz kalma hususunun yanı sıra, önkoşullarının da birbiriyle ilişkili olduğunu görüyoruz. Aralarındaki bu ilişki hafife alınmamalı, zira bu ilişki siyah bedenin ABD’deki konumunu apaçık şekilde gözler önüne seriyor.

“Nefes alamıyorum” ifadesi, artık siyah bedenin üzerine kazınmış bir ifade. Bu ifadenin aynı anda hem hastane koridorlarından hem de sokaklardan yükselip birbirine karışan yankısı, sarsıcı olduğu kadar tüyler ürpertici de. Bu rahatsız edici, çünkü nefes almak en temel insan hakkı. Yaşam, ilk nefesle başlayıp son nefesle sona eriyor. “Nefes almak” yaşam’ın sembolü olduğu müddetçe “nefes alamayan” siyah insanların yaşamları çok önemli bir tehlikeye sahne oluyor. Bu belki her zaman için geçerli, ancak şu anda, COVID-19 ve polis tarafından maruz kalınan ırkçı şiddetin kesiştiği noktada nefes almak her zamankinden daha elzem bir konumda.


*Romi Crawford’ın 3 Haziran 2020’de Critical Inquiry‘de yayımlanan “Connecting Breaths” başlıklı bu yazısı Özgür Umut Baz tarafından textum için Türkçeye çevrilmiştir. Yazının başlığı, çeviride “Nefes Alamıyorum” olarak kullanılmıştır. Kaynak: https://critinq.wordpress.com/2020/06/03/connecting-breaths/.