Feminizm finansallaşmaya karşı

Feminist hareket, kamu borçluluğu meselesinin henüz gündemin ana belirleyeni hâline dönüşmediği günlerde bile özel/aile-içi olarak görülen borçlandırma ile kamusal borçlandırma arasındaki köprüyü kurabilmişti. Bu başarısının arkasında yatan ise, feminist hareketin borcun bizatihi kendisini bir çeşit itaat üretme makinesi olarak ortaya koyabilmesidir.

Arjantin Merkez Bankası önündeki protestolarda çekilmiş “DAHA FAZLA BORÇ = DAHA AZ HAYAT” yazılı bir pankart. Kaynak: Emergentes

1. Borçlandırma gündelik hayatta bir karşı devrim aracı olarak nasıl işlemektedir?

2 Haziran 2017’de Arjantin Merkez Bankası önünde “Özgür, Borçsuz Yaşam!” sloganlarıyla talebimizi yükseltirken, bir yandan da el broşürleri dağıtıp manifesto metnimizi okumuştuk. O zaman da tıpkı şu an olduğu gibi aynı gerçekten bahsediyorduk: Özel, haneiçi, ailevi gibi gözüken borç, feminist bir meseledir. Bu bağlantıyı kurabilmemiz için “Finansal araçlara boyun eğmemek ne anlama gelmektedir?” diye sormamız gerekir. Dolayısıyla finansallaşmanın dinamiklerini belli bir soyutlama düzeyine çekip, finansal aygıtlarla gündelik hayat ilişkisini, hane halkları üzerinde yarattığı şiddet biçimlerini, belli mekansallıklarda kazandığı özgün biçimleri ve emek sömürüsünde ortaya çıkardığı yeni biçimleri ortaya koymak bir zorunluluğa dönüşmektedir.

2 Haziran 2017 tarihli feminist eylemin elbette ki tek bir düzleme indirgenemeyecek çoklu yankılanımları oldu. Bunlar arasında en ilginç olanlardan biri, “Özgür, Borçsuz Yaşam” talebimizin yaratmış olduğu ortaklık sayesinde 4 Haziran 2018’de gerçekleşen “NiUnaMenos”[1] eylemine farklı eğilimlerdeki birçok sendikanın kitlesel katılımıydı. Aynı günlerde, kamu borçluluğunun Arjantin tarihinde belki de eşine rastlanmayacak bir hızla arttığı bir dönem yaşanıyordu. Böylesi bir kamu borçluluğunu, maaşlarda yaşanan şiddetli reel ücret düşüşleri, 13 bakanlığın kapatılmasının da dâhil olduğu ciddi bir kamu bütçesi kesintisi ve en nihayetinde, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yeniden müzakerelere başlanması takip etti.

Feminist hareket, kamu borçluluğu meselesinin henüz gündemin ana belirleyeni hâline dönüşmediği günlerde bile özel/aile-içi olarak görülen borçlandırma ile kamusal borçlandırma arasındaki köprüyü kurabilmişti. Bu başarısının arkasında yatan ise, feminist hareketin borcun bizatihi kendisini bir çeşit itaat üretme makinesi olarak ortaya koyabilmesidir. Böylesi bir makine, kendi kendisini besleyen bir kısır döngüdür; yeni borç sarmalları doğuran özgün bir sömürü rejimi ve değer ekstraktı yaratmaktadır.

Birkaç ay sonra, Buenos Aires’te toplanan G20 çatısı altındaki Kadınlar 20 (W20) zirvesine de gerekli cevap verilmiş, feminist mücadeleye yönelecek herhangi bir neoliberal gaspın önüne geçilmişti. O günlerde şehrin sokaklarında, bu zirvede ortaya koyulan finansal, emeksel, dijital ve kırsal dinamikleri içerme önergeleri tartışılıyordu. Bu önergeler elbette ki bankaların arabulucuğunda gerçekleşecek finansallaşmış ‘içerme’ yöntemleriydi ve işletmecilik-girişimcilik düstur edinilmişti.

Bugün geldiğimiz noktada ise finans sermayesinin girmiş olduğu her mekânsallığa âdeta kılcal damarlar inşa ederek yayıldığını görüyoruz. Bu yolla, gündelik hayatta enflasyon ve uyum programlarının neden olduğu sorunların çözülmesi için oldukça pahalı bir yöntem olan kişisel “finansman” öneriliyor. Bu kılcal damarlar, diğer yandan da zamansallığın içerisinde yayılıp, gelecek üzerinde de itaat mekanizmaları kuruyor. Sağlıktan suya erişime ya da genel olarak gıda tedariğine kadar geniş bir skalada gerçekleşen mülksüzleştirme süreçlerinin sorumluluğunun bireyselleştirilmesi ve ortaya çıkan sonuçlar yüzünden bireyin suçlanması aracılığıyla geleceğin zamansallığını da gasp ediyor.

Bu bağlamda borçlandırma aracılığıyla şekillendirilen “gündelik hayatta karşı devrim”, esas olarak borcun yarattığı bireysel utancı yerle bir edecek kolektif bir dönüşüm arzusuna el koymaya çalışmaktadır. Bunun yolu ise yeniden üretim mekanizmalarının da borca bağlanmasından geçer. Bugün geldiğimiz noktada, yaşıyor olmanın kendisi borç üretmektedir.

“Özgür, Borçsuz Yaşam” sloganıyla feminizm, finansallaşmanın getirdiği sorunlara karşı politize olmuş kolektif bir eleştiri sunmaktadır. Feminizmin yükselttiği eleştirinin radikalliği üç sacayağında yükselir. İlk olarak, feminizm soyut bir kavram olan finansallaşmayı adeta bedenleştirir ve somut teamüllerle ortaya döker. İkinci olarak, feminizm borç sorununu feminen bedenlere yöneltilen şiddet ile ilişkilendirir. Aile-içi ekonomiler hâlihazırda kadınların emeğiyle sürdürülebilmektedir ve ortaya çıkan borç durumu, kadınların özerkliğini daha da yitirmesine ve eril şiddete daha fazla maruz kalmasına neden olur. Üçüncü olarak, feminizm emeğin sömürülme biçimleri arasında bir köprü inşa eder. Kayıtlı ekonomide ortaya çıkan ücretli emek ile ücretsiz emeğin ve takiben finansal araçların içsel bağını ortaya koyar.

Bu bağ, günümüzde sürdürülen farklı toplumsal mücadelelerin arasında âdeta stratejik bir rol oynayacak olan örüntüyü de ortaya çıkarmamızı sağlar: Feminist hareket, borcun kirli çamaşırlarını ortaya dökmektedir. Feminist hareket, borcun yarattığı özgün sömürü biçimlerini ortaya koyan ve borçtan doğan itaat mekanizmalarını ayyuka çıkaran bir güçtür.

2. Kapitalizmin sınırları ‘öznel’dir ne anlama gelir? Feminizm bugün emek ve farklı mücadeleler arasındaki ilişkiyi nasıl örüntülemektedir?

Günümüz tartışmalarında, kapitalizmin sınırlarına ‘Doğa Ana’nın yüzümüze vurduğu utanç sınırının aşılmasıyla birlikte gelindiği ve dolayısıyla da kapitalizmin içsel çelişkileri ya da  sınıf mücadelesi yüzünden değil; enerji kaynaklarının çöküşü ile sona ereceğini iddia eden bir kutup ile; bu kutbun ‘enerji fetişizmi’ne düştüğünü öne süren ve emeğin rolüne dikkat çeken bir başka kutup (Caffentzis, 2008) ortaya çıkmaktadır. Bu tartışma, biz feministler için değer üretiminin öznel yönünü ortaya koymak açısından oldukça kıymetlidir. Emeğin rolü ve ortaya çıkan ekstraktivizm biçimleri birbirlerinden ayrı düşünülemez. Başka bir deyişle, neo-ekstraktivizmin güncel biçimlerinin, emek sömürüsünün güncel biçimleriyle nasıl ilişkilendiği ortaya koyulmadan mesele anlaşılamaz. Bu argümandan yola çıkarak neo-ekstraktivizmin anlamı, kentsel ve kırsal alanlarda ortaya çıkan mülksüzleştirme süreçleri ile sosyal hakların finansallaşması arasındaki ilişkiyi ortaya koyacak şekilde genişletilebilir. Ortaya koyulan bu ilişkinin ışığında emeğin prekerleşmiş biçimleri ile bankasal/ banka-dışı finansal araçlar arasındaki bağa işaret edilebilir. Ayrıca bu tanımlanan ilişki sayesinde, emeğin her tür biçimi ile enerjiden toprağa kadar her tür doğal kaynağın kullanımı sorunu arasındaki bağ görünür kılınır. Dolayısıyla, genişletilmiş bir neo-ekstraktivizm  tanımı, doğayı kendinden menkul bir biçimde “doğal”laştırmaz; doğal kaynaklar üzerine yapılacak özcü bir analizin sınırlarını aşar. Buradan hareketle şu soruyu yükseltebiliriz: Müşterekler nedir? Hatta bu sorunun da ötesinde, ne müşterektir?

Açıkça görülecek biçimde biz emeğin sömürüsünden bahsederken, ne yalnızca maaşlı iş gücü biçimini kazanmış bir emekten ne de belirli sınırlara sıkıştırılmış bir emekten bahsediyoruz. Burada savunduğumuz gerçek şudur: Günümüz işçi sınıfı üzerine düşünürken oldukça geniş bir perspektiften bakılmalı ve emeğin bütün biçimleri göz önüne alınıp onun borçlandırma ile kurduğu ilişki üzerine düşünülmelidir.

O halde bu başlık altında yükselttiğimiz soruya geri dönebiliriz: “Kapitalizmin sınırları özneldir” ne anlama gelir? Bir yandan, böyle bir sorunun kendisi bugün için anti-kapitalizmin ne olduğu üzerine düşünmeyi de kolaylaştırır. Anti-kapitalizm üzerine yapılacak tartışmaların soyut varsayımlar üzerinden yükselen ve baştan sorgulamaya kapalı bir zeminde ele alınmasının önüne geçer. Caffentzis’in izinden gidersek, ‘öznel olan’ın ne olduğu sorusu, direkt olarak borç araçlarıyla eklemlenen maaşlı işçilerin, ev-içi ücretsiz çalışan kadınların, öğrencilerin, göçmenlerin ve diğerlerinin gösterdiği bir çeşit ‘sabrın’ hangi biçimlerde ortaya çıktığı sorusuyla ilişkilidir. Başka bir deyişle, bizleri öznel olan üzerine düşünmeye yönlendirecek olan soru şudur: Sermayenin hem kendini yeniden üretmek hem de artı-değer üretmek için ihtiyaç duyduğu şiddet biçimleri, gündelik hayat içerisinde ne ölçüde katlanılabilirdir?

Bugün için, feminist hareketin sol-içi diğer fraksiyonların ötesinde ‘öznel’ olan üzerine söyleyecek sözleri vardır. Feminist hareketin birikimi sayesinde, bir yandan öznel olan mevcut şiddet biçimlerine karşı gösterilen başkaldırı, itaatsizlik ve reddediş biçimleriyle birlikte düşünülürken diğer yandan bu şiddet biçimlerinin içsel olarak toplumsal değere el koyma ve sömürü mekanizmalarıyla olan ilişkisi ortaya koyulur. 19 Ekim 2016 tarihli enternasyonal feminist hayatı durdurma eylemini düzenlerken de sahip olduğumuz motivasyon buydu. Aynı zamanda, böylesi bir motivasyonun stratejik bir öneme de sahip olduğunu düşünüyorduk çünkü bizler için bunun üç temel anlamı mevcuttu: (i) tanınmayan emek biçimlerinin dinamiklerini görünür kılmak ve emek biçimleri arasında bağ kurmak; (ii) üretim ve yeniden üretim mekanizmaları arasındaki hiyerarşiyi reddetmek; (iii) beden, toplumsal çelişkiler ve mekân arasındaki ilişkinin yeniden örülmesi yoluyla toplumsal mücadeleler arasında yatay bir ortaklık kurmak.

3. Ekonomi-dışı değerlendirilen dinamikler, eleştirel iktisat için anahtar değeri taşır. Feminist iktisadın gücü de tam olarak buradan gelir: Ekonomi-dışı olduğu iddia edilen dinamikler üzerine geniş bir perspektif sunup ekonomik olanı radikalleştirmeyi başarır.

Bu bağlamda, feminist iktisat sayesinde temel problemlere yeniden dönmek ve onlar üzerine düşünmek mümkündür. Feminist iktisat sayesinde hem tinsel hem de materyal bağlamıyla “para” felsefesini tekrar çağırmak, gündelik hayat ve borç arasındaki ilişkiyi tartışmak, finansal araçlar ve onların etkilerini değerlendirmek, ilksel birikimin güncel biçimlerini ele almak, Silvia Federici’den öğrendiğimiz yollardan tekrar geçerek çitleme hareketlerine karşı çıkmak için üretilen bilgi ve güçlerin nasıl mücrimleştirildiği üzerine düşünmek mümkündür.

Tam da bu sebeple bugün için feminist iktisat, ekonomi-politiğin eleştirisine sunulan katkıları güncel bir zeminde ele alabilir. Feminist iktisat perspektifinden, kadınların emek piyasalarından dışlanması üzerine bir varsayımla başlayan ve kadınların emek piyasalarına dâhil edilmesi tartışmaları üzerinden şekillenen bir yaklaşım reddedilir çünkü bu sorun, ne herhangi bir kota uygulamasına ne de cam tavan sendromuna indirgenebilir. Daha da ötesinde bizler için anti-neoliberal olan bir feminizm, tıpkı las Mujeres Creando[2] hareketinin de söylediği gibi “kadınlar için cehennemden bir parça yer ayırtmanın” derdinde değildir; bunun çok daha ötesine geçer.

Feminist iktisat, emeğin ve el koymanın, halk iktisadını müşterekleştirme ve eril karakterinden sıyırarak feminize etme biçimlerinin, finansal araçların bağımsız özneler olmamıza karşı vermiş olduğu savaşın farklı bedenlerinden yola çıkarak mevcut dinamikleri yeniden tanımlama hâlidir. Dolayısıyla, pratik içerisinde itaatsizliğin anlamını yeniden tanımlıyoruz ve bu sayede, neoliberal kapitalizmin hayat ve arzu biçimlerimizde ortaya çıkardığı el koyma biçimlerinin sınırlarını netleştiriyoruz.


*Bu metnin orijinali, George Caffentzis’in [biri Silvia Federici ile birlikte kaleme alınmış] dört metninden oluşan, 2018 yılında Tinta Limón yayınevi tarafından basılan “Los Límites del Capital: Deuda, Moneda y Lucha de Clases” başlıklı kitabına yazılmış bir önsözdür. Kübra Altaytaş tarafından Türkçeye çevrilen metin, Verónica Gago’nun geri dönüşleriyle Textum için revize edilmiştir. Metnin tercümesine müsaade ettikleri için yazarlara, değerli katkıları için Verónica Gago’ya teşekkür ederiz.


Kaynak

Caffentzis, G. (2008). The Peak Oil Complex, Commodity Fetishism and Class Struggle. Rethinking Marxism, 20:2, 313-20.


[1] “BirKişiDahaEksilmeyeceğiz.” Arjantin’de 2015 yılında ortaya çıkan bir kadın hareketidir. (ç.n.)

[2] Las Mujeres Creando, Bolivya’da varlığını sürdüren radikal feminist bir harekettir. (ç.n.)