Yazar: Ekim Kılıç (Evrensel Gazetesi ABD Muhabiri) – @EkimKilic
25 Mayıs Pazartesi günü Minneapolis polis teşkilatı üyesi memur Derek Chauvin’in görevli diğer üç polis memurunun yardımıyla George Floyd adlı siyah vatandaşın boğazına diz çökmek suretiyle boğarak öldürmesi ABD halklarının tarihlerinde hiç görülmemiş bir yaygınlık, süreklilik ve kalabalıkla sokaklara dökülmesini tetikledi. Genel halk eylemliliğinin özelikle 1968 hareketinden farklı olarak daha kalabalık ve sürekli olduğu belirtildi. Örneğin 2016 Başkanlık Seçimi sonrası yapılan Kadınlar Yürüyüşü’nün de Vietnam Savaş Karşıtı 68 eylemlerinden daha büyük olduğu birçok kesimce belirtilmişti. Ancak 2020 Mayıs ayının son haftası sokaklara çıkan halk eylemliliği, kent ve eyalet merkezlerine sıkışmaması, daha yaygın olması ve bu yaygınlığı uzunca bir süre korumasıyla öne çıkıyor.
Genel halk eylemliliği ayrıca eylemlerin ilk gününden beri her kademeden güvenlik güçlerinin müdahalesine ve ABD hükümetinin en üst düzeyden askeri müdahaleyi öne süren tehditlerine ve tacizlerine rağmen sürdü. Örneğin 2.hafta boyunca New York’ta uygulanan sokağa çıkma yasaklarını halk ‘Birleşen bir halkı hiçbir kuvvet yenemez’ sloganıyla cevaplamış, sokakları daha fazla doldurmuştur. Keza halkın kararlı duruşu federal ve yerel hükümetlere geri adım attırmış, hükümetler eylemlere eskisi gibi topyekun müdahale edemeyeceklerini anlamıştır.
Bu enerjisiyle ve kararlı duruşuyla ABD halkları şimdiden uluslararası anlamda üzerinde oturduğu ırkçılığın ve sömürgeciliğin tarihsel fay hatlarını tetiklemiştir. Avrupalı emekçi halklar da siyahlar ve diğer azınlıklar üzerinde uygulanan zulme sessiz kalmayıp hesaplaşacaklarını ilan ettiler. Fransızların aylardır sokakları terk etmemesi ve sendikal hareketle buluşmasından, Sudanlıların diktatörlüklerini doğrudan ve dolaylı olarak destekleyen bütün kurumlara karşı ‘devrim’ seslerini sokaklarda yükseltmesinden, Şilililerin Las Tesis dansıyla eril ideolojiyle polisi, savcısı ve patronuları beraber hedefe oturtması ve buradan dünya halklarıyla buluşmasından sonra ABD halk eylemliliği de şimdiden dünyayı sallayan bir enerji ve kararlılıkla ortaya çıktı. Bununla ABD özelinde yıllardır ezilen halk hareketlerinin ‘hamiliğine’ soyunan Demokrat Parti’nin de bu hareketi eskisi gibi kolayca kucaklayamayacağı ortaya çıktı. ABD demokrasisinin iki büyük partisi tarafından uzun yıllardır terk edilmiş, temsil edilmeyen büyük bir kitle artık tarih sahnesinde gözünü budaktan sakınmayıp etrafı ateşe verecek ve gericiliğin temsili olan heykelleri devirecek bir öfkeyle ve iddiayla sokaktadırlar.
Eylemler zaman geçtikçe yerini kazanımları kalıcılaştırma tartışmalarına bırakacak. Sokaklara çıkanlar şimdiden oldukça bilinçli ve örgütlü bir biçimde hareket ettiklerini kanıtladı ama önderlik arıyorlar. Peki ya bu hareket kendi önderliğini kendisi yaratırsa? Daha fazla dolandırmadan aklımızdaki soruyu soralım: Sokaklardaki enerji, amansızlık ve öfke bir ABD emekçi halk partisi için basamak olur mu? Böylesi bir basamağın halihazırda görünür olan dayanakları nelerdir?
ABD’de dinamik anayasal demokrasisinin temelleri zayıflıyor
2008 Finansal krizinin merkezi olması, son 12 yıldır bankaları ve şirketleri kurtarmak amacıyla uygulanan paketler ve sosyal refahı zayıflatan yasa değişikleri sonucunda ABD’de toplumsal refah azaldı. Pandemi süreci ile kısa sürede başka bir aşamaya geçen işsizlik, evsizlik, yoksulluk, kitlesel hapsedilme, toplumsal ruh sağlığı bozuklukları ve yaşamın her anında karşımıza çıkan kurumsallaşmış ırkçılık, geleceğini tahayyül edemeyen bir yığın insan yaratarak toplumsal güvencesizliği arttırdı. Pandeminin toplumdaki fay hatlarını derinleştirmesi araştırmacılara, yeni kuşakların “anlam, ahlak ve ölümü hiç olmadığı kadar sorgulayacakları” bir tetikleyici olacağını söylettirdi. Yeni nesiller, 11 Eylül, 2008 krizi, ABD’nin uluslararası prestijinde gerileme, ev alım krizi, küresel ısınmanın etkilerini hissettirmesi, üniversite mezunlarının borç batağında ezilmesi gibi birçok sorunu tecrübe etti. Özellikle hayat standartlarında gerileme, orta halli sınıfların eski ekonomik olanaklara sahip olmaması, ‘Amerikan rüyasının’ artık adının bile anılamayacak hale gelmesi, artan işçi grevleri ve yıllardır enflasyona oranla neredeyse hiç artmayan çalışan maaşları kıyamet alametleri olarak yerini aldı.
ABD’li ana akım siyaset bilimcilerin gelişmiş bir liberal demokrasiyi üzerine kurulduğu ‘orta sınıfların’ gelişkinliği ve böylelikle toplumsal kimliklerin dört yılda bir papatya falı gibi yapılan seçimlerle temsil edilebileceği gibi savların artık bir anlamı kalmadı. Başka bir deyişle, mevcut durumu kapitalizmin döngüsel krizlerinin bağlamı dışında ele alan yaklaşımlar, mevcut dinamikleri anlamaktan oldukça uzak. [1] [2] Bu gibi savların en büyük dayanakları, sürekli bir toplumsal refahı verili koşul olarak kabul etmeleriydi. Ancak 2008 finansal krizi ile beraber doğayı ve sağlık hakkını bile açıktan talan etmeyi hedefe alan dünya ölçeğinde kapitalistlerin böyle bir dertleri olmadıkları aşikardı. Hatta belki de en ileri gidebilecekleri nokta siyah, kadın, lgbt gibi farklı ulusallıkları ve toplumsal cinsel yönelimlerini ifade eden ezilenlerin temsili bir kısmını soylulaştırarak (gentrifying) Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de, Yemen’de veyahut Libya’da işledikleri cinayetlere ortak etmekti. [3]
ABD’de yine son yıllarda 2008 finansal krizinin ağırlaştırdığı ekonomik koşullar yerel basın-yayın organlarının bütçelerinin kısılmasına, gazetelerin tek tek kapanmasına ve pandemi ile bu sürecin hızlanmasına yol açtı. Basın siyasal süreçlerin gözlemcisi (fourth estate) olarak düşünüldüğünde, yerel basının zayıflaması hep gündemde olan Başkan Trump’ın ve yandaşlarının ‘sahte haberler’ (fake news) ve ‘alternatif gerçekler’ (alternative facts) söylemlerinin yanında demokrasinin mihenk taşlarından birinin zayıflamasının başka bir boyutunu ifade ediyor çünkü ‘demokratik – siyasal hesap verebilirlik’ mekanizmasının halkın sosyal, siyasal ve ekonomik süreçleri izlemesini sağlama ve kamuyu bilgilendirme temel görevleri olan basının özellikle eyaletler ve kasabalar çapında yaşananları ulusal gündeme yansıt(a)maması sonucunda, bir yandan örneğin güçlenen ırkçı eğilimlerden ve cinayetlerden halkın haber alamamasına; diğer yandan, iktidarın sorumluluktan kolayca kaçabilmesine neden oluyor. Örneğin geçtiğimiz sonbahar aylarında güney eyaletlerinde 2014 yılındaki ‘Siyah Yaşamlar Değerlidir’ hareketinde yer etmiş bir kısım genç aktivistlerin 2019’a kadar gerçekleşen sıralı ve şüpheli ölümleri bazı basın kanallarında sınırlı olarak gündeme geldi. Ancak aktivistlerin aşırı stresten intihar etmiş olabilecekleri ihtimalleri çeşitli yerlerde belirtildi. Buna rağmen olayların ardı ardına olması ve haber metinlerinin hiçbirinde kamera kayıtları gibi soruşturmayı daha ciddi kılabilecek bir kanıtın olmaması bu olayları şüpheli bir biçimde karanlıkta bıraktı. Sosyal medyada ‘aktivistlerin ortadan kaldırıldığı’ iddiaları gündeme getirildi. Hatta dahası Southern Poverty Law Center gibi merkezi olarak kendini nefret örgütlerinin takibine adamış liberal örgütlenmeler dışında ABD yereli kolaylıkla takip edilemiyor. Örneğin ABD’nin geleneksel faşist örgütü Ku Klux Klan’ın (KKK) açık örgütlenme faaliyetleri gözden kaçırılıyor.
Son yıllarda yeni gençlik kesimlerince ırkçılık ve sömürgecilik tarihinin sorgulanması ve ortaya çıkan genel halk eylemliliği sayesinde, bir kısmın ‘artık olan oldu’ diyerek eleştirileri abartılı bulmasına ama buna rağmen Nazilerin bile ‘konuşma özgürlüğünü’ savunacak kadar fetişleştirilen liberal özgürlüğe ve akabinde gelen ‘orta yolu bulma,’ ‘uzlaşı kültürü’ne ABD’li bir akranımızın deyimiyle ‘tepesine yıldırım düşüp ikiye yarılan bir ağaçmışçasına’ bir darbe indirildi. [4] Belki aynı sebepledir ki halklar karakol yakma eylemlerine polislerin yargılanma sürecinin hızlandırılması akabinde son verdi. Yine aynı sebeple halklar birçok yerde ne sokağa çıkma yasağı, ne ulusal muhafız ne de ordu müdahalesi tanıdı. Hatta bu sebeple ABD ordusu üst düzey generalleri halkın yanında gözüken açıklamalar yaparak halk nezdinde kendi prestijlerini korumaya çalıştılar. Başkan Donald Trump’ın başkanlar kilisesi olarak da anılan St.John Protestan Kilisesi önüne protestocuların güvenlik güçlerince amansızca dağıtılması sonucunda gelmesi ve İncil ile poz vermesi, sonrasında Antifa (anti-faşistler için kullanılan bir kısaltma) adında bir örgütün varlığını iddia ederek terörist grup olarak ilan edileceğini söylemesi, tehditlere başvurması ve Buffalo’da polisin itmesi sonucu düşüp kafasını yaralayan ve yürüyemeyecek olan yaşlı bir vatandaşı antifa provokatörü olarak ilan etmesi daha en başından halk eylemlerine katılan yığınlardan umudu kestiğini ve kutuplaştırma siyasetiyle yola devam edeceğini gösterdi.
Ancak eylemlerin ilk günlerinden itibaren özellikle ileri gençlik kesimlerinin halkın ayağa kalkmasıyla ‘daha iyi bir gelecek’ mücadelesini daha önden sahiplenmesi göze çarpıyor. Bir başka dayanak ise uzun süredir ABD işçi sınıfının ve emekçilerinin gerek ekonomik gerekse siyasallaşan taleplerle grevlerle, siyasal elitlerin aşağılamalarına karşı koymasıyla, ve siyasal alanda sınırlı olsa da temsilcilerini çıkarmasıyla güncel tecrübelerle donanan bir mücadele birikimi ve bu deneyimlerin tetiklediği ABD işçi sınıfı ve emekçi halk mücadelesi tarihine yönelik hafıza tazelemeler olageliyordu. Bunun yanında işçi grevlerinin son 30 yılın en yüksek rakamlarına eriştiği hatta pandemi döneminde geçen zamanda inanılmaz bir şekilde arttığı belirtiliyor. Örneğin 1 Haziran’dan 19 Haziran’a kadar geçen süreçte fiili grevler de dahil olmak üzere 500’den fazla grevin gerçekleştiği haberlerde yer aldı.
Özetle bir ara bağlamla denilebilir ki ABD halkları dördüncü haftasını bitiren eylemliliklerle kısa sürede yıllar boyu başaramadıklarını başarmanın özgüveniyle ve eylemliliği eyalet eyalet, kasaba kasaba süreklileştiren öfke ve enerjiyle kendi ayrı siyasal güçlerini kurabilecek kapasiteye sahip.
Yükselen ve devam eden genel halk eylemliliğinin ortaya koyduğu bilinç, 2008 sonrası yükselen Avrupa işçi grevleri, ‘işgal et’ hareketleri ve Arap halk ayaklanmalarından daha gelişkin. 2008 sonrası hareketler en radikal biçimleriyle Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da var olan baskıcı iktidarları hedefine koyan ekmek, onur ve özgürlük talepleriyle ortaya çıktı. Birçok ülkede hükümetlerin geri adım atmalarına, reform yapmalarına ve sol ittifak koalisyonlarının yükselmesine sebep olan bu hareketler siyasal sistemin meşruiyet araçlarına görece daha bağımlı kaldı. Bugünkü haliyle ABD’de de yükselen hareketin ana gücü olan ve iki büyük parti tarafından da temsil edilmeyen bu kesimin yakın vakitte büyük siyaset sahnesine kendini muhatap olarak koyma kaygısıyla yüzleşmesi olağandır. Bunda yine yükselen halk hareketinin 2008 sonrası hareketlerden farklı bir şekilde göreceli olarak ‘daha az örgütsüz’ olması durumu mevcut. 2008’den beri farklı eylemlilik deneyimleri biriktiren halklar, sosyal adalet yanlısı aktivist ağları, komünist, sosyalist ve anarşist gruplardaki tecrübeli yeni kuşaklarla beraber eylemleri ilk haftalardan beri derli toplu, polis provokasyonları karşısında temkinli ve halkın pandemiden ve uzun soluklu yürüyüşlerden kaynaklı günlük ihtiyaçlarını karşılayan ağlara sahip bir şekilde yönetiyor. Genel halk eylemliliğinin, ulusal önderlikten yoksun olmasına rağmen kolay kolay ‘örgütsüz’ denilemeyecek kadar ‘bilinçli’ olduğu, su götürmez bir gerçektir.
Halk eylemlerinin hedefinde gerici-ırkçı vesayetin ve sermayenin sembolik mekanları var
İkinci olarak halk eylemleri, gerici-ırkçı vesayetin ve sermayenin sembolik mekanlarını hedefe alıyor. Bir yandan köleliğin yüceltilen tarihsel temsilcilerinin heykellerini yıkıyor. Yıkılan heykellerin başında Amerikan yerlilerinin okudukları halk türküleri sosyal medyada yankı buluyor. [5] Diğer yandan polis kışkırtmalarından bunalması ve öfkelenmesiyle karakolları, bankaları ve lüks mağazaları yakıp yıkıyor. Diğer yandan ise gazdan ve coptan kaçarken onları sahiplenmeyen kurum, kuruluş ve şirketleri hedefine koymaktan çekinmiyor. Bu duruma, konuştuğum sendikacıların görüşlerine dayanarak, Washington DC’deki Amerikan Emek Federasyonu ve Endüstriyel Örgütler Kongresi (AFL-CIO) merkez binası örnek gösterilebilir.
Eylemlerin ikinci haftasından sonra valilikler ve güvenlik güçleri halkın sokaklardan çekilmeyeceğini anladı. İlk haftanın ardından karakolları hedefe koymayı bırakan halk, güvenlik güçlerinin saldırılarının azalmasıyla lüks mekanları da hedefe koymayı bıraktı. Hatta belli bölgelerde aktivist ağları özellikle ‘barışçıl protesto’ söylemini öne çıkardı. Eylemlerin ilk günlerinde karakollara yüründü. Sonrasında güzergah mahkemeler ve hükümet binaları olarak değişti. Başkent Washington DC’de eylemler hep Beyaz Saray’ı gözetti. Şimdilerde ise heykellerin yıkılmasıyla devam ediyor. Camları indirilen yerlerin genellikle lüks mağazalar ve bankalar olması ve diğer bütün hedefler, iktidarın temsil edildiği sembolik mekanlara yönelik tepkinin ifade bulduğunu gösteriyor.
Son olarak, 12 Haziran Cuma günü Georgia eyaletinin Atlanta kentinde Rayshard Brooks adlı vatandaşın bir fast food restoranı otoparkında polislerce katledilmesi üzerine halkın cinayetin işlendiği yerdeki restoranı ateşe vermesi ve üzerine polis şefinin istifa etmesi ve sonraki hafta, 17 Haziran Çarşamba günü, bir Georgia savcısının cinayeti işleyen polis memuru Garrett Rolfe ağır cinayet dahil olmak üzere 11 ayrı suçtan suçlu bulunduğunu duyurmasıyla devam eden olaylar zincirine de değinmek gerekir. Halk bir süredir bu eylemlerin sadece George Floyd’la alakalı olmadığını; polislerce katledilen bütün siyahlar için adalet bulunmadan ve temelden bir değişim olmadan geri dönmeyeceklerini dile getiriyordu. Halk değişimin, sürüncemede bırakılan adli süreçlerle olmayacağını ve polis sendikaları tarafından kefaret parası verilerek salınan katillerle hesaplaşılamayacağını kavradığını ‘ateşe verme’ eylemleriyle ortaya koydu.
Eylemler enerjik, amansız ve hızla birçok biçime bürünüyor
Eylemlerde çıplak gözle açıkça görülen ise sendikalar kendi tabanlarını harekete geçirmese de geniş bir emekçi kamuoyunca eylemlerin sahiplenilmesi. Yürüyüş kortejlerinin önlerini özellikle gençler ve kadınlar çekiyor. Eylemler siyahların inisiyatifinde sürdürülse de özel olarak siyah ve beyaz genç kadınlar eylemlerin teknik ve örgütsel bütünlükte ilerlemesi için çalıştığı gözlemlenebiliyor.
Yukarıda da belirtildiği gibi gibi eylemler gözü kara ve amansız. Brooks’un öldürülmesinden sonra olduğu gibi adalet yerini bulmadığı sürece uygulanacak ‘yeni norm’ yakılan herhangi bir bina veya camları aşağı indirilen bir lüks mekan olacaktır.
Eylemler süresince sağlık emekçilerinden çocuk eylemlerine, eğitimcilerin taleplerinden kardeşleşmeye, Siyah Trans yaşamlara yapılan özel vurgulara, farklı toplumsal, ulusal, etnik kesimlerin siyahlarla dayanışma eylemleri örgütlemesine kadar birçok biçimle farklı toplumsal kesimler kendilerini binler ve onbinler gibi büyük yığınlarla buluşan özel eylemleriyle ifade edebilme fırsatı buldular.
Bu anlamıyla yıllardır uygulanan kemer sıkma politikaları, toplumsal eşitsizliğin farklı tezahürleri ve kurumsallaşmış ırkçılık mengenesi arasında boğulan ABD halkları için, eylemlerin şu ana kadar kazandırdığı zaferler ve ortaya çıkardığı biçimler sayesinde sokaklar özgürlük alanlarına dönüştü. Dolayısıyla eylemciler, bu vardığı aşamadan kolay kolay geri dönmek istemeyecek, bunu korumanın ve ilerletmenin verdiği ‘zorunluluğun bilinci’ ile yolunu arayacak ve sorgulayacaktır.
Sonuç yerine
Sonuç olarak ABD işçi sınıfının ve ezilen halklarının ulusal çapta yaygın, kitlesel ve örgütlü olabilecek bir alternatif siyasi seçeneğini oluşturabilmesi için ellerinde dünden daha fazla olanak vardır. Bunlardan birisi ABD’nin kurumsal demokrasisinin içinde derinleşmeye başlayan ve yakın yıllarda farklı tezahürleriyle önümüze çıkacak olan fay hatlarıdır. Bu fay hatları öylesine derinleşmiş ve sistem partileri halkı öylesine temsil etmekten aciz hale gelmişlerdir ki, ironik bir şekilde Başkan Trump kutsal kitaba sarılmış, demokratlar ise siyah Afrika kültürüne referans veren atkılar takarak halkın gücü karşısında ‘diz çökmüşlerdir.’ Ancak demokratların başkanlık seçimi adayı Biden’ın, ‘polisin bütçesinin kesilmesi’ talebini desteklemediği; Başkan Trump’ın ise eylemcileri tehdit etmeye devam ettiği biliniyor. Bu durum gösteriyor ki ne demokratlar eylemlerin önüne geçmek için ellerinden geleni ardına koyacaklar ne de Trump şimdilik seçim odaklı kutuplaştırma politikasından vazgeçecek.
Ancak 19 Haziran Köleliğin Kaldırılışı Günü (Juneteenth) örgütlenen ve milyonları sokağa taşıyan protestolar gösteriyor ki ABD halkları taleplerini daha yüksek bir sesle dile getiriyor. Örneğin 19 Haziran Cuma günü ‘Polis bütçesini kesin; eğitime, sağlığa ve evsizlere aktarın,’ ‘Polisten, ordudan ve hapishanelerden alın; eğitime, sağlığa ve sosyal servislere yatırın’ gibi birçok benzer el yapımı döviz dikkat çekiyordu. Dövizlerin farklı farklı desenlerde olması halkın belli bir merkezden dağılan talepleri değil; belirli tartışma süreçleri sonucu yükselen talepleri dile getirdiğini gösteriyordu. Ayrıca dikkat edilmesi gereken önemli bir dayanak ise halkın sadece eğitime ve sağlığa “yeni” bir bütçe talep etmiyor oluşu. Aksine, polise ayrılan bütçeden kesilip bu alanlara aktarılması gerektiği yönünde bir irade beyanı mevcuttur. Başka bir deyişle, talebin ekonomik olduğu kadar politik yanı da Cuma günkü eylemlerle belirginleşti. ABD’de bir mesele varsa bütün politik-ekonomik sistem ırkçı ayrımcı politikalarla doğrudan ve dolaylı olarak özdeşleşmiş, beraber kurulmuş bir haldedir. ABD siyasal sistemi meşruiyetini bu politikaların yarattığı dinamik çelişkilerin emekçi halkları bölmesi üzerinden kendini var ediyor. Burada, Kara Panterler Partisi’nin Huey Newyon ve Bobby Seale gibi devrimci liderlerine, Harry Haywood’a, Martin Luther King’e ve Malcolm X’e bakarak siyah komünist ve ulusal devrimcilerin ‘ırkçılığa karşı mücadele kendisine kapitalizmi hedef seçmedikçe eksik kalır’ anlayışına başvurmalı. ABD’nin her yıl Ocak ayında kutlanan siyah tarihi ayında bazı siyah liderlerin tarihsel manalarının ‘ehlileştirilmesi,’ bazılarının ise tamamen göz ardı edilmesi bununla ilintilidir.
Semboller üzerinden iddialaşma burada da karşımıza çıkıyor. İşçi sınıfının ve emekçilerin belirgin siyasal otoriteleri olmadıkça resmi ofislere, lüks mağazalara, bankalara ve heykellere yönelen öfkesi de aslında somutla hesaplaşma arayışı olarak gerçekliğini koruyor. Bu anlamıyla kinetikleşen bu potansiyel enerji, emekçi halk partisinin ruhunu oluşturarak onun vücut bulmasına temel sağlayabilir. Benzer şekilde makine kırıcısı işçiler nasıl ki bugünki sendikaları ortaya çıkarttıysa halkın binalara ve heykellere yönelen öfkesi bir parti kuracak enerjiyi barındırıyor.
ABD’li işçilerinin, emekçilerinin ve ezilenlerinini bir sınıf partisinin belki yegane kültürlerinden olan paylaşımcılığı, dayanışmacılığı ve eleştiride açıklığı oluşturabilmesi için çoğulcu ve toplum içerisindeki bireysel farklılıkları kolektif enerjiye çevirebilecek bir aşamaya varması gerekebilir. Bunun için alanlarda birbirine tevazu ve anlayış gösteren siyah ve beyaz gençlerin ortaklaşa mücadeleleri bir dayanak olarak duruyor. Kardeşleşme zemini büyüyor. Yine Brooklyn eylemindeki konuşmada ‘güç sahiplerinin halkları ırk, din ve renk üzerinden bölmeye çalıştığı’nın işaret edilmesinin ardından halk birçok kez birlik sloganı attı. Buna karşı sokaklarda oluşturulan birliğin sürdürüleceği, eyleme katılanların sloganlarından ve ifadelerinden okunuyordu.
En baştaki sorumuzun cevabını böylelikle verebiliriz. Evet, ABD’de bir emekçi halk partisinin kurulabilme ihtimali genel halk eylemliliğinin doğurduğu olanaklar neticesinde hiç olmadığı kadar sahicidir.
[1] Adam Przeworski. 2016. “Democracy: A Never-Ending Quest,” Annual Review of Political Science, Vol. 19: 1-12
[2] Przeworski, Adam and Fenando Limongi, “Political Regimes and Economic Growth,” Journal of Economic Perspectives 7, 3 (1993): 51-69.
[3] ABD 1970’lerde kara panterler gibi siyah hareketin devrimci unsurlarını yok etmeye çalıştığı süreçte sivil haklar reformlarını kabul etmiş ama bu reformlar siyahların Amerikan ulusunun bir parçası olmasını sağlamayıp; sınırlı bir temsiliyet sunmaktan öteye gitmedi.Örneğin siyah boksör Muhammed Ali’nin meslekten men edilme sebebinin Vietnam işgaline katılmama kararı olması siyahlardan aslında sivil haklar karşılığında ne istendiğini gösteriyordu. Bugün de ABD, belirli ulusallıkları ve cinsel yönelimleri gerek suç ortaklığı üzerinden gerekse onların sosyal baskı altında tutmayı devam ettirecek ‘destekleyici’ önlemler alıyor. Örneğin Amerikan yerlilerine yapılan katliamdan sonra özür dilenmesi akabinde yerli yerleşim yerlerinde kumarhanelerden vergi alınmaması aslında alkolizmin, intiharların ve genç işsizliğin en güçlü olduğu Yerli Amerikan toplumuna destek olmaktan çok köstek oluyor.
[4] Burada not etmek gerekirse, ABD’li liberal düşün dünyası ne vakit ki ezilenler seslerini yükseltsin, o zaman ‘uzlaşalım’ söylemlerini yüksek sesle söylüyor. Bu yüzdendir ki geçtiğimiz 12 Haziran günü Atlanta’da öldürülen Rayshard Brooks’un ardından halk Brooks’un öldürüldüğü otoparkın yanındaki fast food restoranını ateşe vererek artık bu söylemin onlara işlemeyeceğini sistematik karakterli olan bu cinayetlere karşı bu eylemleriyle aynı derecede şiddetle karşılık bulacaklarını ilan ettiler.
[5] Bu görüntülere yabancı değiliz. Şili’de geçtiğimiz kış aylarında ortaya çıkan halk ayaklanması boyunca, sömürgecilerinin heykellerini tek tek yıkılmış, yerli halkların bayrakları gönderlere çekmiştir. Böylelikle emekçi halklar, geçmiş sınıflı toplumları ve gericilikleri bünyesinde sembolik veya kurumsal olarak barındıran kapitalizme topyekün bir savaşın ifadesini sömürgecilerin boynuna atılan kementlerle ortaya koymuştur.