“Mücadele-müzik ilişkisinin bu kadar güçlü olduğu bir coğrafyada konuşmamız, anlamamız, anlatmamız ve degiştirmemiz/geliştirmemiz gereken pek çok şey var.”
*Helezonik Kreşendo ile Söyleşi
Öncelikle bize biraz Helezonik Kreşendo’dan bahseder misiniz? Nedir, kimdir, kimlerden oluşur?
Aslında Helezonik Kreşendo, bir ekip isminden ziyade bir çalışmanın ismi. Her ne kadar bu çalışmayı yapmaya istekli kişiler şu sıra daha çok bir arada olsak da, Helezonik Kreşendo, pek çok kişinin çeşitli katkılarının bir kolektif toplamı olarak devam ediyor. Dolayısıyla isimlerden oluşan bir tanıtım yerine üretimlerle tarif yapma daha yerinde olur. Eşit-özgür bir dünya kurma mücadelesi ile müzik çeşitli düzeylerde kesişiyor. Bu kesişimleri ve potansiyelleri incelemek, tartışmak ve çözümlere vesile olmak için üretimler gerçekleştiriyoruz.
Helezonik Kreşendo’nun gerçekleştirdiği çalışmalardan biri de YouTube’da yayımlanan “Türkiye’de Muhalif Müziğin İzlekleri” başlıklı video-röportaj serisi. ‘Müzisyenlerle ve muhalif müzik üzerine düşünenlerle’ gerçekleştirdiğiniz bu röportajlarda neyi hedefliyorsunuz?
Türkiye’de uzun süredir muhalif müzik üzerine enine boyuna tartışmalar yapılmıyor, az sayıda makale, ilgili paragrafları yakalayabileceğimiz az sayıda kitap, bir miktar video var sadece. Mücadele-müzik ilişkisinin bu kadar güçlü olduğu bir coğrafyada konuşmamız, anlamamız, anlatmamız ve degiştirmemiz/geliştirmemiz gereken pek çok şey var. Bu algı içerisinde, canlı bir tartışma ortamının ortaya çıkmasına vesile olmak, mevcut bilgi, birikim ve ilişkilerden hareketle Türkiye’deki muhalif müziği, izlekler halinde incelemeye çalışıyoruz. Bu incelemelerdeki sorularla, röportajda, muhalif müzik içerisindeki ilgili izleğin ortaya çıktığı tarihsel toplumsal koşulları, müziksel özgüllüğünü, izlek içinde ele alınabilecek isimleri, muhalif müziğin tanımlama ve temel sorunlarına ilişkin fikirleri açığa çıkarmayı hedefliyoruz.
Yukarıdaki soru ile de ilişkili olacak bir biçimde sormak gerekirse, sizce muhalif bir sanatçıyı ya da muhalif bir müziği ‘muhalif’ yapan nedir?
Muhalif müzik kavramının oldukça -ve hatta belki de gereğinden fazla geniş olduğunun farkındayız. Mevcut hakim toplumsal sistemin en geniş anlamdaki kültürel hegemonyasının karşısında yer alan, sadece itiraz eden ya da çözümü de işaret eden müziğe ve onu çevreleyen her şeye, bir olgu olarak muhalif müzik diyoruz. Tabii, ifade olarak ‘protest müzik’, ‘sol müzik’ vb. kavramlar da kullanılıyor, hemen hemen aynı şeyi ifade ediyor. Sanatçıyı ya da müziği ‘muhalif’ olarak ele almanın tek bir kıstası yok elbette. Şarkı sözleri, bulunduğu bağlam, katıldığı etkinlikler, kişisel/ekip beyanı, gündeme dair açıklamaları, konjonktür gibi değişkenler olmakla birlikte herhangi bir biçimde ‘sömüren sınıfların ideolojik muhtevasına karşı duranlardır’ diyebiliriz.
Müziğin her çeşidi gibi, muhalif müzik de dinleyiciye ulaşmaya çalışırken var olan piyasa ilişkilerinin içerisinde hareket ediyor. Bu durum, muhalif müzikte ifadesini bulan bir “piyasa karşıtlığı” ile o piyasanın içerisinde hareket etme zorunluluğu arasında bir ikilik yaratıyor. Türkiye bağlamında düşündüğümüzde, bu ikilik muhalif müziğin içeriğine ve kitlelerle olan ilişkisine nasıl yansıyor?
Bu çelişkisellik, Marx’ın Kapital’inin bir meta olması sayesinde bizlere ulaşmasıyla aynı durum aslında. Muhalif müzikte bu durumla ilgili iki eğilim var: Birisi, üretimlerini geniş kitlelerle buluşturmak için meta haline getirmek; diğeri de metalaşma karşıtı bir zeminden hareketle, üretim ve dağıtım aşamalarında metalaşma dışı yollar aramak. Birincisi için Grup Yorum örnek verilebilir. Albümlerini bir firma aracılığıyla çıkarıp yüzbinlerce kişiye ulaştırmış oluyorlar. İkinci eğilim için Bandista en belirgin örnek. Copyleft kavramını öne çıkararak mevcut toplumsal sistemin bileşenlerinden biri olan copyright’ın karşısında konumlanıyor. Bu iki eğilimden doğan pratikleri değerlendirdiğimizde, müziksel içerik olarak otosansür-özgürlük bağlamında bir yansımaya pek rastlamıyoruz, Grup Yorum tüm iktidar odakları ve dolayısıyla müzik piyasasının isterleri açısından hiç de kabul edilemeyecek şeyler söylüyor. Fakat elbette, şarkı sayısı, şarkı süreleri, kaydetme biçimleri, prodüksiyon süreçleri açısından belli düzeylerde bir belirlenimden söz edebiliriz. Bir taraftan da copyleft’in özellikle streaming dönemiyle beraber pratik fark ve etkisinin zayıflamasıyla birlikte metalaşma karşıtı bir zemin için daha örgütlü bir mücadele verilmesi gerektiği de gayet açık.
Özellikle yakın dönem düşünüldüğünde, Türkiye’de ‘muhalif’ müzik denildiğinde akla çok daha fazla rap müzik gelmeye başladı. Ezhel, Şanışer, Aga-B, Gazapizm, Saian, Otonom Piyade bu alanda müzik icra ettiği söylenen isimleri bir çırpıda sayılabilecek müzisyenlerden bazıları. Geçtiğimiz aylarda başını Şanışer’in çektiği, 18 rap müzik sanatçısının bir araya gelerek yaptığı #Susamam adlı şarkı/klip ile aynı gün yayımlanan Ezhel’in çektiği Olay adlı şarkı/klip çok fazla konuşulmuştu. Rap müziğin bu yükselişini ve bu müziğin Türkiye’deki muhalif müzik geleneği ile olan ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz?
Rap müziğin güncel bir furya olduğunu söyleyebiliriz. Daha önceki furyalar gibi yükselecek ve giderek yerli yerine yerleşecektir. Çeşitli kültür ve sınıflardan insanların tükettiği bir müzik. Mevcut toplumsal sistemin alt-kültürlerin kitlelerle kurduğu sahici ilişkiyi içermek gibi bir kabiliyeti olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla rap içerisindeki muhalif yön, saydığınız müzisyenler ve daha niceleriyle beraber mevcut iktidari yapıya meydan okuyor. Öte yandan, ana akım dışında olduğu için ‘alternatif’ etiketiyle zaman tünellerimizi işgal eden bir rap de var. Örneğin uyuşturucu ya da adli suç övgüsünün muhalif bir tarafı olduğunu düşünmüyoruz. Fakat genişleyecek bir muhalefet çerçevesinde, rap müziğin başrolü oynaması da kesin gibi.
İçerik-biçim diyalektiği sadece müzik için değil, sanatın diğer dallarında da süregelen ve kökleri eskiye dayanan, ancak hala güncelliğini koruyan bir tartışma. Literatürde bu konuyla ilgili önemli tartışmalar arasında Adorno, Benjamin ve Brecht gibi isimlerden söz edilebilir. Tabi işin bu kuramsal kısmı başlı başına bir söyleşi konusu olabilir ama en azından Türkiye’de muhalif müzik bağlamında konuşacak olursak -dönemsel olarak değişen söz ve icra biçimlerini göz önünde bulundurarak- söz konusu ikiliğin çatışmaları/seyri ne yönde ilerledi?
Bütün bir tartışmayı aktarmak pek olanaklı değil. İçerik ve biçim arasındaki güçlü ilişki -hatta ayrılamazlık- muhalif sanat içeriklerde en çok bakılması ve tartışılması gereken şeylerden. Özellikle postmodernizmin de etkisiyle salt biçim olarak var olmaya çalışan -mümkün değil ama- sanat ürünleriyle karşılaşmalarımız hızlandı. Muhalif sanat üretimlerinde yine de daha çok öne çıkan içerik, bazen de bağlam. Biz, muhalif müziği incelerken şöyle bir zemin belirledik: içerik olarak muhalif, biçim olarak her şey.
Türkiye’de (sol) muhalif müzik eş zamanlı olarak Anadolu halk müzikleri ve Batı Rock müziği damarından yola çıktı. Tabii, yolculuk bir kez başladıktan sonra müzikal iklimdeki her rüzgâr bu müziği etkiledi: “Türk Sanat” müziğinden Arabesk’e, batı pop-rock-caz geleneğinin cümle akımlarına kadar. Yine de, uzun bir süre, bu müziğe normatif bir çerçeve pratikte konmuş oldu; Ruhi Su’lardan bugüne dek gelen bir damar, batı çalgı ve armonileri ile Anadolu çalgı ve melodilerini çeşitli düzeylerde sentezlemeye çalıştılar. Fakat, tüm normatif çerçeveler gibi bu çerçeve de bir yerden sonra gevşemeye ve çeşitli yerlerinden yarılmaya başladı. Yukarıda bahsettiğiniz tartışmaya atıfla, Brecht kazandı diyebiliriz: Muhalifliği biçimiyle değil içeriğiyle tanımlar olduk. O Kürt atasözünü biraz tadil edecek olursak: “Muzîk yek e derî hezar” – Muhalif müzik bir kavram ama ona açılan binlerce kapı var.
Kültür alanı bir kavga alanı. Neticede muhalif/alternatif üretimler yapmak önemli ama bunların kendi başına işleri çok zor. Devrim yapamadığımız sürece yaptığımız tüm güzel şeyler sistemi yaşanılır kılıyor. Fakat o güzel şeyleri yapmadan da devrim yapma şansımız yok. Bu diyalektik, kılavuzumuz olabilir belki.
‘Müziğin dönüştürücü gücü’nden sıkça bahsedilir. Bu, liberal bir çerçevede ele alınabildiği gibi Gramsci’nin altını çizdiği kültürel hegemonyanın inşası için sosyalist politika açısından da ele alınabilir. Metalaştırmanın hız kazanmasını, kapitalist sistemin muhalif/alternatif olanı içerebilme kapasitesini de göz önünde bulundurursak, müziğin bu ‘dönüştürücü gücüne’ ilişkin neler söyleyebiliriz?
İnsanın ideolojik ve kültürel dönüşümünü çoğu zaman tekil bir alanda karşılaştığı durum tetikliyor ama dönüşümler her daim çoğul dönüşüm şeklinde gerçekleşiyor. Müziğin dönüştürücü gücü meselesi, söylem olarak daha çok cumhuriyetçi çizginin bir çeşit idealist söylemi gibi dursa da, okuduğu romanla, dinlediği şarkıyla başka bir dünyanın kapılarını aralayan pek çok insanı tanıyoruz. Fakat elbette ki, egemenler, notaları doğrulttuğumuzda teslim olmayacaklar.
Muhalif/Alternatif olanın kapitalist sistem tarafından içerilme ihtimali deyince aklımıza önce Che Guevara baskılı nesneler, Çav Bella gibi toplumsal mücadele içerisinde ortaya çıkmış şarkıların popçular tarafından söylenmesi gibi örnekler geliyor. Tabi gerçekte bu karikatür örneklerden çok daha derin bir içerme olduğunu biliyoruz. Rock ve rap türlerinin bağlamının ve giderek içeriklerinin dönüşümünde bunu net bir şekilde gördük. Neticede muhaliflere de satılacak bir şey olmalı. Fakat ‘büyük resmi görmeli’ klişesi bunu açıklamak için biraz fazla sığ. Kültür alanı bir kavga alanı. Neticede muhalif/alternatif üretimler yapmak önemli ama bunların kendi başına işleri çok zor. Devrim yapamadığımız sürece yaptığımız tüm güzel şeyler sistemi yaşanılır kılıyor. Fakat o güzel şeyleri yapmadan da devrim yapma şansımız yok. Bu diyalektik, kılavuzumuz olabilir belki.
İnsanlara dokunan her şey onları değiştirir. Bu değişiklikler nadiren fark edilir boyutlarda olur ama hep olur. Biz “dönüşüm” dediğimiz zaman çoğunlukla bu küçük küçük değişikliklerin fark edilir bir etki yarattığı anlara odaklanırız. Bir insan binlerce sayfa okur, sayısız konuda fikri değişir ama çoğu zaman hangi fikrinin hangi metinlerden etkilendiğini sayamaz. Ama yine de değişiklik ortadadır. Aynısı müzik için de geçerli. Dinlediğimiz her şey bizde bir şeyler değiştirir. Bu durumda soruyu “müzik bizi dönüştürür mü?” diye değil de “müzik bizi etkiler mi?” diye sormak gerekir. İlk soruya evet deyivermek öyle çok kolay değildir, ikinci soruya da hayır demek. Oysa bu ikisi aynı soru. Müzik bizi kültür ürünleri içinde en çok etkileyen sanatlardan biri ve işte bu yüzden de bizi dönüştürür. Dönüşümün boyutu, yönü tartışmaya açıktır. Boyutu artıracak, yönü -sıfatları bilinçli olarak genel tutarsak- daha iyiye, doğruya çevirecek olan işte müzisyenlerin, sanatçıların ürünleri ve pratiğidir.
Helezonik Kreşendo’nun gelecekte yapmayı planladığı çalışmalar arasında neler var?
En yakın hedef, mevcut video-röportajları tamamlamak. Toplam 30 video-röportaj ile, ‘Türkiye’de Muhalif Müziğin İzlekleri’ başlıklı röportaj serisini, muhalif müziğin belirgin anlamdaki tüm tarihsel izleklerlerine değinmiş olarak sonlandırmak istiyoruz. Bunun ardından bu röportajlardan ve belki de bu röportajlarla yapacağımız polemiklerden oluşan bir kitap oluşturmayı düşünüyoruz. Bunun dışında çeşitli hayaller de var; mesela muhalif müzik plato mahallesi kurmak, platonun her bir sokağında başka bir izleğin müzisyenlerinin fotoğraflarını görmek, şarkılarını duymak…
Son olarak, bu çalışmaya katkı sunmak isteyenler size nasıl ulaşabilir?
Bu çalışma içerisinde, pek görülmese de pek çok iş var aslında. Video-röportajın sorularının hazırlanmasından, röportaj yapılacak kişinin tespit edilmesine, iletişim kurulmasına, röportajın yapılmasına, videonun kurgulanmasına, deşifre yapılmasına, altyazı girilmesine, yayınlanmasına ve yaygınlaştırılmasına kadar… Dolayısıyla her türlü katkıya açık bir çalışma. Bir yerinden tutmak isteyenler helezonikkresendo@gmail.com adresine yazabilirler.