Yükseköğretimde Öğrenci Borçluluğuna Şili’den Bir Bakış: Yükseköğretime Erişimin Tabana Yayılması ya da Bir Borçlandırma Aracı Olarak Üniversite Hayalinin Pazarlanması
Giriş
Açıklanan son verilere göre, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki mevcut öğrenci borçluluğu 1.56 Trilyon Dolar. Her ne kadar küresel marketle eklemlenme biçimi oldukça farklı olan bir ülkenin dış borcu ile ABD ekonomisinde ortaya çıkan öğrenci borçluluğunu karşılaştırmak bizlere analitik bir veri sunmayacak olsa da meselenin ciddiyetini anlatmak açısından bir veriyi daha paylaşalım: İçinden geçtiği krize oldukça yakından şahit olduğumuz Yunanistan’ın dış borcu, bu rakamdan daha az. Böylesi bir meblağı İngiltere gibi diğer merkez ülkelerde ortaya çıkan rakamlarla düşünüp; bir de çevre ülkelerdeki borç miktarlarını eklediğimizde, öğrenci kredilerinin hem neoliberal finans sistemi hem de neoliberalizm sınırlarında dönüşen yükseköğretim için ne kadar hayati olduğu gözler önüne seriliyor.
Elbette ki böylesine büyük meblağlar bir gecede ortaya çıkmadı; ancak, bu meblağların oluşmasına zemin hazırlayan ekonomik-politik değişiklikler bazı ülkeler için tek bir gecede yaşandı. Amerika kıtasının güneyine doğru ilerlediğimizde, Türkiye’de yaşanan 12 Eylül 1980 darbesinin ilk ayak seslerini 11 Eylül 1973 tarihinde Şili Santiago’sunun sokaklarında duyarız. Tıpkı ülkemizde yaşanan darbenin bir ürünü olan Yükseköğretim Kurumu (YÖK) gibi kurumsal bir dönüşümü Şili yükseköğretim sisteminde de gözlemlemek mümkün. 1954 senesinde kamu yararı güdülerek ulusal üniversiteler arasındaki koordinasyon sağlamak üzere kurulan -ve yazının devamında Rektörler Konseyi olarak anılacak olan- CRUCh[1] adlı kurum, Pinochet hükümetinin önderliğinde bir dizi yasal düzenlemeye tabi tutuldu ve 1981 yılında bugünkü görev tanımını da belirleyen yeni biçimini kazanmış oldu. Takiben gelen bir dizi değişiklik ile yükseköğrenimin özelleştirilmesinin, ya da yaşanan yapısal dönüşümün savunucuların sözleriyle devlet üniversitelerinin verimsizliği ve rekabet güçlerinin zayıflığı sebebiyle marketin disipline edici gücüne bırakılmasının,[2] önü açıldı. Daha da açık ifade etmek gerekirse, yaşanan dönüşüm ile üniversiteler artık halk yararı güdülerek yükseköğrenim sağlayan kamusal kurumlar değil; hizmet sunan birer şirket olarak yeniden kurgulandı. Öğrenciler de bu hizmeti satın alan müşteriler olarak öğrenci kredileri aracılığı ile sisteme dahil edildi.
Elbette ki öğrencilerin neoliberal bankacılık sistemine dâhil edilme süreci, irade temelli yollar ile hayata geçirildi. Başka bir deyişle, borcu alan öğrenciler kendi rızaları ile borcun yükümlülüklerini ve kredi kullanımından doğacak olası kazanımlarını rasyonel süzgeçlerden geçirip kendilerine sunulan sözleşme şartlarını kabul ettiler. Buradaki rıza ve rasyonel tercih vurgusunun liberal iktisadi kuramın yapı taşını oluşturmakta olduğunu bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Bununla birlikte, sorgulanması gereken önemli bir nokta ise şu: Borç yükümlülüklerinin altına giren öğrencilerin rızaya dayalı rasyonel tercihleri, hangi şartlar altında oluştu?
Neoliberal yapısal dönüşümler ile birlikte sosyal yardım harcamalarının azalmakta olduğu ve sosyal devlet desteklerinin özel sektöre devredildiği kırk yılı aşkın bir süredir konuşulageldiğinden, bu yazının konusu öğrenci borçluluğunu ortaya çıkaran nedenler üzerine olmayacak. İçinde yaşadığımız neoliberal market ilişkilerinde şekillenen birçok tekil örnekte, öğrenci borçluluğu da tıpkı ihtiyaç kredilerinin ortaya çıkardığı borçluluk hali gibi “ya marjinalleşme olasılığını ertelemek ya bu olasılığı azaltmak ya da marjinalleşme tehlikesinden kaçmak için başvurulan son umut.”[3] Kestirmeden söylemek gerekirse, öğrenci borçluluğunun ortaya çıkmasına neden olan etmenler, bir yanıyla neoliberal piyasacılığın yok ettiği sosyal harcamalar; diğer yanıyla da finansal içerme süreçleri ile toplumun her katmanının neoliberal finans sistemine dahil edilmesi ve bu sayede kapitalist birikim süreçlerinin devamlılığının sağlanması.[4]
Bu yazı, hâlihazırda eleştirel literatürde analizleri yapılan bu nedenler üzerine bir özet sunmak yerine; öğrenci borçluluğunun oluşması ile ortaya çıkan durum, yani şu an içerisinde bulunduğumuz hâl üzerine yapılan tartışmaları iki temel eksende ele alacak. Tartışmanın bir ayağında, öğrencilere açılan kredi imkânlarının üniversitelere erişimi arttırdığını savunan pozisyon ele alınırken; diğer taraftan borcu bir şiddet biçimi olarak değerlendiren ve bu bağlamda borcun yıkıcılığının öğrenciler üzerindeki etkileri üzerine tartışan pozisyon üzerine bir değerlendirme sunulacak. Şili örneği iki açıdan kıymetli görülerek bu yazının temel odağını oluşturacak. İlk olarak, Pinochet darbesi ile neoliberalizmin laboratuvarı olarak anılan Şili’de yaşanan sürece Türkiye’den bakmanın, kendi tekilliğimizde yaşadığımız dönüşümü küresel ekonomik-politik dönüşümler ile birlikte okumayı kolaylaştıracağı umut edilmekte. Aynı zamanda Şili’nin özgül noktalarının gözden kaçırılmaması adına, ülkedeki üniversite sisteminin tarihselliği de genel hatlarıyla vurgulanacak. Şili örneğini kıymetli yapan bir diğer husus ise, özellikle 2011 ve 2019 yıllarında ülkeyi sarsan öğrenci protestoları ile borcun baskısının öğrenci hareketliliğine dönüşümünü gözlemleyebilmemizi sağlamasıdır. Yazının sonuç kısmında, bu öğrenci hareketlerinin taleplerinden yola çıkarak üniversitenin toplumsallığı üzerine birkaç not düşülecek. Yazının ana fikri ise şu şekilde özetlenebilir: Neoliberal piyasa içerisinde geçimin asgari koşullarının ancak ve ancak beyaz yaka işler ile sağlanabiliyor olması durumu,[5] yükseköğretime devamlılığı bir zorunluluğa dönüştürmektedir. Dolayısıyla kredi borçları aracılığıyla yükseköğretime eklemlenmek, öğrencilerin piyasa baskısı içerisinde geliştirdikleri bir stratejiye dönüşmektedir. Bu anlamda öğrenci borçluluğunu öğrencilere sunulan ve yükseköğrenime erişimi sağlayan bir avantaj olarak değerlendirmek gerçeklikten oldukça uzakken; ortaya çıkan borç ve etkileri üzerinden öğrencilerin borca yönelmesi ve yükseköğretim ile kurdukları ilişkiyi açıklamak mümkün değildir. Şili öğrenci eylemlerinde yükselen öğrenci taleplerine kulak vererek üniversitenin toplumsallığını anlamak ve bu toplumsallık içerisinde borcun işlevine odaklanmak ise bize bütüncül bir analiz imkânı sağlamanın yanı sıra; Türkiye’de sıklıkla gündeme gelen KYK kredisi borçları, özel bankaların bünyesinde verilmeye başlanan öğrenci kredileri ve öğrenci kredilerinin geleceği üzerine yeniden düşünmemize yardımcı olabilir.
Şili Yükseköğretim Sisteminde Tarihsel Ayak İzleri
Şili’de yükseköğretim sisteminin dönüşümünü anlamaya yönelik tarihsel bir bakış açısı karşımıza dört farklı dönem çıkaracaktır: Modern[6] sistemin kuruluşuyla başlayıp yasal değişiklikler ile Şili Üniversiteleri Rektörleri Konseyi’nin yapısını değiştiren 1967-68 reformlarına kadar olan birinci dönem; 1967 yılı ile başlayıp 1973 darbesi ile son bulan reform dönemi; askeri hükümet ile son bulan reform sürecini takip eden ve 1980 yılına kadar izini sürebileceğimiz ara dönem; neoliberal dönüşümün yaşandığı 1981 reformları ile başlayan dördüncü dönem. Sıralanan bu dört uğrak yükseköğretim sisteminin temel kırılmalarını ve eğilimlerini temsil ettikleri ölçüde önem kazanmaktadır.[7]
Bahsi geçen ilk dönem hem Şili’deki üniversite sisteminin kurulmasında hem de günümüzde karma sistem olarak anılan üniversite yapısının inşa edilmesi açısından bizlere genel bir çerçeve sunmaktadır. 1842 tarihinde kurulan Şili Üniversitesi’nin ardından, ülkede köklü bir geleneğe sahip olan özel üniversiteler sahneye çıkmakta ve 1888 yılında Şili Katolik Üniversitesi[8] kurulmaktadır. Bu kısa yazının odağı neoliberal dönem olduğundan, ilk tarihsel periyod fazlasıyla hızlı geçilecek olsa bile Şili’de üniversitelerin kuruluş süreci bizlere üniversitelerin toplumsallığı ve toplumsal bilgi üretimi üzerine sürdürülen mücadelenin iktidar mücadelesinden bağımsız düşünülemeyeceği[9] üzerine oldukça kıymetli veriler sunmaktadır. Kısaca değinmek gerekirse, Şili’nin kolonyal döneminin mirası olan ve belli bölgelerde varlığını sürdüren köklü aileler, güçlü oldukları bölgelerde özel üniversiteler kurmaya başladılar. 1956 yılına gelindiğinde, ülke genelinde ikisi devlet üniversitesi, üçü Katolik kilisesine bağlı özel üniversite ve gücü tarihsel süreçlerden gelen bölgesel ‘elit’lerin[10] kurduğu üç adet özel üniversite vardı.[11] Bu üniversitelerin temel misyonu da -ulusal hedeflerden ziyade- özellikle endüstriyel ve iktisadi bölgesel kalkınmayı sağlamak olarak tanımlanmaktaydı. Görüldüğü üzere bir yandan genel olarak kıtada özel olarak ise Şili’de önemli bir politik aktör olan Katolik kilisesinin; diğer yandan kolonyal geçmişin getirdiği bölgesel güç öbeklerinin varlığının üniversitelerin oluşum sürecine doğrudan yansıdığını söylemek mümkündür.
1980 sonrası yükseköğretimin yeniden yapılandırılma süreci başlayıncaya kadar geçen süreçte, ülkede yalnızca bu sekiz üniversite mevcuttu ve var olan altı özel üniversite de oranları değişmekle birlikte devlet desteği almaktalardı. Bu sebeple, bu üniversiteler “devlet üniversitesi özellikleri taşıyan özel üniversiteler”[12] olarak değerlendirilmektedir. Brunner[13] ise çalışmasında, Şili’deki üniversite yapısını tanımlamak için (i) devlet üniversiteleri, (ii) ‘tarihsel’ özel üniversiteler ve (iii) ‘yeni’ özel üniversiteler olarak üçlü bir kategorilendirmeye giderek; erken dönemde kurulan bu altı özel üniversiteyi, neoliberal dönemde kurulan üniversitelerden ayırır. Cruz-Coke’un[14] yaptığı diğer bir ayrımda ise geleneksel üniversiteler ve özel üniversiteler olarak iki ana kategori oluşturulup; bu iki kategori de kabaca kendi içerisinde laik ya da inanç temelli üniversiteler olarak yeniden farklılaştırılır. Şili Eğitim Bakanlığı ise birinci tarihsel süreçte ortaya çıkan bu farklılaşma sebebiyle, (i) devlet üniversiteleri; (ii) devlet destekli özel üniversiteler ve (iii.) özel üniversiteler kategorileri ile üniversiteleri sınıflandırmaktadır.[15]
Özetle, modern Şili yükseköğretiminin 1967’ye kadar sürecek olan kısmı bizlere iki önemli şey söylemektedir. İlk olarak, Şili’de özel üniversite geleneği neoliberal dönem öncesine dayanmaktadır. Bu durum, aşağıda değinilecek olan 1980 sonrası yaşanacak dönüşüme bağlı olarak özel üniversitelerin oldukça yüksek bir ivme ile artışını kolaylaştırıcı bir etmen olarak not edilebilir. İkinci olarak ise, günümüz Şili’sinde üniversitelerin kategorilendirilme biçimlerini de doğrudan etkileyen devlet-kilise ve bölgesel ‘elit’ler ekseninde şekillenen üçlü yapının bizlere gösterdiği gibi, üniversitelerin yapısı kuruluş aşamalarından itibaren toplumsal çelişkilere göbekten bağlıdır.
1973 darbesiyle oldukça kanlı bir biçimde durduruluncaya kadar sürecek olan ve reform dönemi olarak anılan ikinci dönemde, 1967-68 öğrenci hareketleriyle üniversitelerde yankısını bulan ve yukarıda bahsedilen ‘geleneksel’ üçlü yapıyı sarsan bir çelişki daha açığa çıkmaktadır. Bu dönemde öğrenci hareketlerinden doğan baskıyla üniversitelerin yapısının demokratikleştiği, idari kadroların öğrencilerin katıldığı seçimlerle belirlendiği[16] bir süreç yaşanmaktadır. Aynı zamanda bu dönemde, yükseköğrenime popüler erişimin de arttığını gözlemliyoruz. Ülkede var olan bu sekiz üniversitenin yapısının tamamen şekillendiği 1957 senesinde yaklaşık olarak 20,000 olan üniversite öğrencisi sayısı, 1973 senesinde 146,000’e çıkmış; üniversitelere ayrılan kamu bütçesi ise bu süreçte iki kat artmıştır.[17] Darbeyle başlayıp 1981 senesinde uygulanacak olan değişikliklere kadar geçen üçüncü dönemde ise, askeri hükümetin güç aygıtı kullanarak bu hareketlerin kazanımlarını durdurduğu görülmektedir. Bir yanıyla öğrenci hareketliliği bastırılırken diğer yanıyla kazanılan demokratik haklar, artan devlet bütçeleri ve popüler erişim bu süreçte törpülenmiştir.[18]
Darbe hükümeti, ara dönem olarak bahsedilen bu üçüncü dönemde öğrenci hareketliliğini bastırıp üniversitelerde kazanılan hakları temizledikten sonra 1980 yılında çıkarılan 3541 Nolu yasa ile 1981 ve sonrası olarak anılacak neoliberal dönemin gelişini haber verdi. Bu yasa Pinochet hükümetinin yapısal reformlarla ülkenin ekonomik modelini dönüştürüp market mantığının hüküm sürdüğü bir ülke yaratma amacını, üniversiteler üzerinde de uygulayabilme hakkı veriyordu. Yasaya göre, devlet başkanına üniversiteler özelinde de yeniden yapılandırma hakkı tanımlanmıştır. 1981 yılının daha ilk günlerinde 1, 2 ve 3 Nolu kanun hükmünde kararnameler yayımlanmış ve üniversitelerdeki yeniden yapılandırma sürecinin somut olarak başladığı kanun aracılığıyla da duyurulmuştur. Takiben gelen 4 Nolu ve 5 Nolu kanun hükmünde kararnameler ile üniversitelerin rektörlerinin alacağı kararlar da sınırlandırılıp Şili Üniversiteleri Konseyi’nin yetki ve karar kapsamı üniversitelerin özerkliğini sınırlandırıcı yönde dönüştürülmüştür. Oldukça önemli olan bir diğer nokta ise, yükseköğretimde özel sektör ile ‘iş birliği’ sürecinin başladığının duyurulması ve üstelik, üniversite statüsü taşımayan Meslek Yüksekokulları[19] ve Teknik Eğitim Merkezleri[20] adıyla iki tip yükseköğretim kurumunun daha kurulacağının haber verilmesidir.[21] Hem açılan özel üniversiteler hem de yeni tip yükseköğretim kurumları ile birlikte yükseköğrenim gören öğrenci sayısında da artış yaşandı.
Paralel olarak, Şili Rektörleri Konseyi de 1981 yapısal değişiklikleri ile başlayan süreci yükseköğretimde hâkim paradigmanın piyasa mantığına uygun biçimde dönüştüğü yönünde değerlendirir.[22] Neoliberal dönem Şili’sinde üniversiteler özelinde verilen iktidar mücadelesinin sermaye lehine olduğu açıkça görülmektedir.[23] Fakat yaşanan değişiklikler ve ortaya çıkan sayısal verilerin sonuçları üzerine yapılan tartışmalar, aşağıda değinileceği üzere oldukça çeşitlilik gösterir.
Eğitimin Tabana Yayılması(?): Piyasacı Bakış Açısıyla Yükseköğretimde Yaşanan Dönüşümü Anlamak
Yukarıdaki grafikte[24] görüleceği üzere, 1981 yapısal dönüşümünün ardından yalnızca on sene gibi kısa bir sürede, ülkede kırk adet özel üniversite kurulmuştur. Fakat, yeni kurulan devlet üniversitesi sayısı sadece on ikidir. Ayrıca tabloda gösterildiği üzere, kanun hükmünde kararname ile kurulan yeni iki tip yükseköğretim kurumunun artışı dikkat çekmektedir. Bu artış sonrasında, 1980 yılında 18-25 yaş arası gençlerin yalnızca %7,5’i yükseköğretime erişebilirken; bu oran iki katın üzerinde bir artış göstermiş ve %15,6 olmuştur.
Bir yandan açılan yüksek eğitim kurumlarıyla yükseköğrenime erişen öğrenci sayısı artmaktayken; diğer yandan, yükseköğretime ayrılan bütçe, kamu bütçesi üzerinde yük olarak değerlendirilmiş ve ciddi kesintilere gidilmiştir.[25] Dolayısıyla yükseköğretimin finansmanının nasıl sağlandığı ayrı bir soruya dönüşür. Bu noktada, 1994 senesinde Dayanışma Kredisi adıyla bir uygulama başlatılmıştır. İlgili düzenlemeye göre, yalnızca Rektörler Konseyi’ne bağlı üniversitelerin öğrencileri bu krediye başvurabilecek; kredi ödemeleri mezuniyet tarihinden iki sene sonra başlayacak ve yıllık %2 faiz uygulanacaktır. Kanunun çıktığı 1994 senesinde, 16’sı devlet 9’u özel olmak üzere, ülke genelinde Rektörler Konseyi’ne bağlı toplam 25 üniversite bulunmaktadır. İlgili düzenlemenin hızla artan özel üniversite öğrencilerini dışarıda bırakmasından ötürü 2005 yılında yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Şili öğrenci borçluluğunda bir kırılma noktası olan bu tarih itibariyle, öğrenci kredileri yükseköğretim kurumunun tipinden bağımsız olarak her bir öğrencinin erişimine açılmış ve bu açılma özel bankalara devredilerek yapılmış; öğrencilerin borçlarını ödeyememe durumunda özel bankalara devlet garantisi verilmiştir. Bu kırılma noktasıyla birlikte, devletin yükseköğretimden tamamen elini çektiği ve hedeflenen piyasalaşmanın son aşamasının da gerçekleştirildiği söylenebilir.
2005 yılında yaşanan bu yeniden düzenleme ile öğrenciler, özel yükseköğretim kurumlarının özellikle harç bedellerini çektikleri krediler aracılığı ile sağlayıp yükseköğrenime katılmaya başladılar. Bu durumun, yukarıdaki grafikte de görülebileceği üzere, öğrenci sayısını arttırıcı bir etmen olarak yansıdığını ampirik düzeyde söyleyebilmek mümkündür. Dikkat çekici olan nokta ise, lisans diploması yerine mesleki yeterlilik diplomaları veren ve bilgi üretimi yerine mesleki yeterlilik kazandırmayı şiar edinen diğer iki tip yükseköğretim kurumunun ülke genelinde yayılımının üniversitelerin çok üzerinde olması dolayısıyla, bu kurumlardaki öğrenci sayısının artış hızı da üniversitelerden oldukça yüksektir.
Verilen kredilerin amacı, hâlihazırda yaşadığı maddi zorluklardan ötürü yükseköğretime ayıracak bütçesi olmayan öğrencilere erişim imkânı sağlamak olduğundan; yaşanan değişimin beş temel gelir grubu üzerine etkisine bakmak faydalı olacaktır. Aşağıda bulunan grafikte,[26] G1 ile gösterilen sütun, toplumun en düşük gelire sahip %20’lik dilimini göstermektedir. Buna göre, 1994’te yalnızca Rektörler Konseyi üniversitelerine verilmeye başlanan krediler, en alt gelir grubunun yükseköğretime erişimine radikal bir etkide bulunmamıştır. Alt gelir grubu için esas fark, 2005 senesinde bütün öğrencilere açılan kredi kanalları ile yaşanmış ve bu durumda, 1994 yılında yükseköğretime erişebilme olasılığı %6,4 olan yoksul öğrenciler için, bu oran genel kredi uygulaması başlanıncaya kadar geçen neredeyse 10 senelik sürede yalnızca %10’a çıkmıştır. Kredinin uygulandığı ilk sene sonrasında ise 2006 yılında %3,6 oranıyla bir artış göstermiş ve erişim %13,6’ya çıkmıştır ve devamında da artış eğilimi gözlenmektedir. Verilen öğrenci kredilerinin esas olarak G2 ile temsil edilen alt-orta gelir düzeyine sahip öğrenciler üzerinde etkili olduğu söylenebilir. Kredi öncesi, 2003 yılında %15,0 oran ile yükseköğretime erişebilen G2 gelir düzeyi öğrencileri için bu oran, kredinin uygulanmasının peşi sıra 2006 yılında %17,1’e yükselmiş ve aradan geçen 5 senenin ardından 2011 senesinde bu oran %27,5 olmuştur.
Görüldüğü gibi, bir yandan özellikle özel sektör ‘iş birlikleriyle’ yeni açılan iki tip yükseköğretim kurumundaki hızlı yükseliş diğer yandan kredi kanallarının açılıp öğrencilerin yükseköğrenim giderlerini karşılayabilmesi yükseköğretime erişimi arttırıcı bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Şili yükseköğretiminde neoliberal dönüşüm başlamadan önceki üniversiteye erişim oranı 1980 yılında yalnızca %8,09 iken, 1981 yapısal dönüşüm planlarının uygulanmaya başlanmasının ardından geçen 10 senede -1990 yılında- %14,67’ye çıkmıştır. Kredi kanalları popüler erişime açılmadan hemen önce, 2003 yılında yükseköğretime ülke genelinde erişim %27 oranındayken 2013 yılına gelindiğinde, on senelik bir süreçte %37’ye çıkmış olduğunu görüyoruz.
Elbette bütün bu ampirik verilerin gösterdiği olumlu gelişmeler, liberalleşme süreçlerinin ve neoliberal yapısal uyum programlarının başarı hikayeleri olarak yansıtılması için ana motivasyon kaynağını oluşturur. Örneğin, 2005’te yaşanan kredi kanallarının genişlemesi, devlet bütçesi için bütün öğrencilere kredi sağlamak yük yaratacakken ve öğrenciler de kredilerin yalnızca Rektörler Konseyi üniversitelerine verilmesini redderken bulunan verimli bir çözüm olarak değerlendirilir.[27] Borç yükünün altına girmek öğrenciler için kısıtlayıcı, korku veya baskı yaratıcı bir etmen değil;[28] aksine, daha öncesinde yükseköğretim sisteminden dışlanan ve erişim ihtimali olmayan öğrencilerin yükseköğretime erişimini sağlayan bir etmendir. Bu sayede, beşerî sermayede bir artışın yanı sıra alt gelir grubundan gelen öğrencilerin iş piyasasında karşılarına çıkacak olan eğitim engellerinin aşılmasını sağlayan finansal yatırımı kendilerine yapmalarını sağlamaktadır
Burada karşımıza çıkan, yükseköğretim-öğrenci-kredi ilişkisi üzerine öngörülen ve bu ilişkiyi yeniden kurgulayan (neo)liberal bakış açısıdır. Lloyd Blankfein şirketinin CEO’su olan Goldman Sachs, bankalar ve bankacıların rolünü şu şekilde açıklıyor:[29]
“Bizler, oldukça önemli bir iş yapıyoruz. Biz bankacılar, şirketlerin büyüyerek sermayelerini arttırmalarına yardım ediyoruz. Büyüyen şirketler, refahın artmasını sağlar. Bunun sonucunda, insanlar yeni çalışma olanaklarına sahip olur ve bu durum da daha fazla büyüme ve daha fazla refah artışını sağlar.”
Eğitimin devamlılığını sağlayacak öğretim katkılarının büyük ölçüde özel bankalara devredilmesi ve oldukça sınırlı miktarlarda verilen bursların haricinde eğitim masrafının karşılanmasının tek yolunun özel banka kredilerine dönüşmesi, her bir tekil gencin (kişisel-kültürel) sermayesini arttırmak için başvurduğu bir ‘banka sistemi kurgusu’nu da beraberinde getirir. Burada karşımıza çıkan durum, eğitimin kamu yararı ilkesi temelinde düşünülmeyip tekil bireyin, bireysel sermayeleri üzerinde olumlu etkisi olan bir faktör olarak kurgulanmasıdır. Başka bir deyişle, eğitim artık kamusal bağlamından sıyrılır ve bireysel düzeyde kişinin gelecekte iş edinimini ve market ile entegrasyonu sağlayan, daha nitelikli bir iş bulup gelir düzeyini yükseltmesini sağlayacak bir etap olarak algılanır. Dolayısıyla, Şili özelinde bilgi üretim mekânı olan üniversitelerin sayısının artmasındansa; mesleki formasyona yönelik ve belirli ölçülerde ‘iş garantisi’ sağlayan yeni tip eğitim kurumlarının kurulması ve yükseköğretime erişimin de esas olarak bu yolla teşvik edilmesi sürpriz bir sonuç değil; bilakis neoliberal market mantığının yükseköğretime nüfuz etmesinden kaynaklanan bir sonuçtur. Yine Sachs’ın alıntısından devam edersek, banka kredileri ‘yardım’ıyla üniversitelere erişerek kişisel ‘sermaye’lerini arttıran öğrencilerin, ‘yeni çalışma olanakları’na da sahip olacağı varsayımı buradaki ana belirleyendir. Bunu takiben iş piyasasında, eğitim görmüş kalifiye çalışanların artması ile birlikte piyasanın işleyişinin iyileşeceği ve bunun da refah arttırıcı bir etki yaracağı öngörülür. Neoliberal dönemin özgünlüğü tam da burada ortaya çıkar. 1980 öncesinden farklı olarak, market mantığı artık sadece şirketleri değil; her bir bireyi kendi hesaplarına birer yatırımcıymış gibi ele alır ve dolayısıyla da üniversitenin toplumsallığı tamamen yok sayılarak, yükseköğretime erişmek kişisel sermaye birikiminde bir araç olarak düşünülür.
Dolayısıyla Şili özelinde, değinilen bu bakış açısı yaşanan finansal içerme sürecini sosyal gerçeklik üzerine bütün bir dönüşümü işaret ederek okumaktan oldukça uzak olup; yükseköğretimin toplumsal elitlerden popüler erişime yayıldığını iddia eder.[30] Dünya genelinde ise bu durumun en yalın ifadesini IMF raporlarında bulabilmek mümkündür: “finansal içerme sistemi olmadan, fakir insanlar eğitimlerine ya da kişisel girişimlerine yatırım yapabilmek için yalnız ve yalnızca kendi sınırlı birikimlerine güvenmek zorundadır.”[31] Görüldüğü üzere yükseköğretimin artık kamusal yarar sağlayan bir yapı olarak değerlendirilmediği; aksine belli bir yatırım aracı olarak kurgulandığı aşikârdır. Yine aynı şekilde bir çeşit tüketim kredisi olarak dizayn edilen eğitim kredileri de birikim yapmanın bir yolu olarak sunulur. Böylesi bir bakış açısının öğrenci kredilerinin devletten özel bankalara devredildiği süreçte bankacılık sektörü ve devletin ilgili kurumlarınca yürütülen ‘iş birliği’ süreçlerini tamamıyla göz ardı edip; kredilerin doğuşunu ise bu kredilerin yalnızca Rektörler Konseyi üniversitelerine verilmeyip bütün öğrencilere sağlanması yönünde bir talep ile açıklaması ironiktir.
Üstelik yaşanan neoliberal dönüşümü yükseköğretimin tabana yayılması olarak değerlendiren bakış açısını, kendilerinin baz aldıkları ampirik verilere dayanarak reddetmek bile oldukça kolaydır. Örneğin darbeyle önü kesilinceye kadar, eğitim sistemini elitlerin değil halkın erişimine açmayı amaçlayan ve 1960ların ikinci yarısını sarsan öğrenci hareketliliğinin getirdiği kazanımların sonrasında, ilgili bakış açısının başarı kriteri olarak değerlendirdiği yükseköğretime erişim oranı dikkat çekici bir oranda artmıştır. 1965 senesinde ülke genelinde %4,07 olan yüksek eğitime erişim oranı, 1975 senesine gelindiğinde %11,50’ye yükselmiştir.[32] Üstelik bu artış, ülkede yalnızca 8 üniversite varken sağlanmıştır. Yukarıda verilen neoliberal dönem boyunca yükseköğretim kurumlarının sayılarındaki artış ve erişimdeki iyileşme birlikte düşünüldüğünde, eğitime alt sınıfların erişiminin finansal içerme süreçleriyle değil; eşitlikçi bir eğitim sistemi talebiyle mümkün olacağı ortadadır. Dolayısıyla, karşımıza ampirik verilerin söylediği iddia edilen başarı hikayesinden başka bir gerçeklik bulunmaktadır. Bu argüman da bizleri neoliberal yükseköğretim sisteminin bir iyileşme dönemi değil; bir borçlandırma aracı olduğu yönündeki tartışmalara getirecektir.
Kredi Kullanımının Arttırılmasının Bir Aracı Olarak Üniversiteler: Borcun Şiddeti
Ponce[33] yaptığı çalışmasında Şili’de özel üniversiteler ve krediler aracılığıyla bu şirketleşmiş üniversitelere bağlanan öğrenciler arasında şekillenmiş yükseköğretim sisteminin vaat edildiği gibi sürdürülebilir ya da erişilebilir olmadığını göstermiştir. Daha da önemlisi, ampirik verilere yansıyan erişim oranındaki artışın illüzyon benzeri bir etki olduğunu söyler. Bu iddiasının temelinde ise öğrencilerin neredeyse yarısına yakınının ekonomik nedenlerle dahil oldukları öğretim kurumundan asla mezun olamamaları yatmaktadır.
Bir diğer tartışmalı konu ise, alt sınıf öğrencilere üniversite erişiminin aslında açılmadığı; onun yerine sonradan oluşturulmuş işlevsiz mesleki okulların bu öğrencilere gelecekte iş bulma umuduyla pazarlanıyor olduğudur. Bu noktada, gelir gruplarına göre öğrencilerin hangi tip yükseköğretim kurumlarına yöneldiği (ya da yönelmek zorunda kaldığı[34]) önem kazanır. Yukarıdaki grafikte[35] görüleceği üzere, en düşük gelir grubuna sahip olan öğrencilerin %40’ı Meslek Yüksekokulu ya da Teknik Eğitim Merkezlerine yönelmektedir. En yüksek gelir grubunda yükseköğrenime katılan öğrencilerin ise yalnızca %20’si bu yeni açılan iki tip yükseköğretim kurumunu tercih eder. Yine aynı şekilde, alt orta ve orta gelir grubu öğrenciler için en çok tercih edilen kurumlar, meslek yüksekokulları ile teknik eğitim merkezleridir. Üst orta gelir grubu öğrencilerinde ise özel üniversitelere yönelim ve bu iki tip formasyon kuruma yönelim birbirine oldukça yakın değerdedir. En yüksek gelir grubu için ise, en yüksek tercih oranının özel üniversitelerde olduğunu görüyoruz. Devlet desteği alan Rektörler Konseyi üniversitelerine baktığımızda ise, gelir gruplarının tercih oranlarının birbirlerine yakınsadıklarını görüyoruz. Özetle grafikte kesin olarak karşımıza çıkan veri şudur: Üst gelir grubu öğrencileri meslek yüksekokulu ve teknik eğitim merkezlerine yönelmezlerken; özel üniversitelere yönelimleri oldukça güçlüdür.[36] Beş farklı gelir grubunu da içine alan görece dengeli bir dağılım ise devlet desteği alan Rektörler Konseyi Üniversitelerinde sağlanmıştır. Dolayısıyla, eğitimde eşitlik ilkesi 1980 sonrasının politikalarıyla açılan yeni özel üniversiteler veya yeni tip yükseköğretim kurumlarıyla sağlanmadığı bir kez daha karşımıza çıkar: Üst gelir grubu mesleki formasyon sağlayan teknik okulları yönelmezken; alt gelir grubu ile üst gelir grubu arasındaki fark özel üniversitelere erişimde oldukça yüksektir. Ayrıca Espinoza ve González’in[37] çalışmalarına dayanarak, ülke genelinde en çok burs desteğini veren kurumların Rektörler Konseyi üniversiteleri olması dolayısıyla alt gelir grubu öğrencilerinin bu kurumlara yöneldiğini söylemek mümkündür. Paralel olarak, Rektörler Üniversitesinde burslu okuyan öğrenciler ağırlıklı olarak alt, alt-orta ve orta gelir grubu öğrencilerdir.
Esas kırılma, gelir gruplarına göre ailelerin gelirlerinin yüzde kaçını eğitim masraflarına ayırmak zorunda kaldıklarına baktığımızda karşımıza çıkmaktadır. Aşağıdaki grafikte[38] görülebileceği üzere, en yüksek gelir grubuna ait aileler toplam gelirlerinden yalnızca %18’lik bir kısmı eğitime aktararak eğitim masraflarını karşılayabiliyorken; toplumun en yoksul bölümünü temsil eden G1 gelir grubunun toplam gelirleri bile eğitim masraflarını karşılamaya yetmez. Alt-orta gelir grubu, bütçelerinin yarısını eğitime ayırmak zorundadır fakat bu durumda yaşamak için elzem olan diğer harcamaları nasıl
karşılayacakları bir soruya dönüşür.
Bu durumda, kredi bağımlılığının ve kredi borçluluğunun hangi gelir grubu için daha yüksek olduğunu tahmin etmek zor olmayacaktır. Dolayısıyla, eğitim kredileriyle esas olarak alt gelir gruplarının finansal içerme süreçlerine dahil edildiği iddiası güçlenecektir. Bu durumda, eğitim kredilerinin dönüşüm aşamaları ve işleyiş mekanizması üzerine düşünmek yol gösterici olabilir. Yukarıda da değinildiği üzere, Şili yükseköğretim sisteminde 1994 yılında hayata geçirilen ve Dayanışma Kredileri adı verilen ilk grup öğrenci kredisi Rektörler Konseyine bağlı üniversitelerde eğitimine devam eden öğrencilere verilmektedir. Ayrıca, kredi verilmesinin ön koşulu olarak ihtiyaç sahibi olma ilkesi koyulmuştur. Krediden doğan borcun geri ödemesi ise, mezuniyetin ardından iki sene sonra yıllık %2 faiz oranı işletilerek başlar. Dayanışma Kredileri, doğrudan devlete bağladır. 2005 yılında yaşanan genişleme ile ise Devlet Garantili Krediler uygulanmaya başlanmıştır. Bu kredilerde, devam edilen yükseköğretim kurumunun üniversite olması zorunluluğu ortadan kaldırılmıştır. Ayrıca, ihtiyaç sahibi olma koşulu da bulunmamaktadır. Krediler özel bankalara devlet garantisi ile devredilmiştir.[39] Bu kredilerde ilk Piñera Hükümeti dönemi öğrenci eylemliliğiyle edinilen kazanımlara kadar yıllık ortalama %5,8 faiz uygulanması mevcuttu. Eylemlerin ardından, bu oran %2’ye düşürüldü. Ayrıca, mezuniyetten 18 ay sonra başlayan geri ödeme taksitlerinin, öğrencilerin aylık gelirlerinin %10’undan yüksek olamayacağı koşulu eklendi.[40] Fakat bu durum bankalar tarafınca karlı bulunmadığından, devlet bütçesiyle bankaların karlılığı korunur.[41]
Burada doğan diğer bir sorun ise, 2015 yılına ait verilere göre 15-29 yaş arasındaki gençlerin yalnızca %39’u düzenli bir gelire sahip olabilecekleri bir işte çalışmaktadırlar. 20-24 yaş aralığındaki gençlerin %47’si ve 25-29 yaş aralığında gençlerin %26’sının tek gelir kaynağı aile desteğidir.[42] Yani Şili eğitim sektörü, öğrencileri iş vaadi ile diploma programlarına dahil etmek konusunda oldukça cömert davranırken; Şili emek piyasasında bu diplomaların karşılığı olabilecek iş kanalları oldukça sınırlıdır. Bunun sonucu olarak, 2018 verilerine göre 4.500 milyon dolar olan borcun %27’si temerrüde düşmüştür.
Devlet garantili kredilerin işleyiş mekanizmasına baktığımızda ise, karşımıza dört banka ve dört eğitim devinin adı çıkar. Verilen kredilerin %90’ı, yani 5,3 trilyon dolarlık bir meblağ yalnızca, Scotiabank, Banco Estado, Itau-Corpbanca ve BCI adlı bankalar tarafından dağıtılır. Dolayısıyla, genel olarak böylesi bir finansal yayılmadan ve de özel olarak devlet garantisinden esas olarak faydalanan bu dört bankadır. 2005 yılında 663.679 olan borçlu öğrenci sayısı, 2018 yılında 1.262.771’e yükselmiştir[43] ve bu artışın %70’lik kısmı ülke genelinde bulunan 4 büyük eğitim devinin Laureate, Santo Tomás, INACAP ve San Sebastián şirketlerinin kurmuş olduğu kurumlarda öğretime devam etmektedir.[44] Bahsi geçen bankaların yanı sıra, bahsi geçen bu dört eğitim sektörü devinin de finansal içerme sürecinin asıl kazanını olduğunu söylemek mümkündür. Öğrenciler, bu dört devden birinden aldıkları üniversite kabulüyle adı geçen bankalara başvurduklarında, bankaların kendilerine kredi verme olasılıklarını arttırmış olur.
Sisteme dâhil edilen her bir öğrenciyi müşteri olarak değerlendiren ve üstelik devlet garantisi ile korunan bu bankalar için meselenin en kritik sacayağı ise öğrenci kredileri ile sağlanan likidasyon artışında yatmaktadır. Yukarıda görülen grafikte,[45] öğrenci kredilerinin diğer finansal borçlandırma araçları içerisinde en aktif rol oynayan araç olduğu açıkça görülmektedir. Böylesi veriler ışığında, yeni kurulan sistemin kazanının bankalar olduğunu söylemek güç değildir. Kremerman ve Páez’e[46] göre öğrenci kredileri finansal sistemin likidite ihtiyacını karşılayan esas kaynak olduğu ölçüde, sistemin devamlılığı için gerekli olan “borçlanma zorunluluğunun” kurumsallaşmış biçimidirler.
Bu durumda, öğrencilerin payına düşen ise borcun şiddeti[47] ile karşı karşıya kalmaktır. Bir yandan, borcun baskısı emek piyasasında ciddi bir sömürü yaratır çünkü borç ile karşı karşıya kalan öğrenciler bir işe girmek zorundadırlar[48] ve dolayısıyla kendilerine sunulan herhangi bir maaşı ve her türlü esnek çalışma koşunu kabul etmek zorundadırlar. Pérez-Roa[49] borçlu öğrencilerle gerçekleştirdiği görüşmeler sonucunda, öğrencilerin emek piyasasındaki konumlanışlarının “borç ödemek için çalış” şeklinde özetlenebileceğini söylemektedir. Gálvez ve diğerleri,[50] borcun disipline edici bir güç olduğunun altını çizmektedir. Yaptıkları görüşmelerde, öğrencilerin borcu zorunlu bir sosyal gerçeklik olarak aldıkları ortaya çıkar. Bu durumda, borcun kendisi yüzleşilmesi ve uyum sağlanması gereken bir olgu olarak karşımıza çıkar. Bu uyum sağlama esnasında, öğrencilerin sosyal ve bireysel yaşamlarındaki her bir faaliyet borcun sınırlarında gerçekleşir.
Fakat, burada unutulmaması gereken bir nokta vardır. Yazarlar çalışmaları boyunca Harvey’in “mülksüzleştirme yoluyla birikim” kavramından beslenerek, neoliberal dönem Şili’si için de bütün kamusal ve hane halkı varlıklarının sermayenin tahakkümüne açıldığını; bunun sonucu olarak da halihazırda sosyal hakların ve toplumsal yeniden üretim mekanizmalarının tamamen sermayenin karlılığına sunulduğu genel bir dönüşüm içinden okumak gerektiğini savunur. Bütün toplumsal yeniden üretim mekanizmalarının özelleştiği bir ortamda, öğrencilerin maddi varlıklarını devam ettirebilmek için tek bir çıkışı kalmaktadır ve bu da kredi kullanımıdır,[51] Bu önermeden yola çıkarak, borcun şiddetinden kurtulmanın tek yolunun borç yükünü hafifletmenin ötesinde toplumsal yeniden üretim mekanizmalarını da sermayenin tahakkümünden kurtarmak olduğu söylenebilir çünkü mevcut olan sistemde, öğrenciler hayatta kalma stratejisi olarak borca yönelmektedir. Üstelik böylesi genel bir dönüşüm ideali Şili öğrenci hareketlerinde yükselen pankartlarda ve sloganlarda halihazırda görünür haldedir. 2019 öğrenci protestoları boyunca sokakta olan ve aynı zamanda Şili Öğrenci Federasyonu Başkanlığı görevini de üstlenen Emilia Schneider’in sözleriyle ifade etmek gerekirse: “Yaşanacak olan dönüşüm, içinde bulunduğumuz yaşam biçimini şekillendiren yapısal, iktisadi, kapitalist ve ataerkil damarlara dokunmalıdır.”
Sonuç Yerine: Elbet Bir Bildiği Var Bu Çocukların
-Eğitim bir ayrıcalık değil, haktır!
-Eğitim ticari bir sektör değildir!
-Burs ya da kredi değil ücretsiz eğitim istiyoruz!
Yukarıda alıntısı yapılan sloganlar, 2019 öğrenci hareketlerinde sıklıkla karşımıza çıkan pankartlardan bir derlemedir. 2011 eylemliliklerinde de benzer sloganlar eylemlerin asıl ruhunu oluşturmaktadır. 1960’ların ikinci yarısını sarsan öğrenci hareketlerinin de günümüz Şili öğrenci hareketliliğinin de süreçten kazanımlarla çıktığını söylemek mümkündür. Yukarıda da değinildiği üzere, ancak ve ancak darbenin getirdiği güç kullanımı ile durdurulabilecek kadar güçlü olan 1960lar öğrenci hareketleri, eğitimi ayrıcalık olmaktan çıkarıp halk sınıflarının erişimine de açmayı amaçlamış ve bunun sonucunda da üniversiteye erişim oranlarında ciddi artışlar sağlanmıştır. 2011 eylemleri sonrasında, uygulanan kredi faizlerinde öğrenci lehine iyileşmelere gidilmiştir. 2019 eylemlerinde ise öğrenci eylemleri metroya gelen zam ile başlayıp toplumsal eşitsizliğin ve adaletsizliğin giderilmesi yönünde taleplerle yaygınlık kazanmıştır. Son kertede, Piñera hükümeti yapmış olduğu metro zamlarını geri çekmek zorunda kalmıştır. Önümüzdeki günlerde ise toplumsal eşitsizliklere yasal zemin hazırlayan Pinochet Anayasası’nı değiştirmek üzere bir referandum düzenlenecektir.
Eylemlerde kredi faizlerinin yeniden yapılandırılması, metro zammının geri çekilmesi gibi maddi talepler, özel hedefler olarak ortaya konmuş olsa da eylemlerin kapsamını bu hedeflerle sınırlamak oldukça yetersiz kalır. Şili öğrenci hareketliliğinin esas reddiyesi, eğitimin bir ayrıcalık ya da bir piyasa metası olarak kurgulanmasıdır. Yükseköğretim daha kurulduğu ilk yıllardan itibaren halk sınıflarına oldukça uzak, yalnızca toplumun ayrıcalıklı sınıfların erişebileceği bir konumdadır. Yine yukarıda değinildiği üzere, günümüzde ayrıcalıklı sınıflar gelirlerinin yalnızca %18’ini eğitim masraflarına ayırıp üniversiteye erişebilirken; bu meblağ yoksul halkın toplam gelirinin üstündedir. Öğrenciler kuruluşundan itibaren toplumun ayrıcalıklı sınıflarına daha yakın olan üniversiteye erişebilmenin tek yolu olarak kredilere yönelirler. Dolayısıyla borcun silinmesi, hafifletilmesi ya da faizin düşürülmesi gibi tartışma eksenlerinin daha da derininde, “halk sınıfları için üniversite” fikrini savunmak gerekliliği yatmaktadır.
Bu durumda, üniversite ne azınlığın sahip olduğu bir ayrıcalık ne de ticarileşmiş bir sektör değildir. Eğitim bir haktır ve görülen o ki Şili öğrenci hareketi bu hakkı kazanıncaya kadar, mücadele etmeye devam edecektir. Bu mücadele esnasında, özel hedefler olarak ortaya koyulmuş borca yönelik müdahaleler ya da metro zammının geri çekilmesi gibi kazanımlar bir yana; Şili’yi anayasa değişikliğine götürecek kadar güçlü bir hak arayışı ve neoliberalizmin mantığına tamamen ters bir sosyal eşitlik ve adalet kurgusu yatmaktadır. Bu durum, mücadelenin bizatihi kendisini değerli yapan şeyin ta kendisidir ve Şili öğrenci mücadelesinin maddi -tekil- kazanımları da böylesi bir fikri savundukları ölçüde elde edilebilir hale gelmiştir.
Türkiye’den Şili’ye baktığımızda, eğer bir “neoliberalizm termometre”miz olsaydı, şüphesiz ki Şili, eğitim sektöründe Türkiye’den daha şiddetli bir neoliberal marketin varlığını işaret ederdi. Örneğin, Türkiye’de öğrenci kredileri hala özel bankaların yatırım alanına açılmamıştır. Fakat yaşanan dönüşüm ile birlikte Ziraat Bankası kredilerinin de herhangi bir kamu yararı gözetmeden yürütüldüğünü ya da öğrencilere verilen bir ödenek olarak değerlendirilmediğini söylemek fazla iddialı olmayacaktır. Eğer KYK kredileri kamu bankası tarafından yine kamu yararı güderek öğrencilere verilen bir ödenek olarak düşünülseydi, 280 bin genç icra tehlikesiyle karşı karşıya kalmıyor olurdu. Ortaya çıkan genç işsizliği verileri ve borcun yarattığı baskıyla, Türkiye’de “KYK Borçluları Hareketi”nin başlatıldığını görüyoruz. Cengiz Holding gibi yüksek kazançlı şirketlerin borçları silinirken; öğrencilerin borçlarının silinmiyor oluşuna karşı çıkılıyor ve “KYK borçları silinsin” talebi yükseltiliyor.
Bir yandan, burada sürdürülen mücadelenin kendisi, edinilecek maddi kazanımlardan, 23 Ekim 2020 tarihinde meclise sunulan KYK borçlarının silinmesi yasa teklifinin kabul edilip edilmeyeceğinden bağımsız olarak oldukça önemli olduğu vurgulanmalıdır çünkü Bireysel Emeklilik Sistemi gibi örneklerde gördüğümüz üzere, sosyal haklar birer birer finans sermayesinin kâr aracına dönüştürülürken, tıpkı Şili’de darbe hükümetinin hayata geçirdiği gibi bir dönüşümle sıranın öğrenci kredilerine de gelmeyeceğini söylemek oldukça güçtür. Dolayısıyla yaratılan baskı, öncelikle KYK kredi sisteminin tamamıyla özel bankalara devredilmesi gibi bir dönüşümün önünde bariyer oluşturabilir. Diğer yandan, Şili öğrenci hareketlerinin bize gösterdiği çok açık bir gerçeklik bulunmaktadır: Maddi ve tekil taleplerin yanı sıra “bir kamusal hak olarak eğitim talebi” daha güçlü bir biçimde yükseltilmediği sürece herkes için adil, eşit ve erişilebilir eğitim sistemi dönüşümü tahayyül etmek mümkün değildir.
Referanslar
Basılı Referanslar
Bernasconi, A. ve Rojas, F. (2003). Informe sobre la Educación Superior en Chile: 1980-2003. Digital Observatory For Higher Education In Latin America And The Caribbean .Iesalc Reports No. IES/2003/ED/PI/55
Catani, A. M.; Campbell Esquivel, J.C. ve Porto Gilioli, R. Sousa (2005). La Educación Superior en Chile: Continuidades y Desafíos. Fundamentos en Humanidades, 6:1, ss. 9-20
Consejo de Rectores de Las Universidades Chilenas (2014). 60 años Consejo de Rectores de las Universidades Chilenas. Fyrma Gráfica Santiago.
Cruz-Coke, R. M (2004). Evolución de las Universidades Chilenas 1981-2004. Rev Méd Chile, 132, pp. 1543-1549
Demirguc-Kunt, A., & Klapper, L. (2012). Measuring financial inclusion: The Global Findex Database (No. WPS6025; pp. 1–60). The World Bank.
Espinoza, O (2005). Privatización y Comercialización de la Educación Superior en Chile: Una Visión Crítica. Revista de la Educación Superior , 34 (3), No. 135, ss. 41-60.
Espinoza, O (2017). Acceso al sistema de educación superior en Chile. El tránsito desde un régimen de elite a uno altamente masificado y desregulado Universidades, núm. 74, octubre-diciembre, 2017, pp. 7-30 Unión de Universidades de América Latina y el Caribe Distrito Federal, Organismo Internacional
Espinoza, O. ve González, L. E. (2015). Equidad en El Sistema de Educación Superior de Chile: Acceso, Permanencia, Desempeño Y Resultados. Andrés Bernasconi (Ed.) Educación Superior en Chile: Transformación, Desarrollo y Crisis İçerisinde, 12. Bölüm, Ediciones de la Universidad Católica de Chile
Gálvez, R. Ve diğerleri (2017). Deuda Educativa y Desposesión: De Estudiantes con Crédito a Trabajadores Endeudados. Informe teórico-metodológico de investigación de Fundacion Sol.
Harvey, D. (1999). The Limits to Capital. Verso Books.
Huneeus, C. (1988). La reforma universitaria: Veinte años después. Corporación de Promoción Universitaria.
Jiménez, L. P. (2019). Antecedentes de la Reforma del Financiamiento de la Educación Superior. Fundación Edución y Ciudadania, Santiago
McMahon, K. (2001). Universities and Market Discourse, Monash University Law Review, 27:1, ss. 105-163
Montaya, A. Ve Vergara, J. (2018). Endeudamiento juvenil en Chile: Contexto y rol de la SUPERIR en la reducción de los riesgos del sobre-endeudamiento. Instituto de Estudios Peruanos, No: 241, Serie Economia 59.
Olvarría- Gambi ve Allende González (2013). Endeudamiento estudiantil y acceso a la educación superior en Chile. Reis. Rev.Esp.Investig.Sociol. I 141, Enero – Marzo, ss. 91-112
Parada, J. R. (2010). Universidades públicas y privadas: Un enfoque tridimensional. Centro de Estudios Públicos. No: 120.
Pérez-Roa, L. (2014). El peso real de la deuda de estudios : La problemática de los jóvenes deudores del sistema de financiamiento universitario de la Corfo pregrado en Santiago de Chile. Analíticos de Políticas Educativas, vol. 22, ss. 1-43
Ponce, E. R. (2012). La Educación Superior en Chile Y El Rol del Mercado: ¿Culpable o Inocente? Revista chilena de ingeniería, 20: 1, ss. 126-135
Sanyal, B., & Martín, M. (2005). La financiación de la educación superior: perspectivas internacionales. La educación superior en el mundo 2006. La financiación de las universidades. Barcelona: Global University Network for Innovation. Ediciones Mundi, ss.3-23
Schmal, R. ve diğerleri (2007). Factores que Inciden en el Financiamiento de los Estudios Universitarios en Chile. Sociologias, Porto Alegre, 9: 17, ss. 316-339
Soederberg, S. (2014). Debtfare States and the Poverty Industry: Money, Discipline and the Surplus Population (1 edition). Routledge.
Tapia, A. M. (2019). El Peso de La Financiarización de La Vida Diaria del Nuevo Proletariado de Servicios en Chile. Revista Central Sociología, Nº 8, ss. 82-101
Online Referanslar*
AccionEdu (2016). Evolución reciente de la cobertura de la educación superior en Chile
Epstein, G. ve Uğurlu, E. N. (2020). Are Bankers Essential Workers? Catalyst, 4:2
Kremerman ve Páez (2015, 5 Kasım). Endeudar para Gobernar y Mercantizar: El Caso del CAE. https://www.elmostrador.cl/noticias/opinion/2015/11/05/endeudar-para-gobernar-y-mercantilizar-el-caso-del-cae/
Torres, D (2020, 2 de Abril). ¿Y El Pago del CAE? Cundo La Deuda Educativa no Es Prioridad?. https://radiojgm.uchile.cl/y-el-pago-del-cae-cuando-la-deuda-educativa-no-es-prioridad/
*Metin içerisinde hyper link olarak erişilebilir olan online kaynaklar referans listesinde bulunmamaktadır.
[1] Orijinal adıyla, Consejo de Rectores de Las Universidades Chilenas [Şili Üniversiteleri Rektörler Konseyi]. Kaynak: https://www.consejoderectores.cl/historia
[2] Ayrıca bknz. McMahon, K. (2001).
[3] Soederberg, 2014, s.1
[4] Harvey, 1999, s.263
[5] Tapia, 2019
[6] Şili’de yükseköğretim sistemini incelemek için, San Felipe Üniversitesi’nin 1738 yılında kuruluşuna kadar tarihsel bir yolculuk yapmak mümkün. Burada modern ifadesi ile kastedilen Şili resmî kurumlarınca ifade edildiği şekliyle “San Felipe Üniversitesi’nin koloniyel dönem Şili’sinde beşerî sermaye açısından ulusal hafıza üzerinden bir etki bırakmamasından ötürü”, 1842 yılında Şili Üniversitesinin kurulması ile birlikte ulusal yükseköğretim sistemi de incelenmeye başlanmasıdır. (CRACh, 2014).
[7] Bernasconi ve Rojas, 2003; ss.17-30
[8] Orijinal adıyla, Pontificia Universidad Católica de Chile.
[9] Burada kastedilen iktidar mücadelesi ve bilgi ilişkisi her ne kadar yazarının bağlamı oldukça farklı olsa bile, esin kaynağını Bryan Turner’ın (2008) The Body and Society: Explorations in Social Theory adlı kitabında yürüttüğü tartışmadan almaktadır.
[10] Resmi söyleme dikkat çekmek amacıyla ‘elit’ kavramı kullanılmıştır.
[11] Bernasconi ve Rojas, 2003, s.18
[12] Silva (1999)’dan aktaran M. Catani, C. Esquivel ve P. Gilioli, 2005, s.11
[13] Brunner (1991, s.24)’den aktaran Parada, 2010, s. 184
[14] Cruz-Coke, 2004, s.1546
[15] Yazının devamında Şili yükseköğretim tarihinin ilk döneminde kurulan bu 8 üniversite veya 1981 sonrasında açılıp ya doğrudan devlete bağlı olan ya da devlet desteği alan üniversiteler, Rektörler Konseyi Üniversiteleri olarak anılacaktır.
[16] Huneeus (1988; ss. 9-12)
[17] Bernasconi ve Rojas, 2003, s.19
[18] A.g.e.
[19] Orijinal adıyla, Institutos Profesionales
[20] Orijinal adıyla, Centros de Formación Técnica
[21] Bu kurumlar üniversite olmayıp yükseköğretim kurumu olarak değerlendirilen formasyon merkezleridir.
[22] CRUCh, 2014,
[23] Espinoza, 2005
[24] Espinoza, 2007, s.9
[25] A.g.e., s.
[26] Kaynak: acciónEducar, 2016. Grafikte G1, yüzde 20lik en alt gelir grubunu temsil etmekteyken; G5, %20’lik en üst gelir grubunu işaret eder. Yani, G2’yi alt-orta gelir grubu; G3’ü orta gelir grubu ve G4’ü üst orta gelir grubu olarak düşünebiliriz.
[27] Schmal ve diğerleri, 2007
[28] Olvarría- Gambi ve Allende González, 2013
[29] L. Blankfein (2009) den aktaran G. Epstein ve E.N. Uğurlu, 2020
[30] Sanyal y Martin, 2005
[31] Demir-Kunt ve Klapper, 2012, s.1
[32] CRUCh, 2014, s.
[33] Ponce, 2012
[34] Şili özel üniversitelerinde, yüksek gelir grubunun özellikle tercih ettiği tıp gibi bölümlerinin ücretleri alt sınıfların erişemeyeceği kadar yüksektir. Öte yandan, grafikte ilk grubu temsil eden teknik okullar ile, profesyonel eğitim kurumları olan üniversiteler arasında eğitim yılı farkları da mevcuttur. Tercih edilen bölümün eğitim süresi uzadıkça, ödenmesi gereken harç miktarı -ya da çekilmesi gereken kredi miktarı- da artar. Ayrıca bknz: 1) https://www.diarioantofagasta.cl/regional/22544/la-clase-social-determina-decision-de-los-jovenes-por-una-carrera-universitaria/ 2) https://radio.uchile.cl/2017/09/16/estudio-revela-que-la-eleccion-de-carrera-y-universidad-esta-muy-influida-por-la-clase-social-a-la-que-se-pertenece/
[35] Jiménez, 2019
[36] Şili’de Türkiye’deki gibi üniversiteye giriş sınavı uygulanmak ve alınan puana göre üniversitelere yerleşilmektedir. Köklü bir geleneğe sahip olmalarından ötürü en yüksek puanlara sahip olan Rektörler Konseyi Üniversitelerini kazanmak oldukça zordur ve bu okullara puanları yetmeyen öğrencilerin, özel üniversitelere yönelmesi söz konusudur. Dolayısıyla, her ne kadar bu yazıda değinilmese bile üniversite tercihleri üzerinde üniversiteye giriş sisteminin de yadsınamaz bir etkisinin olduğu not düşülmelidir.
[37] Espinoza ve González (2015), s.555
[38] Jiménez, 2019
[39] Olavarría Gambi y Allende Gonzales, 2013
[40] Kremerman ve Páez (2015, 5 Kasım)
[41] Bu durum, ayrı bir yazının konusu olacak kadar önemli ve detaylıdır. Oldukça basite indirgeyerek söylemek gerekirse, devletin ilgili organları bu kredileri ilgili bankalardan bankaların lehine olacak faiz oranlarıyla satın almak yoluyla bankaların karlılığını korumaya devam eder. Ayrıntı için bknz: https://fundacionsol.cl/blog/actualidad-1/post/la-deuda-universitaria-en-chile-que-asfixia-a-los-estudiantes-y-beneficia-a-los-bancos-5774
[42] Montoya ve Vergara (2018)
[43] Torres (2020, 2 Nisan)
[44] Aton (2018, 10 Temmuz)
[45] Montoya ve Vergara, 2018, s.19. Veriler, INJUV’un sunduğu 2013 verileri baz alınarak hazırlanmıştır.
[46] Kremerman ve Páez, 2015, 5 Kasım
[47] Ayrıca, Şili bağlamından yola çıkarak borç ve şiddet ilişkisini teorik bir zeminde ortaya koyan pek çok çalışma bulunmaktadır. İşaret edilen teorik tartışma, bu yazının bağlamını aşacağından burada değinilmemiştir fakat ayrıntılı çalışmalar için bknz: Pérez-Roa (2014) ve González López (2018)
[48] Bankaların sundukları borç senetlerinde, öğrenciler kefiller ile kredilere erişebilmektedir. Bu durumda, genellikle kredi alan öğrencinin düzenli maaşa sahip olan aile yakınları kefil olur. Kredilerin ödenmemesi durumunda, bankanın kefiller üzerinde yaptırım uygulama hakkı doğar.
[49] Pérez-Roa , 2014
[50] Galvez ve diğerleri, 2007
[51] A.g.e., s. 12, 61