Mike Davis: 1946-2022

Uzun süredir mücadele ettiği kansere karşı tedavi sürecini birkaç ay önce kendi isteğiyle sonlandıran Mike Davis, geçtiğimiz hafta aramızdan ayrıldı. Ardında, çok şey öğrenmeye devam edeceğimiz bir külliyatı, onurlu bir entelektüel-aktivist çabayı ve ilham verici bir düşünsel bütünlüğü bize miras bıraktı. Kent çalışmalarından iktisada, ekolojiden devlet şiddetine, işçi sınıfı tarihinden küresel tabii coğrafyaya uzanan araştırma yelpazesini belirleyen şey; işçi sınıfının, ezilenlerin, kapitalizmin en altta, en kıyıda bıraktığı insanların hayatlarına yönelik ilgisi ve politik motivasyonuydu. Çalışma arkadaşı Jon Wiener, Mike Davis’i anlatıyor...

Mike Davis

Yazar, radikal bir eylemci ve bir aile insanı Mike Davis, yemek borusu kanseriyle uzun süren bir mücadelenin sonunda, 76 yaşında aramızdan ayrıldı. En çok Los Angeles hakkındaki kitabı City of Quartz [Kuvars Şehri: Los Angeles’ta Geleceği Kazmak] ile tanınıyordu. Marshall Berman, kitap hakkında The Nation‘da yazdığı incelemede, “yaşadığı kentteki hayatın bütünselliğini kavramak isteyen radikal yurttaş ile aynı lanet kentin alt üst olduğunu görmek için can atan şehir gerillasını” bir araya getirdiğini söylemişti.

Nitekim, kitap yayımlandıktan iki yıl sonra, o lanet kentin altı üstüne geldi. 1992’de Los Angeles’ta Rodney King ayaklanmaları patlak verdiğinde, beyaz insanlar korkup evlerine kaçtılar, kapılarını kilitleyip televizyon haberlerinin karşısına geçtiler. Mike ise o sırada, yan koltukta eski dostu Ron Schneck ile birlikte, tam tersi istikamete hareket ediyordu. Kent merkezine sürdükleri arabayı park edip dışarı çıktılar ve sokaklardaki insanlarla neler olup bittiği hakkında konuşmaya başladılar. Sonrasında Davis, eve dönüp olan biten üzerine yazmaya başladı.

Mike 1960’lar insanıydı, ancak liberal ya da solcu bir arka plandan gelmiyordu. Babası kasap ve tipik bir muhafazakârdı; genç bir vatansever olan Mike da kısa süre içinde Devil Pups’a katıldı (ABD Deniz Piyadeleri’nin gençler için izcilik programı). Onun hayatını değiştiren şey ise Sivil Haklar Hareketi [Civil Rights Movement] oldu. 1962’de, lisede ilk senesindeyken, kuzeninin siyah bir aktivist olan eşi, Mike’ı CORE [Congress of Racial Equality – Irksal Eşitlik Kongresi] tarafından örgütlenen, San Diego’da bütün çalışanları beyaz olan bir Bank of America şubesini protesto edecekleri bir eyleme götürdü. Kısa sürede oradaki CORE ofisinde gönüllü işler yapmaya başladı. Reed College’da başladığı üniversite eğitimini SDS’e [Demokratik Toplum için Öğrenciler] çalışmaya gitmek için bıraktı.

60’ların sonlarında bir SDS örgütçüsü olan Mike, 1969’da Northridge’de (bugün California State University olan Valley State’de), okul yönetiminin bütün gösteri, eylem ve toplantıları yasaklamasının ardından oturma eylemine başlayan 3000 öğrencinin 286’sının tutuklandığı, 60’lar hareketi tarihinin en büyük kitlesel tutuklamasının parçasıydı. “Tutuklamalara ilişkin en berrak anım,” diye anlatacaktı 45 yıl sonra, “polis otobüsüyle cezaevine götürüldüğümüz yoldur. Kızlar bir ağızdan ‘Hey Jude, don’t be afraid’ şarkısını söylemeye başladılar. Orada hepsine âşık oldum.”

Bütün külliyatı içerisinde, City of Quartz Mike’ın şaheseri. 1990’da yayımlanan çalışma, Los Angeles’ın kuzeyindeki çölün ortasında 1914 yılında kurulan sosyalist kent Llano del Rio’nun yıkıntılarına yapılan bir ziyaretin betimlemesiyle başlar. Bu ziyaret sırasında, 1990 senesinin 1 Mayıs günü, Palmdale yakınlarında bir iş bulmak umuduyla orada konaklamakta olan yirmili yaşlarında iki El Salvador’lu inşaat işçisiyle karşılaşır. “Onlara, bir ciudad socialista‘nın [sosyalist şehir] yıkıntılarında konaklamakta olduklarını söylediğimde, içlerinden biri ‘zenginler burayı uçaklarla bombalayarak mı yıkmışlar?’ diye sordu.” Genç işçiler Mike’a orada ne yaptığını ve Los Angeles hakkında ne düşündüğünü sorar. “Onlara daha yeni bir kitap yazdığımı anlatmaya çalıştım…” Ve sayfayı çevirdiğinizde o unutulmaz “Sunshine and Noir” bölümüyle karşılaşırsınız.

City of Quartz yayımlandıktan sonra herkes Mike’la görüşmek istedi. Adam Shatz, 1997’de şöyle yazıyordu:

Mike Davis’e telefon etmek onun telesekreteriyle samimi olmanın iyi bir yolu… Ilıman bir akşamüstü onun verandasında otururken nedenini daha iyi anladım: Telefon aralıksız bir biçimde çalarken Davis bir kez bile sandalyesinden kalkmadı. Telefon sabahtan gece yarısına kadar çalmaya devam etti. Telefon eden fotoğrafçı Richard Avedon ya da Davis’in meşhur L.A turlarından rica eden mimar I.M. Pei olabiliyordu. Bazen postmodern şehir üzerine bir sergi hazırlığında olan Danimarkalı bir küratör, otel işçilerini örgütlemeye çalışan bir sendikacı, UCLA [Kaliforniya Üniversitesi]  Cesar Chavez Merkezinden bir öğrenci ya da büyük ihtimalle bir Hollywood senaristi…

Konuşma davetlerinin çoğunu geri çevirdi. 2014 yılında kızı Roisin’in ona “Baba, Arjantin başkanın davetine bir cevap vermelisin” dediğini ve Mike’ın “Papa’ya cevap vermiyorsam ona da vermiyorum” dediğini hatırlıyorum. (Planet of Slums [Gecekondu Gezegeni] yayımlandıktan sonra Vatikan’a davet edilmişti.)

Fakat kabul ettiği davetler de oldu. Neredeyse 10 yıl boyunca iş arkadaşlığı yaptığımız CU Irvine Tarih Bölümünde, bir seferinde onun yerine “20. Yüzyıl ABD Tarihine Giriş” dersine girmiştim; kendisi o sırada, bir anarşizm kongresinde konuşma yapmak üzere Palermo’daydı.

Mike “felaket kâhini” olarak adlandırılmaktan nefret ediyordu. Gerçekten de City of Quartz yayımlandıktan iki yıl sonra Los Angeles’ta kazan kaynamış, Ecology of Fear‘dan [Korkunun Ekolojisi] sonra yangın ve seller ciddi ölçüde artmış ve Monster at Our Door‘u [Kapımızdaki Canavar: Küresel Kuş Gribi Tehdidi] bir küresel salgınlar zinciri takip etmişti, bu doğruydu. Ancak Mike iklim değişikliği ya da viral pandemiler hakkında yazarken bir “kehanet” vaadinde bulunmuyordu. Onun yaptığı şey, en güncel araştırmalarını rapor etmekti. Covid patlak verdikten sonra yaptığımız birkaç Nation podcastinin birinde bana “geç saatlere kadar viroloji ders kitapları okuduğunu” söylemişti.

Mike, hep kendisini en çok korkutan şeyler hakkında yazdığını söylerdi. Ecology of Fear (1998) depremler, orman yangınları, seller ve yüzyıl uzunluğunda kuraklıklar hakkındaydı. Kitabın “Malibu’yu Yangına Teslim Etmek” [The Case for Letting Malibu Burn] başlıklı, yangın bütçelerinin şehirden uzak ve yangın alanlarına yakın geniş yerleşkeler yerine şehir içi kalabalık yerleşim yerlerini korumak üzerine harcanması gerektiğini savunan bölümü bir klasik hâline geldi. Bu argüman kendi fırtınasını kopardı. Bu pozisyonu eleştirenler (en önde Malibu’daki bir emlak şirketi geliyordu) onun argümanını çürütemediler. Bunun yerine dipnotlarıyla uğraştılar. Hem Los Angeles Times hem de The New York Times ise süregiden “tartışma” hakkında hikâyeler yazdı. Fakat tartışma sönümlenirken Davis’in argümanı gittikçe güçlendi. “Yangın mevsimi sırasında”, LA Times köşe yazarı Gustavo Arellano, Los Angeles’ı alevler çevreleyip gökyüzünü haftalar boyunca duman kapladığında şunları yazdı: “Hep aklıma düşen bir şey var… ‘Malibu’yu Yangına Teslim Etmek.’”

Yeni Sol’un çoğunun aksine, Mike “eski” solu reddetmedi. 1960’lar ve 70’lerdeki mürşidi ABD Komünist Partisi’nin heterodoks lideri Dorothy Healey’di. Mike onunla tartışmayı çok severdi. 2006 yılında Dorothy’nin ölümünün ardından The Nation’a yazdığı yazıda Mike, onun “solun en eşsiz kuşağını” temsil ettiğini söylemişti: “İspanya’da yoldaşlarını toprağa veren, Mannathan ve Alabama’da Jim Crow kanunlarına karşı savaşan ve CIO’yu [Congress of Industrial Organization] yaratan Ellis Adasının çetin ceviz çocuklarından oluşan kuşak…” Onların ölümü, diyordu Mike, “yüreklerimizde tarif edilemez bir acı bıraktı.” Şimdi aynı şeyi bizler onun hakkında hissediyoruz.


*Mike Davis: 1946-2022 başlığıyla The Nation’da yayımlanan bu yazıyı Emir Aydoğan çevirdi.