Kapitalizmde yaşanan eşitsizlik olgusu son dönemde teknoloji şirketlerinin artan hegemonyası ile yeni bir vurguyu hak ediyor. Kimilerince dijital feodalizm/tekno-feodalizm kavramları ile yapılan bu vurgu, feodalizm bir üretim tarzı olduğu ölçüde, basitçe bir vurgu olmanın ötesinde sınıfları yeniden düşünmeyi de gerektiriyor. Dijital feodalizm kavramsallaştırması, siber-seçkinler olarak adlandırılan teknoloji şirketlerinin sahiplerinin ve yöneticilerinin yeni bir aristokrasi yarattığını varsayarken alt sınıfları ise sibertarya ve tekno-prekarya kavramları ile ele alıyor. Dijitalleşme ve sınıflar tartışmasının bunun haricinde yeterli derinliğe ulaşamadığı söylenebilir. Örneğin, orta sınıflar nerededir? Ancak bu noktada daha temel bir soru “dijital feodalizm” kavramına ilişkin olacaktır. Dijital feodalizm kavramı yeni bir ekonomik düzene/üretim tarzına mı tekabül etmektedir? Yahut bu kavram, erken doğmuş bir kavram mıdır? Bu sorular doğrultusunda bu çalışmanın başlıca iki amacı vardır: Literatürde son dönemde ortaya çıkan bu kavramsal karmaşaya ilişkin bir mıntıka temizliği yapmak ve dijital feodalizm olarak adlandırılan bu süreçte sınıfları haritalamak. Sınıfları haritalama sürecinde Marksist ‘kendi için sınıf’ kavramından hareketle direnişin imkânları ve sınırlılıkları da araştırılacaktır. Böylelikle son dönemdeki direnişin aldığı biçimlerden olan “zayıf” direnişin, sınıfların görünürlüğüne ne ölçüde imkân verdiğinin açığa çıkarılması hedeflenmektedir. Çalışmada öncelikle dijital feodalizm tartışmalarına değinilecek, ardından dijitalleşme ile sınıfların dönüşümünün bir haritalandırılması yapılacak ve bundan hareketle, sınıfsal hareketlilik mefhumu incelenecektir.
“Dijital Feodalizmin” Üç İsmi: Dean, Morozov ve Varoufakis
Hatırlanacağı üzere, en kaba ifadelerle feodalizm, nispeten küçük bir rantiye sınıfının (feodal beyler), genellikle çok az seçeneği veya gücü olan üretici sınıfın (köylüler) günlük yaşamlarından değer elde etmek için çeşitli siyasi ve ekonomik sistemler kullandığı bir üretim biçiminin adıdır.[1] Köylülerin ücretsiz ya da ucuz emeğine dayanan bu feodal ekonominin katı ve hiyerarşik sınıfsal yapısı, bugün “dijital” ön ekiyle yeniden gündeme gelen versiyonunun da başlıca referans noktasıdır.[2] Dijital feodalizm tartışmalarında üç isim öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki Jodi Dean, diğeri Evgeny Morozov ve üçüncüsü Yanis Varoufakis’tir. Jodi Dean, dijital feodalizm (ya da neo-feodalizm) olgusunu iletişimsel kapitalizmin yoğunlaşıp içeri dönmesi sonucunda ortaya çıkan sistem olarak tanımlar. Dean’e göre, iletişimsel kapitalizmde fikrî mülkiyet haklarından elde edilen “rant” geliri, emtia üretiminden elde edilen geliri aşmaktadır. Sermaye birikiminin meta üretimi ve ücretli emekten ziyade hizmetlere, lisanslara, ücretsiz yapılan işlere ve verilerin sömürülmesine dayanması bu bağlamda okunabilir. İletişimsel kapitalizmde sermaye yeniden üretime yatırılmaz; bunun yerine istiflenir, tüketilir ya da rant olarak yeniden dağıtılır. Değer, fabrikanın ötesinde, gözetime, zora ve şiddete bağımlı hale gelen spekülatif ve istikrarsız devrelere yayılır. Dean’in neo-feodalizmi, Orta Çağ feodalizminin tüm özelliklerini aynı şekilde yeniden ürettiğini ima etmez, çünkü ona göre tek bir Avrupa feodalizmi fikrinin kendisi başlı başına bir kurgudan ibarettir. Dean’e göre dijital feodalizm dört özelliğiyle bilinmektedir: Egemenliğin çitlenmesi, yeni lordlar ve köylüler şeklinde yeni sınıfsal hiyerarşi, ıssız iç bölgeler ve güvensizlik.[3] İlk özellik, tahmin edilebileceği gibi, şirketlerin artan politik gücünü işaret ederken ikinci özellik, dijitalleşme ile sınıfların ayrım çizgilerinin keskinleşmesi ve orta sınıfın erimesine dikkat çeker. Üçüncü özellik, tarihsel feodalizmle ilişkilendirilen uzamsallık olgusudur: Dışarıdan surlarla çevirili bir “içeri” fikri internetteki “güvenlik” söylemi ile düşünülebilir. Aslında bu üçüncüsüyle bağlantılı olarak tartışılabilecek dördüncü özellik ise güvenli bir “içeri” fikrini, güvensiz bir “dışarı”yı varsaymaktadır. Neyin güvenli, neyin güvensiz olduğu beraberinde bir felaket duygusunu, güven(ce)sizliği ve endişeyi getirmektedir. Böylelikle dijital platformlar yeni su değirmenleri, milyarderler yeni lordlar, platform işçileri ve internet kullanıcıları ise yeni köylüler haline gelir. Jodi Dean, neo-feodalizmin sol düşünürler tarafından tespit edilemediğini düşünmekte ve onları bu nedenle eleştirmektedir.[4]
Morozov ise kapitalizmin tamamen ortadan kalkmadığını söyleyerek bu tartışmaya ihtiyatla yaklaşır. Morozov, dijital feodalizmi (ya da onun kavramsallaştırmasıyla tekno-feodalizmi) Marksist feodalizm tartışmalarını yeniden ele alarak inceler. Ona göre, Marksistler feodalizmi bir üretim tarzı olarak görmektedir: Feodalizmde ekonominin temel taşı, köylülerin ürettiği artı değere toprak sahibi feodal beyler tarafından el konulmasıdır. Feodalizmi bir üretim tarzı olarak görmek onun siyasi ve kültürel yanlarını görmezden gelmeyi gerektirmemektedir. Morozov feodalizmi sosyo-politik bir sistem olarak ele alarak devlete verilen gücün özelleştirilmesine ve opak ve sorumsuz kurumlar gibi olgulara dikkat çekilmesini sağlamaya çalışır. Ona göre, her ne kadar yakın gelecekte bir neo-feodalizm görülmese de bugün itibariyle bir “yeniden feodalleşme”den bahsedilebilmesinin nedeni de budur. Morozov, dijitalleşmeyi olmuş bitmiş bir süreçten ziyade devam eden bir süreç (yeniden feodalleşme) olarak ele alır. Onun tartışmasının ayır edici bir diğer yani ise dijital ekonomiye veri odaklı yaklaşmasıdır: Buna göre, dijital platformlar, kullanıcılarına gösterdikleri reklamlar üzerinden kâr sağlar ve burada kullanıcılar hakkında elde ettikleri veriler, kaynaklar (ya da hammaddeler) haline gelir.[5]
Varuofakis’in tartışmasında ise bugünün dijital ekonomisinin kapitalizm öncesi feodalitenin temel karakteri olan küçük bir azınlığın varlıklarıyla orantılı kira toplama yetkisini uyarlamasına dikkat çekilmektedir. Ona göre, bugünün dijital ekonomisi ne tam anlamıyla kapitalist ne de feodaldir; bugünkü ekonomik düzen oligarşiktir. Jeff Bezos, Elon Musk ve Mark Zuckerberg tarihsel feodalitenin tembel aristokratlarından farklı olarak “çalışkandır”, büyük yatırımlar yapmaktadır. Bu da “tekno-feodalizmi” yalnızca “aletlerle” yapılan bir feodalizm olmaktan çıkararak kapitalizmden daha ileri bir sömürü düzeni haline getirmektedir. Tekno-lordlar; vasal kapitalistlerden, prekaryadan ve platform kullanıcılarından değeri söküp alır.[6]
Özetlemek gerekirse, dijital feodalizm tartışmaları genel olarak siyasi katılım sürecinin özel teknoloji aktörleri tarafından sınırlanmasına ve kullanıcıların teknoloji şirketlerinin arayüzüne erişip düzenleme yapmasına imkân tanımaması şeklinde görülen yazılım, donanım ve dağıtım tekeline vurgu yapar.[7] Bunların yanında, gücün şirketler elinde yoğunlaşması ve yeniden düzenlenen bir hiyerarşi gündeme gelir.[8] Ancak dijitalleşmeye bu şekilde yaklaşmak kapitalizmin aşıldığını varsaymaktadır ki bu oldukça iddialı bir varsayım olur. Bu noktada bir karara varmak ve kavramsal açıdan bir netleşmeye gitmek gerekmektedir; bu yapılırken geleneksel Marksist kavramları yeniden düşünmek faydalı olabilir. Morozov’un yaptığı gibi ihtiyatla yaklaşarak feodalite tartışmalarının bir süreç olarak ele alınması sağlıklı bir eğilim olacaktır. Çünkü kapitalizmin alameti farikası olan özellikler (emekçinin geçim araçlarına erişmek için emek gücünü satma “özgürlüğü” ve mülksüzleşmiş bir işçi sınıfının varlığı) halen hegemoniktir.[9]Hegemoniktir çünkü günümüzde birçok farklı üretim tarzı varlığını sürdürmektedir. Dolayısıyla bize göre, ‘dijital feodalizm’den ziyade ‘dijital kapitalizm’ kavramsallaştırması daha doğru bir kullanım olacaktır. Bunun yanında, Morozov’un veri odaklı yaklaşımından farklı olarak daha bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ihtiyaç, dijital ekonominin yalnızca verilerin teknoloji şirketlerince el konularak sömürülmesinden ibaret olmamasından kaynaklanır. Sözünü ettiğimiz bu bütüncül yaklaşım, dijital ürünlerin üretilmesi için gereken madenlerin çıkarımı sürecinden dijital ürünlerin montajındaki sömürüye, yazılım emeğinden Morozov’un da ele aldığı kullanıcı emeğine ve hatta ürünler tüketilip e-atık haline geldikten sonra ortaya çıkan geri dönüşüm emeğine dek pek çok bileşeni bir arada düşünmeyi gerektirir. Bu bağlamda, dijital ekonominin sermaye döngüsü yalnızca verilerin toplanmasına indirgenemez.
Dijital kapitalizm kavramı bu noktalara dikkat çekerek bütüncül bir yaklaşım ihtiyacını karşılarken aynı zamanda kapitalist ilişkileri feodalizmden farklı kılan “sınıf”a da vurgu yapar. Dijital kapitalizm kavramındaki “dijital” ön eki, bu bağlamda, tam da yukarıda bahsi geçen isimlerin tartıştığı sürece yapılan bir vurgudan ibarettir. Bugün kapitalizmin hâkim üretim biçimi olduğu doğrudur; ancak ondaki dijital ağırlık da görmezden gelinemez. Hatırlanmalıdır ki Amazon, Apple, Alphabet, Microsoft ve Meta gibi şirketler günümüzün en büyük, en zengin ve en kudretli şirketleridir.[10] Fakat bu şirketlerin kurduğu tekeller oligopol ve teknopoli kavramları etrafında uzun süredir zaten tartışılmaktaydı. Dolayısıyla, bu bölümü kapatırken denilebilir ki dijital feodalizm tartışmalarında dikkat çekilen süreçler, ilkel birikim ve proleterleşme gibi geleneksel Marksist kavramlarla da ifade edilebilir. Örneğin, çok uluslu şirketlerin güç kazanması, neoliberalizm ve ilkel birikim bağlamında uzun süredir tartışılıyordu;[11] benzer şekilde işçi haklarına yönelik saldırı da proleterleşme[12] ve hatta prekarya[13] kavramıyla tartışılmaktaydı. Bu kavramsal netleşmenin ardından şimdi sınıfları incelemeye geçebiliriz.
Dijital Kapitalizm ve Sınıflar
Gerek dijital feodalizm tartışmalarında gerek dijital kapitalizm tartışmalarında ortak bir nokta vardır: Sınıfların dönüşümü. Bu iki kavramı ele alan düşünürler sınıfları güncel bir bağlam üzerinden tartışmak istemektedir. Sınıfları “dijital” ön ekiyle tartışmak, sınıfların siber uzama taşındığını ve çevrimdışı alanın sınıfsızlaştığını ima etmez. Aslında burada da tıpkı dijital kapitalizm bahsinde olduğu gibi bir vurgu söz konusudur. Kapitalizm dijitalleşmeye uyum sağladıkça sömürü de bu bağlamda yeni formlar alırken bu yeni formları internetin sağladığı katılımcılık ve şeffaflık gibi kavramlar üzerinden gerekçelendirerek görmezden gelenler teknolojik iyimserler ve fütüristler olarak, bu iddiaya eleştirel yaklaşanlar ise teknolojik kötümserler olarak yaftalanmaktadır. Dolayısıyla sınıfları dijital bir bağlamda ele almak bugün ilgili alanda yaşanan sömürüyü görünür kılmaya yardımcı olacaktır.
Sınıflar, “artı ürüne el koymanın farklı mekanizmalarıyla tanımlanır; belli bir düalite içererek, karşıtlık ilişkileri içinde yer alırlar.”[14] Sınıfları ele alırken dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da sınıfı bir ilişki olarak ele alma gerekliliğidir.[15] Belki de dijital feodalizm kavrayışının düştüğü yanılgı budur: Sınıfı hiyerarşik bir yapıda, gelir gibi ekonomik kriterlere ve mesleğe göre katmanlaştırmaya çalışmak. Sınıfı bir ilişki olarak ele almak, sermaye sınıfı ile üretici sınıf arasındaki ilişkinin dinamiğine dikkat çeker; toplumsal ilişkilerin kaynağı olan zıtlıklar ve çelişkiler de burada aranır.[16]Bu çalışmada da dijital kapitalizmde sınıflar başı sonu belli analitik bir kategori olarak ele alınmaktan ziyade hareket halinde bir olgu olarak görülecektir.
***
Öncelikle sermaye sahiplerinden başlayalım. Netokrasi kavramı, internetin doğuşuyla birlikte meydana çıkan yeni yönetici eliti betimler. Bu netokratik düzende seçimler bir nevi kitleleri “eğlemek” için düzenlenen gösterilerdir. Bu analoji, feodalitenin aristokrasisine gönderme yapar.[17] Fakat Varuofakis’in dikkati çektiği üzere, geleneksel aristokratlardan farklı olarak bu elitler oldukça atılgandır. Belirtmekte yine de yarar var: Netokrasi ile vurgulanan, dijital sektörün elitleridir; bu elitler, toplumun bütününden bağımsız düşünülemez, ayrı bir dünyada ayrı bir sınıfsallık oluşturmaz. Dijitalleşme sürecinde bu elitlere bir de fikrî liderler eşlik eder. Digital ve literati (aydın) kelimelerinin bileşimiyle oluşan digerati ya da digirati olarak bilinen bu liderler, teknoloji hakkındaki fikirleriyle elitin düşünsel besinini sağlar, onlara ideolojik bir meşruiyet kazandırır. Facebook’un ilk yatırımcılarından olan Peter Thiel ya da Üçüncü Dalga kitabının yazarı Alvin Toffler, digerati’ye verilecek uygun örneklerdir. Byung-Chul Han bu tablonun enfokrasi ile aşılacağını ileri sürer. Ona göre, partilere dayanan sözde demokrasi yakın gelecekte aşınacaktır:
Dijital post-demokrasi olarak enfokrasiye geçilecektir. Ardından, politikacıların yerini, toplumu ideolojik varsayımlara dayanmadan ve güç odaklarının çıkarlarından bağımsız olarak yöneten uzmanlar ve bilişimciler alacaktır. Politika, yerini veriye dayalı sistem yönetimine bırakır. Toplumla ilgili kararlar, Big Data ve yapay zeka kullanılarak alınacaktır. Siyasi söylemler var olmaya devam edecektir. Ama tali meseleler olarak kalacaklardır. Toplumsal sistemin optimizasyonunu, hatta herkesin mutluluğunu vadeden, Daha Fazla söylem ve iletişim değil, Daha Fazla veri ve akıllı algoritmadır.[18]
Han’ın çizdiği tabloda da tıpkı netokraside olduğu gibi teknoloji elitleri olağandışı bir güce sahiptir. Her halükârda siber seçkinler oldukça güçlüdür. Dijitalleşme ve sınıflar tartışmalarında orta sınıf hep görmezden gelinir. Aslında bunda, internet ve bilgisayara erişimin pahalı olması sonucunda ilgili donanıma erişimin orta sınıflarca gerçekleştirildiği düşünülmesinin de payı vardır. Yani orta sınıf ve dijitalleşme, tartışılmaya bile gerek görülmeyen, birbirine içkin olgular olarak kabul edilir. Bu varsayımı kabul etmek, elektronik donanıma erişimin görece ucuzlamasının inkâr edilmesi anlamına gelecektir. Artık orta sınıfın altındakiler de elektronik donanıma erişebilmektedir. Bu donanım yalnızca son sürüm aygıtlar olarak anlaşılmamalıdır. Kaldı ki merkez ülkeler çevre ülkelere eski elektronik donanımlarını ihraç ederek dijitalleşmenin çevreye ve işçi sınıfına yayılmasına sebep olmuştur. Bu noktada, orta sınıf ve dijitalleşmeyi bu iki olgu arasında kurulan bir ilişki olarak ele almaktan ziyade bir kriter belirleyerek incelemek daha verimli olacaktır.
Dijital orta sınıflar, orta sınıfların dijital mecralardaki varlığına işaret etmekten ziyade, bu mecralardaki faaliyetlerinin niteliğine içkin olarak görülmelidir. Dijital sektörde istihdam ediliyor yahut çalışmıyor olsun, dijital orta sınıflar daha nitelikli faaliyetler yürütmektedir. Sınıfı bir ilişki olarak ele aldığımız hatırlandığında bugüne ilişkin şu örnek verilebilir: Bugün Silikon Vadisi’nde iş yapan bir yazılım mühendisi orta sınıf olarak değerlendirilebilir ancak aynı işi Hindistan’da yapan kişiyi orta sınıf olarak değerlendirmek oldukça zordur. Ancak dediğimiz gibi bunlar değişken olgulardır; Silikon Vadisi’ndeki yazılım mühendisi için aynı yargı yarın geçerli olmayabilir. Geleneksel olarak sınıfı tespit etmede kullanılan kriterler ne kadar genişlerse (eğitim, yaş, cinsiyet vb.) ilgili dijital sınıfı tespit etmek o kadar kolaylaştırıcı olmaktadır. Dijital kapitalizmde ise işler bu kadar basit değildir, hatta bu kriterler yer yer tespiti zorlaştırmaktadır. Çünkü örneğin Hindistan’daki yazılım işçisinin eğitim düzeyi Silikon Vadisi’ndekine oranla daha yüksek olabilir. Bu şekilde dijital orta sınıfın tespiti iş karşılığı alınan ücretten de özerkleşmektedir. Dijital orta sınıfın bu muğlak durumu aslında dijital proleterleri inceledikçe daha net çizilecektir.
Dijital işçi sınıfı, dijital mavi yakalılar, tekno-prekarya, siber proletarya ya da sibertarya… Bu kavramlar genellikle aynı toplumsal grubu işaret eder. Ursula Huws’un önermesi olan sibertarya kavramı, 1970’li yıllardan beri süregelen dijitalleşme eğilimi ile ilerleyen proleterleşme süreçlerine dikkat çeker.[19] Aynı vurgu Nick Dyer-Witheford’un siber proletarya kavramında da geçerlidir.[20] Dijital işçi sınıfı ve dijital mavi yakalılar da proleterleşme süreçlerine vurgu yapan geleneksel Marksist perspektife daha yakın kavramsallaştırmalardır. Altın yaka olarak da adlandırılan dijital işçilerin kendilerine özgü birtakım özellikleri mevcuttur. Örneğin bu işçiler “birey”dir, ev merkezli bir yaşam sürer ve “yalnız”dır.[21]
Dijital uzamdaki işçileri tarif etmekte farklılaşan hat ise “prekarya”dan türeyen önermelerdir. Prekarya, bilindiği üzere, güvencesizleşme süreçlerine vurgu yapan, proleterya ve güvencesizlik anlamına gelen precarious kelimelerinden türetilen bir kavramdır. Prekarya kavramında hatalı ya da eksik olan, geleneksel Marksizm’deki proleterleşme süreçlerinden farklı önermelerde bulunmamasıdır. Belki de yegâne farklı olduğu nokta güvencesiz bir varoluşa yaptığı vurgudur. Öyle ki kimileri için güvencesizlik anlamında bir prekariteden söz edilemez, sözü edilmesi gereken gereksizliktir: “Para, en tepeye gitti. Maaşlar, en tepeye gitti. Tedavi, en tepeye gitti. En kötüsü de kimsenin bununla bir derdi yok gibi gözüküyor.” Böyle söylüyor “unnecessariat” (gereksizler) kavramını öneren Anne Amnesia.[22]
Sosyal bilimci Alexander Waters tarafından önerilen tekno-prekarya kavramı ise teknolojik feodalizm tezlerini doğrudan kabul eder ve tekno-prekaryayı feodalizmdeki köylülere benzetir. Tekno-prekarya ve prekarya kavramının bilimsel dayanaklarından ziyade tartışma için ilgi çekici olan, dijitalleşme ile birlikte proleterleşme süreçlerindeki yoğunlaşmaya yaptığı vurgudur. Çünkü dijitalleşme, aynı zamanda Fordist üretim tarzını -güvenceli bir iş, maaş ve hayat düzeni- tasfiye eden kuralsızlaşma ve istikrarsızlaştırma ile beraber ilerlemiştir. Dijital işçi sınıfının yaşadığı sömürüyü en iyi anlatan şey freelance işçilerin yaşadıklarıdır. Freelance, onu olumlayanlar için serbest zaman kullanımı, ortalama üstü ücretler ve bireyselleşme ideolojisiyle belirlenir. Freelance çalışmanın bugün geldiği noktada işçiler uzun süre sözleşmesiz olarak çalışmakta, sosyal güvenlik başta olmak üzere güvencesizliğin doruklarını yaşamakta, büyük bir çoğunluğu yaratıcı işlerden ziyade düşük nitelikli ve düşük ücretli parça başı işler yapmakta, zamanlarını yönetememektedir. Guy Standing onlar için “permalancers” der: Serbest çalışma olarak freelance, kalıcı çalışmaya dönüşmüştür.[23] Permalencerlar hayatlarını idame ettirmek için o kadar çok çalışmaktadır ki yeni işler bulmak için harcadıkları ücretsiz emek başlı başına bir çalışma biçimi haline gelmiştir (work for labour).
Bu bölümü bitirirken belirtmekte yarar var: “Sınıflar” dinamiktir. Ve dijital sınıf dendiğinde onu çevrimdışı hayattan bağımsız düşünemeyiz. Orta sınıfları tartışırken de görülebileceği gibi -dijital feodalizm tartışmalarını da ateşleyen- sermaye ve işçiler arasındaki kutuplaşmanın sebebi, elitlere giden gelir payının artışıyla doğru orantılı olarak işçilere giden payın azalmasıdır. Dünyanın en zengin insanlarından biri olan Jeff Bezos’un bir saniyede kazandığı parayı ortalama bir Amazon işçisi sekiz hafta çalışarak kazanabiliyor; aynı Bezos’un, 2030’lu yıllarda dünyanın ilk trilyoneri olacağı düşünülüyor.[24] Açılan bu makasla bağlantılı olarak elitler ve işçiler üzerine yazılanların artması iki uçtan birine savrulan orta sınıflardan daha fazla olması normaldir. Her ne kadar daha fazla tartışılmayı gerektirse de dijital orta sınıf kavramı üzerindeki belirsizliği azaltmak adına şunlar söylenebilir: Orta sınıflar, “kapitalist sömürü mekanizmaları bakımından sömürülen, ancak bu ikincil sömürü mekanizmalarının bir ya da daha fazlası bakımından sömürücü olan sınıf yapısı içindeki konumlar olarak anlaşılabilirler.”[25] Bu tanım, orta sınıfın, “sömürü bakımından proleterleşmiş ancak yabancılaşma bakımından proleterleşmemiş” olduğunu söylemektedir.[26] Bugün dijital sınıfları haritalarken dijital orta sınıfın yerini belirlemekte yaşanan zorlukların orta sınıfın doğasına ilişkin bu belirsizliklerle ilişkili olduğu söylenebilir. Metin boyunca durulan kavramsal pozisyona göre sınıflar ilişki halinde görüldüğünden “dijital orta sınıf” kavramı belirli bir tanım vermemekte, aksine dinamik ve devamlı hareket halinde olan bir sınıfsallığı belirtmektedir. Bu noktada, orta sınıfların “yabancılaşma bakımından proleterleşmemiş” olmaları ise onların tespitinde kendilerinden ziyade diğer sınıflara bakılmasına yol açmaktadır. Sınıfları bir ilişki olarak görmek sınıfsal bilincin ortaya çıkışında “deneyimlere” bakılmasını gerektirmektedir.[27] Orta sınıfların, sömürüyü işçiler gibi yaşarken kendilerini “üst sınıfa” ait olarak görmeleri “dijital orta sınıfın” tespitini zorlaştıran önemli bir unsur haline gelmektedir. Dijital orta sınıfın tespitini zorlaştıran bir başka unsur da işin teknik boyutuna dairdir. Örneğin orta sınıflar geleneksel olarak “beyaz yaka işler” ile bağlantılandırılmaktadır.[28] Dijitalleşmenin yoğunlaşması, orta sınıfın deneyimlediği bireyselleşmeyi fiziksel bağlama da taşımıştır.[29] Böylelikle orta sınıfın en önemli görünümlerinden olan beyaz yaka işin doğasına içkin yapısal bir olguda yaşanan köklü bir değişimden söz edilebilir. Hal böyle olunca dijital orta sınıfın muğlaklığı perçinlenmektedir. Bütün bunlara ek olarak geleneksel orta sınıfa ilişkin “yaratıcı iş”in giderek daha fazla basit ve tekrarlı hale gelmesi beyaz yakalılığın yerini aynı oranda mavi yakalılığa bırakmasına vesile olmaktadır. Bu da dijital orta sınıfın muğlaklığının yanında bir de erozyona işaret etmektedir.
Dijitalleşme ve Sınıflar Mücadelesi
Peki, eğer eşitsizlik bu denli artıyorsa -yani dünyadaki en zengin 1000 kişinin varlığı en yoksul 2,5 milyar insanın toplam varlığından 2,5 kat daha fazlaysa- eşitlik ve adalet talepleri neden görünür halde değildir? Bu noktada ideolojik etkenler, direniş biçimlerindeki değişim ve direniş olgusunun zorlaşması şeklinde üç başlıkta niteleyebileceğimiz süreçler dikkat çekmektedir.
Dijitalleşme sürecine bireylik ideolojisi ve bireyselleşme eşlik etmiştir. Neoliberalizmin getirdiği bireylik ideolojisi herkesin kendinden sorumlu hale getirilmesine delalet eder. Dijital işçilerin yaygın olarak serbest çalıştığı akla getirildiğinde yalıtılmışlık, tek başına çalışma, dayatılan sendikasızlık ve emeğin mekânının parçalanması bireyselleşme olgusuyla birlikte düşünülebilir.[30] Dijitalleşen toplumda birey hem sistemin ürünü hem de üreticisi haline getirilir. Dijital işçi bir özne olarak var olamadıkça psişik bir ıstırap duyar: Stres, tükenmişlik ve depresyondaki artış bunun kanıtıdır. Sonu gelmeyecek bir yarışma hissi uyandıran anlamsızlık hissi devamlı yüksek performansta çalışmak zorunda olan işçiyi baskı altına alır. Tatillere, boş zamana ve tembelliğe vakit kalmaz. İşçiler artık toplumsal sorunlarla değil kariyerleriyle meşguldür bu toplumda. Yalnızlaştırılmış bireyin aksine cüreti de kalmamıştır. Toplum bireyselleştirildikçe talepler de bireyselleşmektedir.[31] Böylelikle kişi kendinden sorumlu olduğu hissiyatıyla öfkesini kendine yöneltir, başarısızlığından kendini sorumlu tutar ve bu kendine duyulan saldırganlık kişiyi devrimci değil depresif hale getirir.[32] Karoshi, bu olgunun en belirgin örneğidir. Karoshi olgusu 1980’lerde -dijitalleşmenin yoğunlaşmaya başladığı dönem olması tesadüf değildir- Japonya’da aşırı çalışma sonucu gerçekleşen ölümlere verilen isimdir. Karoshi olgusu ikiye ayrılabilir: İlkinde beyin ve kalp sistemlerinin etkilenmesi sonucu gerçekleşen ani ölümler, ikincisinde ise aşırı çalışma sonucu intihar etme ya da intihar girişimleri ele alınır. İlk olguda dikkati çeken şey, stres olgusunun yalnızca mental bir acı olmadığının kanıtıdır: Fazla mesai, düşük ücretler ve örgütsel kültür konusundaki bilinçsizliğin yol açtığı stres sonucu çalışan, hayatını kaybetmektedir.[33]
Dijitalleşme sürecinde direniş biçimlerindeki dönüşüm genellikle J. C. Scott’ın “direniş sanatları” üzerinden okunmuştur. Scott, sömürülenin egemen karşısındaki söyleminin kamusal bir senaryo olmaya devam ettiği müddetçe “sahne arkasında” egemenlere karşı doğrudan gözlemin ötesinde yer alan söylemi nitelemek için “gizli senaryo” kavramını kullanır. Bunun geleneksel örneği, “birçok köylü için, yasak bölgede avlanma, hırsızlık, el altından vergi kaçırma ve toprak sahipleri için kasıtlı olarak kötü iş yapma”dır.[34] Gizli senaryo, ofis ortamında absenteizm ve turnover olarak ortaya çıkmaktaydı. Ancak günümüzün uzaktan çalışmasındaki artış, alışılageldik gizli senaryoların da dönüşümüne yol açmaktadır. Dijitalleşme, gizli senaryoların kapalı Facebook ya da WhatsApp gruplarında gerçekleşmesine yol açıyor. İş ya da müşteri filtreleme, olumsuz geri bildirim, işin çıktısının teslim edilmemesi, kötü müşterileri ifşalamak ya da arkadaşlara verilen tavsiyeler bu türden “direniş pratiklerine” kimi örneklerdir.[35]Dolayısıyla kolektif direniş yerini gittikçe daha büyük oranda “zayıf direnişe” bırakmaktadır.
Bu iki başlığı etkileyen ve onlardan etkilenen son başlık ise direnişin giderek zorlaşmasıdır. Bu zorlaşmanın gerekleri gözetim ve güvenlik söyleminde aranmalıdır. Dijitalleşme ile artan gözetim uygulamaları bir güvenlik söylemi ile meşrulaştırılır. Gözetim uygulamaları gelişip yaygınlaştıkça yeni gözetim teknolojilerine karşı çıkmak da o denli zorlaşır. Öyle ki bugün gözetim teknolojileri gündelik hayatın bir parçasıdır. Çalışma süreçleri de bundan azade değildir: Çalışma dijitalleştikçe gözetim daha da içselleştirilir. Uzaktan çalışma örneği üzerinden devam edelim: Çevrimiçi çalışma platformu Upwork’ün kullandığı bir sistem freelancerların masaüstlerinden rastgele zamanlarda görüntü alır, tuş vuruşlarını ya da farelerini takip eder. Böylece freelancerın iş dışında yapacak bir şeyi kalmaz. Çünkü “boşa vakit harcadığı” gerekçe gösterilerek ücretinden kesinti yapılabilir.[36] Böylece sömürüye direnmek giderek zorlaşır.
***
Sonuç olarak denilebilir ki “dijital feodalizm” kavramsallaştırması tüm bu tartışmaları doğru bir biçimde kapsamaya yetmemektedir. Dijital feodalizm kavramını kullananların vurgulamak istediği noktalar (şirket yoğunlaşması, sınıflar arasında açılan makas ve emek sömürüsünün yoğunlaşması) dikkate değer olmakla birlikte yaşanan süreci anlamlandırmada “dijital kapitalizm” kavramsallaştırması daha isabetlidir. Dijitalleşme, gücün giderek daha fazla bir biçimde sermayenin elinde yoğunlaşmasına yol açmaktadır: Sermaye tıpkı kanla beslenen bir vampir gibidir. Dijitalleşme ile yoğun bir proleterleşme dalgası yaşanmaktadır. Bunun sonucunda işçiler giderek güvensizleşmekte böylece sömürü hat safhaya ulaşmaktadır. Öte yandan, dijitalleşmeye eşlik eden kuralsızlaştırma süreçleri sonucunda işçi sınıfı hiç olmadığı kadar örgütsüzleştirilmiş ve bireyselleştirilmiştir. Bu da sermayenin yeni saldırıları karşısında işçi sınıfının kolektif direniş imkânlarını zayıflatmaktadır. Çizilen bu “karamsarlık tablosu” bir tercih sonucu değildir; ancak tıpkı Herbert Marcuse ve Walter Benjamin gibi “tarihin doğal gidişatının, üretici güçlerin gelişiminin ya da toplumsal ilerlemenin akılcı ve özgürleşmiş bir topluma yol açacağına inanmayı” reddetmenin bir gereğidir.[37] Zira “bu iradeci karamsarlık belirtisi, edilgenliği (…) tercih etmek bir yana, tam tersine çok umutsuz bir eylem, inisiyatif ve direniş çağrısıdır.”
[1] Scott, Z. (2018). Digital Feudalism. https://towardsdatascience.com/digital-feudalism-b9858f7f9be5 Erişim Tarihi: 03.01.23.
[2] Jensen, J. L. (2020). Democracy in the age of digital feudalism. https://www.emeraldgrouppublishing.com/opinion-and-blog/democracy-age-digital-feudalism Erişim Tarihi: 03.01.23.
[3] Dean, J. (2020). Communism or Neo-Feudalism?. New Political Science, 42(1), 1-17.
[4] Dean, J. (2020). Neofeudalism: The End of Capitalism?. LA Review of Books. https://lareviewofbooks.org/article/neofeudalism-the-end-of-capitalism/ Erişim Tarihi: 03.01.23. (Metnin Türkçe bir çevirisi için bkz. Dean, J. (2020). Neofeodalizm: Kapitalizmin Sonu mu? (çev. Hazal Göçmen). Textum Dergi. https://textumdergi.net/jodi-dean-neofeodalizm/)
[5] Morozov, E. (2022). Critique of Techno-Feudal Reason. New Left Review, 133/134, 89-126.
[6] Varuofakis, Y. & Morozov, E. (2022). Crypto, the Left, and Techno-Feudalism. https://metacpc.org/en/crypto-blockchain/ Erişim Tarihi: 04.01.23.
[7] Ünver, H. A. (2017). Digital challenges to democracy: Politics of automation, attention, and engagement. Journal of International Affairs, 71(1), 127-146.
[8] Banta, N. M. (2017). Property Interests in Digital Assets: The Rise of Digital Feudalism. Cardozo Law Review. Vol. 38. 1099-1157.
[9] Bonefeld, W. (2014). Önsöz. (Çev. Öykü Şafak). İlkel Birikim Sermayenin Kaldıracı (Der. Özay Göztepe) içinde. NotaBene: Ankara.
[10] Bu noktada platform kapitalizmi, bilişsel kapitalizm ve iletişimsel kapitalizm gibi kavramlar sermaye döngüsünün bütününe ilişkin bir vurguda bulunmadığı için tercih edilmemektedir. Bu kavramlar örneğin platform işi üzerine yoğunlaşırken dijital kapitalizm kavramı bir bütün olarak “dijital sermaye döngüsü”ne yoğunlaşmaktadır.
[11] bkz. Göztepe, Ö. (Der.). (2014). İlkel Birikim Sermayenin Kaldıracı. NotaBene: Ankara.
[12] Fuchs, C. (2021). Dijital Kapitalizm Çağında Marx’ı Yeniden Okumak. (Çev. Diyar Saraçoğlu). NotaBene: İstanbul.
[13] Standing, G. (2020). Prekarya. (Çev. Ergin Bulut). 6. Baskı. İletişim: İstanbul.
[14] Boratav, K. (2020). İstanbul ve Anadolu’dan Sınıf Profilleri. 3. Baskı. İmge: Ankara. s. 19.
[15] Thompson, E. P. (2004). İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu. (Çev. Uygur Kocabaşoğlu). Birikim Yayınları: İstanbul.
[16] Yücesan-Özdemir, G. (2015). Giriş: Rüzgara Karşı Emek ve Sınıf Çalışmaları. Rüzgara Karşı Emek Süreçleri ve Karşı Hegemonya Arayışları (Ed. Gamze Yücesan-Özdemir) içinde. NotaBene: Ankara.
[17] Sezgin, A. A., & Yolcu, T. (2017). Political view of informationalism: social media and netocracy. Intermedia International E-journal, 4(6), 95-109.
[18] Han, B. (2022). Enfokrasi Dijitalleşme ve Demokrasinin Krizi. (Çev. Mustafa Özdemir). Ketebe Yayınları: İstanbul, s. 41.
[19] Huws, U. (2018). Küresel Dijital Ekonomide Emek Sibertaryanın Oluşumu. (Çev. Cemre Şenesen). Yordam Kitap: İstanbul.
[20] Dyer-Witheford, N. (2019). Siber Proletarya: Dijital Girdapta Küresel Emek. (Çev. Eylem Akçay). Z Yayınları: İstanbul.
[21] Yücesan-Özdemir, G. (2009). Emek ve Teknoloji Türkiye’de Sendikalar ve İletişim Teknolojileri. Tan Kitabevi Yayınları: Ankara.
[22] Amnesia, A. (2016). Unnecessariat. More Crows. https://morecrows.wordpress.com/2016/05/10/unnecessariat/ Erişim Tarihi: 05.01.23.
[23] Standing, G. (2009). Work after Globalization Building Occupational Citizenship. Edward Elgard Publishing: Cheltenham. Gerçi burada yapılan tartışma daha ziyade Batılı işçiler için geçerlidir, Fordist çalışmayı hiçbir zaman deneyimlememiş Küresel Güney sakinleri için değil -ancak bu oldukça uzun sürebilecek başka bir tartışmanın konusudur.
[24] Gerbaudo, P. (2022). Büyük Geri Tepme Popülizm ve Pandemi Sonrası Politika. (Çev. Kıvanç Tanrıyar). Ayrıntı: İstanbul.
[25] Wright, E. O. (2017). Sömürü, Kimlik ve Sınıf Yapısı: Eleştirilere Yanıt. (Çev. Kemal Özdil). (Ed. Erik Olin Wright) Sınıflar Üzerine Tartışmalar içinde. NotaBene: İstanbul. s. 246.
[26] A.g.e. s. 256.
[27] Thompson, E. P. (2004). İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu. (Çev. Uygur Kocabaşoğlu). Birikim Yayınları: İstanbul. s. 40.
[28] Işıklı, E. (2021). Ofis Çalışanlarının Yalnızlığı. (Ed. Ayşe Buğra) Sınıftan Sınıfa Fabrika Dışında Çalışma Manzaraları. 4. Baskı. İletişim: İstanbul.
[29] Özellikle pandemi sonrası beyaz yaka işlerde uzaktan çalışmaya geçiş ofis ortamının tasfiyesinde önemli bir aşama olmuştur.
Van Nieuwerburgh, S. (2023). The remote work revolution: Impact on real estate values and the urban environment: 2023 AREUEA Presidential Address. Real Estate Economics, 51(1), 7-48.
[30] Fuchs, C. (2021). Enformasyon Çağında Marx Okumak: Kapital Cilt 1 Üzerine Bir Medya ve İletişim Çalışması. (Çev. Tarık Özbek & Ümit Keskin). Koyusiyah Yayıncılık: Ankara.
[31] de Gaulejac, V. (2013). İşletme Hastalığına Tutulmuş Toplum İşletme İdeolojisi, Yönetsel İktidar ve Toplumsal Taciz. (Çev. Özge Erdek). Ayrıntı: İstanbul.
[32] Han, B. (2020). Psikopolitika: Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri. (Çev. Haluk Barışçan). Metis: İstanbul.
[33] Kim, C., & Lee, S. (2021). Politicising digital labour through the politics of body. The Economic and Labour Relations Review, 32(3), 382-398.
[34] Scott, J. C. (2014). Tahakküm ve Direniş Sanatları. (Çev. Alev Türker). 2. Baskı. Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
[35] Anwar, M. A., & Graham, M. (2020). Hidden transcripts of the gig economy: labour agency and the new art of resistance among African gig workers. Environment and Planning A: Economy and Space, 52(7), 1269-1291.
[36] Couldry, N. & Mejias, U. A. (2022). Bağlantının Bedelleri Veri Sömürgeciliği Tartışmalarına Bir Giriş. (Çev. Gamze Boztepe). NotaBene: İstanbul.
[37] Löwy, M. (2007). Romantizm Yıldızı Altında Walter Benjamin ve Herbert Marcuse. (Çev. Bilal Çölgeçen). Devrimci Romantizm (Ed. Max Blechman) içinde. Versus Kitap: İstanbul.