Şili’de yeni anayasanın reddi

2019'da Pinochet diktatörlüğünün bakiyesi olan anayasanın değişmesi talebiyle sokaklara dökülen, ardından 2020'de yapılan referandumda ise %78 gibi baskın bir kabul oyuyla yeni anayasa sürecinin resmen başlamasını sağlayan Şili halkı, yaklaşık iki yıl sonra geçtiğimiz eylül ayında yine sandığa gitti. Bu kez iki yıllık süreç sonunda hazırlanan yeni anayasa önerisini oylayan Şilililer, anayasayı hazırlama görevini yerine getirmek için seçim yoluyla bir araya gelen meclisin oluşturduğu taslak metne %62'lik oranla 'ret' oyu verdiler. Camila Vergara, ilk bakışta şaşırtıcı gelen, hala yürürlükte olan Pinochet'den miras anayasanın değişmesini isteyenler için hüsran verici olan bu sonucu yaratan mekanizmaları ve Şili halkını bekleyen süreci tartışıyor.

Yeni bir anayasa yapım sürecinin başlaması kararı çıkan referandum gecesi Şili sokaklarından bir görüntü, 2020

Pinochet ve arkasında bıraktığı miras, dokuz canlı olduğunu kanıtlamış oldu. Sosyo-ekonomik haklar, toplumsal cinsiyet eşitliği, yerli halkların hakları ve doğanın korunması gibi başlıklar yönünden gelmiş geçmiş en ilerici anayasa olan 2022 anayasa taslağı, 4 Eylül’de gerçekleşen referandumda, seçmenlerin %62’sinin oyuyla reddedildi. Nasıl oldu da, 2019 Ekim’inde yeni bir anayasa talebiyle sokaklara dökülen, ardından ezici bir çoğunluğun oyuyla anayasa yapım sürecinin başlatılmasını sağlayan Şilililer taslak önerisini reddettiler? Neden Pinochet anayasasını korumayı hedefleyen sağ kanat güçlerle bir araya geldiler? Bu şoke edici sonuç hiç şüphe yok ki birden fazla nedene bağlı bir açıklama gerektiriyor. Ben burada bu nedenlerden baskın olan iki tanesine odaklanacağım: sağcıların geleneksel medya ve sosyal medyanın tümü üzerinden yaydığı dezenformasyon ve daha önce de belirtmiş olduğum halk bileşenlerinin anayasa yapım sürecinden dışlanması olgusu.

Rechazo (‘Ret’) en büyük desteği, üst sınıfların yerleşim yerlerine kıyasla seçime katılımın da yüksek olduğu düşük gelirli mahallelerde buldu. 2020 referandumunda anayasa sürecine muhalefetin başını en varsıl üç il çekerken, bu kez en yoksul mahallelerin toplu biçimde anayasa taslağı önerisine ret oyu verdiğini gördük. Yine 2020’nin tersine, seçime katılımın aksi halde uygulanacak para cezası yoluyla zorunlu tutulması, seçime katılmadıkları durumda karşı karşıya kalacakları maddi bedelin yaratacağı çekinceyle geniş halk kesimlerini sandığa gitmeye zorladı. Seçime katılım %50’den %86’ya çıktı, 5.4 milyon yeni oyun %96’sı ise ‘Ret’ oyu oldu. Yeni anayasa taslağının aldığı kabul oyu 4.8 milyon. Bu sayı, iki yıl önce taslak hazırlanması için verilen oyların sayısından 1 milyon daha az. Ancak bu seferki ‘ret’ oylarının, yalnızca yeni anayasa metnine değil, aynı zamanda Gabriel Boric yönetimi ve onu oluşturan partilere de verildiğini unutmamak gerekir: Frente Amplio, Komünist Parti ve eski Concertación’dan bazı partilerin oluşturduğu ‘yeni sol koalisyon’. Apruebo (‘Kabul’) oyları, kabaca 2021 Aralık’ında Boric’in seçimin ikinci turunda aşırı sağ aday José Antonio Kast karşısında aldığı oy miktarına tekabül ediyor. Bunun bize gösterdiği, Boric’in göreve başladığı günden bu yana desteğini artırmaktaki başarısızlığı.

Yeni anayasa hakkında kamuoyu oluşturmak için yürütülen bir aylık kampanyaya hiç değilse 1 milyon dolar para harcandı. Bu harcamanın %90’ı, Hıristiyan Demokratların bir kısmı ve yeni merkez koalisyon ‘Amarillos por Chile’den oluşan Rechazo (Ret) kampı tarafından yapıldı. Sabah programlarında ve ana haberlerde, anayasan taslağını, tekrar ve tekrar, ‘ekstremist’ ve ‘kötü kaleme alınmış’ olmakla itham ettiler. Bir yandan muhafazakâr düşünce odakları da, kamuoyunu, seçmenlerin çoğunun anayasa taslağına karşı oy kullanacağını iddia eden, güvenilirliği meçhul anket sonuçlarına boğdu. Bu çabalar sosyal medyada yayılan dezenformasyonla desteklendi, anayasa taslağının maddeleri değiştirilmiş sahte versiyonları dolaşıma sokuldu. Aşırı sağcı anayasa meclisi üyesi Constanza Hube’un bir Rechazo mitinginde anayasa taslağının sahte bir kopyasını dağıtırken yakalanması bunun iyi bir örneği.

Anketlerin ve sokak röportajlarının gösterdiği şey çok sayıda insanın referandumun aslında ne üzerine olduğu konusunda kafa karışıklığı yaşadığıydı; ‘ret’ oyu vererek Pinochet anayasasının yürürlükten kaldırılmasına evet dediklerini zannedenler bile vardı. Anayasa taslağıyla ilgili tek resmi bilgilendirmenin, 28 gün süren, Rechazo ve Apruebo kamplarına eşit miktarda bölüştürülmüş, günde yarım saatlik televizyon yayınları olduğunu düşününce bu durum çok da şaşırtıcı değil. Bu yayınlar, süreleri bir dizi siyasi parti ve sivil toplum oluşumları arasında paylaştırıldığından, derli toplu bir içerikten yoksundu. Apruebo kampanyası için 10 örgüt bu yayınlara katıldı. Aralarında çeşitli anlaşmalar yaptıktan sonra dahi, bazılarının sözlerini söylemesi için 5 saniyeden daha az süresi vardı. Resmî kampanya bilgilendirmeleri, evlere dağıtılan broşürler veya yüz yüze tanıtım toplantıları yoktu; bütün süreç siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve gönüllüler tarafından üstlenildi. Boric hükümetinin böylesi önemli bir meselede seçmenleri bilgilendirmekte neden bu kadar kötü bir iş çıkardığı ise cevaplanmaya muhtaç bir soru olarak önümüzde duruyor.

Yeni anayasanın lehine ya da aleyhine gerçekleşen günlük bilgilendirici televizyon yayınları günde ortalama 720,000 izleyiciyle son derece kısıtlı bir izleyici kitlesine erişirken taslağın içeriğine dair dezenformasyonu yayan siyasetçilerin ve kendinden menkul uzmanların boy gösterdiği bitmek bilmez programlar ise bunun tam aksiydi. En tesirli yalanlardan bazıları yeni anayasanın çalışan sınıfların ev sahibi olmasını imkânsız kılacağı, istek üzerine geç safha kürtajına izin vereceği, yerli halkların yaşadığı bölgelerin ayrılma taleplerine kapı açacağıydı.

Dezenformasyonun boyutlarını test edebileceğimiz örneklerden birisi, Mapuche çatışmasından dolayı bir çeşit istisna hali içerisinde tutulan Araucanía askerî bölgesiydi. Bu bölgede seçmenlerin %74’ü anayasa taslağına karşı oy kullandı – bu sayı, Rechazo’nun ülke genelinde aldığı en yüksek ikinci destek. Geleneksel olarak “sağın kalesi” olarak anılan Araucanía, 1988’de Pinochet’nin iktidarda kalması lehine oy kullanan iki bölgeden birisiydi. Buna rağmen, 2020’deki referandumda ise anayasa yapım sürecinin başlatılması yönünde oy verdi. Genç bir avukat ve Rechazo kampanyası sözcülerinden olan Francisco Orrego, haziran ayının sonlarında, tüm Angol’u boydan boya gezerek, işçi sınıfı komünitesini, anayasa taslağının taban örgütleri tarafından önerilmiş ve taslağın son halinde yer bulabilmiş oldukça az sayıdaki maddeden biri olan konut hakkıyla ilgili maddesinin hâlihazırda sahip oldukları evleri sosyal yardım vasıtasıyla satın alan insanların (nüfusun %40’ı) evlerinin ellerinden alınacağını öngördüğüne ikna etmeye çalıştı. Bu propaganda vakit kaybetmeden yalan olarak damgalandı, ancak Orrego sıradan bir uzman olarak siyasi tartışma programlarında boy göstermeyi ve benzer yalanları daha geniş kitlelere yaymayı sürdürdü.

Bu sırada, aşırı sağcı Cumhuriyetçi Parti ile ittifaka girmelerinin üzerinden henüz pek vakit geçmemiş olan Evanjelik kiliselerin Araucanía’daki güçlü varlığı nüfusun %27’sinin üyeliği ile kendini gösteriyordu. Bölgedeki 2700’den fazla kilisenin temsilcileri, şubat sonlarında, henüz toplumsal cinsiyet konulu hakları düzenleyen anayasa taslağı maddesinin anayasa meclisi tarafından onaylanmasını bile beklemeden, kürtaj meselesinin kendileri adına ana sorun olduğunu belirterek kendi cemaatlerine referandumda ret oyu verme çağrısında bulundu. Taslak anayasa, kürtaj hakkını, ‘gebeliğe gönüllü olarak müdahale edilmesini’ devletin garanti altına almakla yükümlü olmasını öngörmek gibi son derece genel bir şekilde tanımlamış olmasına rağmen, kamuoyunun bu konudaki hükümle ilgili oldukça çarpıtılmış bir algısı oldu. Araucanía’nın sağcı senatörü Felipe Kast, muhafazakâr radyo kanallarında anayasa taslağının ‘gebeliğin dokuzuncu ayına kadar kürtaja izin verdiğini’ iddia eden bir reklam yayımlatıp, bu hayali hükmü ‘doğmamış çocukların insan haklarının ihlali’ olarak lanse etti. Apruebo kampı ise ellerinden geldiğince göğüs germeye çalışsa da, bu yalanları popüler muhayyileden tam anlamıyla tasfiye etmek artık imkânsız hâle gelmişti. 

Ancak en ihtilaflı ve en çok üzerine gidilen başlık ise, herhalde yerli halkların hakları meselesiydi. Taslak, Şili’nin 2008 yılında imzaladığı ama hiçbir zaman uygulamaya koymadığı Uluslararası Çalışma Örgütü’nün konu üzerine düzenlenmiş 169 numaralı Antlaşmasının basit bir tekrarı olmasına karşın sağ kanat siyasetçi ve uzmanlar yerli halkların bu sayede ülkeyi bölme ehliyeti elde edecekleri yönlü bir anlatı inşa ettiler. Hıristiyan Demokrat senatör Ximena Rincón, temmuz ayının başlarında, yeni anayasanın ülke nüfusunun %10’unu dahi oluşturmayan yerli halklara anayasal reformları veto hakkı tanıyacağını iddia ederek Rechazo’yu desteklediğini açıkladı. Bunun doğru olmadığı kendisine canlı yayında söylenmesine rağmen çizgisini değiştirmedi. Benzeri bilumum çarpıtmayla ulusal söylemi etkilemeye devam etti.

O sırada cezaevlerindeki oylama sonuçları gelmeye başladı. Mahkûmların tek bilgi kaynağının televizyon yayınları olduğu cezaevlerinin seçim sonuçları muhafazakâr medyanın kamuoyunu şekillendirmedeki kuvvetli etkisini ortaya koyuyordu. Tarihte ilk kez oy kullanma hakkı tanınan mahkûmların Apruebo arkasına dizilmesi yönünde bir beklenti vardı. Zira anayasa taslağı, hükümlülere ücretsiz yasal savunma hakkı, aynı suçlamayla birden fazla kez yargılanmanın [double jeopardy] yasaklanması ve istismarın önüne geçmek için tasarlanan Halk Ombudsmanı gibi pek çok hak tanınmasını öngörüyordu. Ancak, günün sonunda on dört cezaevi yerleşkesinin yalnızca bir tanesi anayasa önerisine olumlu oy verdi. O yerleşkenin de anayasa taslağının fiziksel kopyalarının hükümlülere dağıtıldığı ve gönüllü hukuk uzmanlarıyla bilgilendirme toplantıları yapıldığı tek hapishane olması elbette tesadüf değil. Taslakla ilgili gerçek bilgiye erişenler onun öngördüğü reformları verdikleri oylarla onayladılar, medyadaki söylemden başka kaynağı olmayanlar ise iflah olmaz bir düşmanlıkla yaklaştı.

Yakınlarda yayımlanan bir rapora göre, seçim mevzuatına tabi olmayan ve dolayısıyla şeffaf bir bütçe yürütmekle de yükümlü olmayan en az 36 örgüt, referandumdan aylar önce Facebook ve Instagram reklamlarına 130,000 dolar harcamıştı. Bu reklamların %97.4’ü anayasa taslağına ret oyu vermeyi savunuyordu. Nihayetinde, geleneksel medyadaki önyargı ve bunun yanında sosyal medya üzerinden kamuoyunu etkilemek için harcanan milyonlar, anayasa meclisinin baştan savma ve acemi bir anayasa metni hazırlayan siyasi bir sirk olduğu anlatısının tahkim edilmesini sağladı.

Bu dezenformasyon kampanyasına ek olarak, parlamento dışı sol da 2019’da gerçekleşen kitle hareketlerine ihanet eden anayasa meclisine kuşkuyla yaklaşıyordu. Birçoğu, süreci meşrulaştırmamak adına ret oyu verdi. Haklı bir şekilde, 15 Kasım 2019’da Boric ile aşırı sağcı bir senatör arasında kapılar arkasında mutabakata varılarak yapılan ve anayasa meclisi için çerçeve oluşturan antlaşmanın, toplumsal enerjiyi aktive etmek bir yana baskılamak niyetinde olduğunu belirttiler. Antlaşma, yeni anayasa maddelerinin kabul edilmesi için oldukça antidemokratik bir uygulama olan “üçte iki güçlü çoğunluk” kuralını koydu ve böylece düzen partilerine anayasa yapım süreci üzerinde çok ciddi bir etki kapasitesi verdi. Süreç, başından beri elitler hâkimiyetindeydi ve referandum yaklaştıkça statükoyu korumak için gösterdikleri çabayı yoğunlaştırdılar.

Mayısın 14’ünde anayasa meclisi, ekolojik haklar ve çokuluslu yapının da dâhil olduğu oldukça ilerici yenilikler barındıran uzunca bir ilk taslak yayımladı. 388 madde içeren taslağın son halini gözden geçirmek ve geçiş prosedürlerine karar vermek için iki özel komite görevlendirildi. Ancak meclisin otonomisi, bir anayasadan diğerine geçişin nasıl olacağı ile ilgili pazarlıklar yoluyla ihlal edildi. Hükümet 16 Mayıs’ta anayasa meclisine, yeni mevzuat onaylanana kadar doğal kaynaklar, su ve toprak kullanımı üzerine hâlihazırda yürürlükte olan düzenlemelerin korunması yönünde bir öneride bulundu; böylece düzenli ve tedrici bir geçiş süreci olabilecekti. Bunun anlamı, Senatonun yarısını kontrol altında tutan sağcı senatörler kamulaştırmayı kabul edene kadar -ki henüz 2020’de su hakkının bir insan hakkı olarak tanınmasına karşı oy kullanmışlardı- su kaynaklarının özel mülk olarak kalacağının garanti altına alınmasıydı. Hükümet, bununla birlikte, onaylanma oranı %30’larda olan Boric’in ve Kongre üyelerinin makamlarında geçirecekleri sürede bir değişiklik olmamasını, yani üç buçuk yıl daha görevde olmalarını tavsiye etti. Anayasa meclisi kendi çıkarlarına hizmet etmekten başka bir işlevi olmayan bu taleplere boyun eğdi. Birçok aktiviste göre, anayasa yapımından sorumlu olan yapı ile yürütme organı arasında bir danışıklılık hâli olduğunu gösteren ve böylece bir bütün olarak taslak hazırlama sürecine gölge düşüren bir durumdu bu.

Referandumdan üç hafta önce, hükümeti oluşturan koalisyon partileri, yeni anayasa onaylandığı takdirde gerçekleştirmeye niyetli oldukları değişiklikleri açıklamaya başladılar. Boric, sağcı partileri ve mevcut durumda bakanlıkların %38’ini elinde tutan eski Concertación üyelerini teskin etmek için, yerli halkların haklarını katı bir biçimde kısıtlanması kararına bağlılığını bildirdi – ulusal siyasa yapım süreçlerine olan katkılarının bağlayıcı olmayacağını da ekleyerek. Bununla birlikte, müesses nizamın -sağlık, eğitim ve emeklilik gibi temel hizmetlerin özel şirketlerin insafına bırakıldığı- mevcut neoliberal ajandasının devam edeceğinin garantisini de verdi. Aslında, anayasa taslağı, kamusal bir eğitim sistemi, ulusal sağlık sistemi ve bir sosyal güvenlik sisteminin oluşturulmasını öngörüyordu. Fakat eğitim alanındaki mevcut makbuz sistemini [voucher system], sağlıktaki sigorta modelini ya da Şili işçi sınıfını sefalet ücreti olan emekli maaşlarına mahkûm eden bireysel tasarruf sistemini ortadan kaldıracağına dair açık bir hükmü ise bulunmuyordu. Boric, ayaklanan kesimlerin 2009’dan beri talep ettiği şekilde, diktatörlük döneminden kalma uygulamalarda reforma gitmeyi denemek yerine, onları korumayı seçti.

Yürürlüğe koymayı planladığını açıkladığı bu değişiklikler, hükümetin Şili neoliberalizminin temel özelliklerini koruma yönündeki niyetini göstermekle kalmadı; aynı zamanda Boric’in ve koalisyonunun hem anayasa taslağına hem de halkın iradesine karşı itaatsizliğini de ortaya çıkarmış oldu. Halk oylamasına sunulmadan önce bile anayasada reform yapmaya çalışacağını açıklamış olan Boric’in bu söyleminin inandırıcılığına olan kuşkuyu da doğrulamış oldu. Bu durum Rechazo kampanyasının eline koz verdi. Ayrıca seçmenlerde, verdikleri oyun, ülkenin geleceğine dair anlamlı bir söz olmaktan uzak, yalnızca tali bir metnin oylanmasından ibaret kalacağı hissini yerleştirdi.

Şimdi Şili, eli kulağında olan toplumsal ve siyasi krize dair ne yapabileceğine ilişkin bir yol haritasından mahrum, gerçekten meşakkatli bir pozisyonda kaldı. Şilililer, yeni anayasa yapım sürecinin başlaması yönünde oy vererek dolaylı da olsa mevcut 1980 anayasasını reddettiler. Ancak sandığa getirilen yeni anayasa önerisini reddettikleri için de Kasım Mutabakatı tarafından başlatılan süreç, yeni bir metin önerisi hazırlanmasını da imkânsız kılacak biçimde resmen sonlanmış oldu. Mutabakat sonrasında anayasa reform süreci, önkoşul olarak anayasa taslağı önerisinin sandıkta reddedilirse eski anayasanın yürürlükte kalacağını öngörüyordu. Peki, şimdi bizi ne bekliyor?

Halk oylamasının öncesinde Başkan Boric, oylamaya sunulan taslak reddedilirse yeni bir anayasa yapım sürecini başlatacağı sözünü vermişti. Ne var ki böyle bir süreci başlatmak da sil baştan bir anayasal süreci gerektiriyor, ki bunun için de Kongre’de baskın bir çoğunluğu sağlamak şart. Bu ise, sağcı muhalefetin varlığı nedeniyle epey zor bir iş. Muhafazakâr güçlerin Senato’yu kontrol ettiği düşünülürse, halk katılımını sağlayacak uygun mekanizmalara sahip yeni bir kurucu meclis toplamak da mümkün değil gibi görünüyor. Tam da bu nedenle Boric’in, zayıf bir konumdan müzakere edilen kurallara dayanan ve siyasetçiler sınıfının taleplerine daha da uygun olacak başka bir anayasa meclisi kurmaya çalışması muhtemel. Bu, ‘uzmanların’ yön vereceği ve halkın baskısından yalıtık, siyasi partiler liderliğindeki bir süreç olabilir ancak. Uzmanlar taslağın yenilgisinden daha şimdiden anayasa meclisindeki birkaç bağımsız kişiyi suçluyor ve sürecin daha önce sahip olduğu radikal potansiyeline gölge düşürmek için zemin hazırlıyor. Bir yandan da Şilililer, her şeye rağmen kendi anayasa yapım süreçlerinde ısrar etmek için yeniden sokaklara dökülüyor: kapalı kapılar arkasında yürütülen pazarlıkların belirlemediği, insanların kendilerini ilgilendiren kararları kendileri alma gücüne sahip olduğu bir süreç.


*9 Eylül 2022’de New Left Review‘un Sidecar adlı internet blogunda yayımlanan Camila Vergara imzalı bu metin, Emir Aydoğan tarafından textum için Türkçeye çevrildi.