Pfizer ve Moderna’yı kahramanlaştırmayın

COVID-19 salgını tam da küresel liderleri elzem ilaçların geliştirilmesinde kullanılan bu modeli yeniden düşünmeye yönlendirmesi gereken türden bir felakettir. Küresel bir salgının ortasında, tüm gezegenin sağlığını ve ekonomik çıktılarını neden ilaç şirketlerinin iş planları belirliyor?

ABD'li ilaç şirketi Pfizer ve Alman ortağı BioNTech, ön çalışma sonuçlarına göre, COVID-19 aday aşılarının yüzde 90 oranda etkili olduğunun kanıtlandığını duyurdular. Fotoğraf: Dado Ruvic / Reuters

9 Kasım’da, ABD’li ilaç şirketi Pfizer ve Alman ortağı BioNTech, ön çalışma sonuçlarına göre, COVID-19 aday aşılarının yüzde 90 oranda etkili olduğunun kanıtlandığını duyurdular. (Daha bu sabah Pfizer, geç aşama denemelerinde aşısının yüzde 95 etkili olduğunu bildirdi.) Bir hafta sonra, bir başka ABD ilaç devi olan Moderna, aşısının koronavirüse karşı yüzde 94,5 etkili olduğunu kamuoyuna açıkladı.

Gelişmeler canlılığını hiç yitirmedi. Joe Biden’in Amerika Birleşik Devletleri’nin seçilmiş başkanı olarak tanınmasının hemen ardından sosyal medya iyimserlikle çalkalandı. Pek çok kişi Pfizer’in aşı ekibinin kalbindeki Türk-Alman “başarılı çifte” [power couple] methiyeler düzdü. Bir kesim, şirketi serbestçe dağıtılacak bir aşı sağladığı için yere göğe sığdıramazken birileri de bu esnada Trump yönetiminden araştırma ve geliştirme parası almadığı için Pfizer’ı ve Moderna aşısını kısmen finanse ettiği için Dolly Parton’u methetmeye devam etti.

Fakat Pfizer, Moderna veya korona virüs aşısı üzerinde çalışan herhangi bir ilaç firmasını kahramanlaştırmamaya dikkat etmeliyiz. Bunlar, kolektif araştırmadansa bile isteye seçtikleri rekabetçi araştırmayla meşgul, pazara oynayan özel kuruluşlardır. Milyonlarca insanın öleceği küresel bir salgından edilecek muazzam kârlar, bu şirketlerin oyun sonu kurgusunun bir parçası. Kimseye “ücretsiz” aşı sundukları da yok—ücretsiz derken, milyarlarca dolar değerindeki imtiyaz anlaşmalarıyla bağladıkları zengin ulusların vatandaşları için kullanılan ücretsizi kastetmiyorsak tabii. Önde gelen tüm aday aşı dozlarının yüzde 50’den fazlası, hâlihazırda bu tür ikili anlaşmalar yoluyla satın alınmış durumda. Yoksul ülkeler ise 2022’den önce kendi nüfuslarını aşılayamayacakları düşüncesiyle kendilerini çoğunlukla bu kurgunun dışında buluyorlar.

Pfizer, koronavirüs aşısından kâr etmeyi planladığını açıkça belirtti. Pfizer’in çok daha küçük ortağı olan BioNTech, aşı duyurusunun ardından piyasa değerini 25,8 milyar dolara (Deutsche Bank’tan daha fazla) kadar artırdı. Morgan Stanley analistleri, Pfizer ve BioNTech’in yalnızca önümüzdeki yıl aşıdan yaklaşık 13 milyar dolar kazanacağını tahmin ediyorlar.

Bu kâr, kurnaz bir kumarın neticesi olarak elde edilmiş olacak. Pfizer, diğer şirketlerin aksine, Trump yönetiminin Warp Speed Operasyonu kapsamında verdiği başlangıç fonlarını almayı reddetti—Beyaz Saray’ın korona virüse yanıt verme noktasındaki kötü idaresine tepkili olduğu için değil, Pfizer CEO’su Albert Bourla’nın açıkladığı üzere, kendi bilim insanlarını “bürokrasi”den “azat etmek” istediği için. Daha olası bir açıklama ise, Pfizer’in kendi araştırmasının masraflarını kendisi karşılayarak ABD hükümetinin hak iddia etme olasılığını [march-in rights] savuşturduğudur. 1980 Bayh-Dole Yasası uyarınca, ABD hükümeti, araştırmayı finanse ettiği koşulda patent haklarını göz ardı edebilir ve ilacı önemli ölçüde daha düşük bir maliyetle lisanslayabilir. Aşının merkezinde bulunan mRNA teknolojisinin büyük ölçüde dünyanın dört bir yanındaki üniversitelerin kamu tarafından finanse edilen laboratuvarlarında keşfedilmiş ve on yıllardır geliştiriliyor olmasına rağmen Pfizer, kamu fonlarından kaçınarak tüm kâr haklarını elinde tutuyor ve bu kârı vergi kaynaklı sermaye üzerinden elde edecek olmasına karşı gelişebilecek potansiyel itirazları önlemeyi amaçlıyor.

Şu ana kadar Pfizer ve Moderna, kendi aşısı için ödeme yapacak bütçesi olmayan olan yoksul ülkelerle ortaklık kurmaktan kaçındı. Koronavirüs aşı denemelerine katılan diğer bazı ilaç şirketlerinin aksine, Dünya Sağlık Örgütü, UNICEF, Dünya Bankası ve Bill & Melinda Gates Vakfı tarafından koordine edilen bir aşı ittifakı olan COVAX’ı henüz imzalamadılar. COVAX, katılımcı ülkelere daha geniş bir aday aşı yelpazesine erişim olanağı sağlarken aynı zamanda daha yoksul ülkelerin paylarını güvence altına almalarına da yardımcı olan bir aşı havuzu organize ediyor. Pfizer, şu anda COVAX ittifakıyla görüşmelerde bulunduğunu açıkladı. Fakat bir yandan da Kanada, Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği ile aşısının ilk dozları için imtiyaz sözleşmeleri imzaladı. Moderna da COVAX ile görüşmelerde bulunduğunu söylüyor (şirket, Coalition for Epidemic Preparedness Innovations’tan çok erken bir fon almıştı); Warp Speed Operasyonundan 1 milyar dolarlık Ar-Ge parasını kabul ettiğinden, şirketin ilk dozlarından yüz milyonlarcası hâlihazırda ABD ile bir tedarik anlaşmasına bağlı durumda.

Pfizer ve Moderna’nın, aşılarını sermayeye çevirmek istemeleri şaşırtıcı değil. İlaç şirketleri, hayat kurtaran ilaçların arzını kısıtlamak ve fiyatlarını şişirmek için uzun süre katı patent rejimleriyle kurulan tekelleri kullandılar. Ancak, COVID-19 salgını tam da küresel liderleri elzem ilaçların geliştirilmesinde kullanılan bu modeli yeniden düşünmeye yönlendirmesi gereken türden bir felakettir. Küresel bir salgının ortasında, tüm gezegenin sağlığını ve ekonomik çıktılarını neden ilaç şirketlerinin iş planları belirliyor?

Amerika Birleşik Devletleri gibi zengin ülkeler, Pfizer gibi şirketlerin patent ve fiyatlandırma haklarının tartışmaya açılmasına müsaade etmeyerek, aşı dağıtım araçlarını şirketlerin belirlemesinin etkin bir biçimde önünü açıyor. Yakın zamanlı diğer sağlık krizleri, bu statükonun gerçekte ne kadar ölümcül ve eşitsiz olduğunu çoktan göstermişti. Örneğin 2009 yılında, tedarikte yaşanan sıkıntılar nedeniyle, Amerika Birleşik Devletleri’nde düşük risk altındaki milyonlarca birey, Sahra Altı Afrika’sında yaşayan ön saflardaki işçilerden çok daha önce H1N1’e karşı aşılanmışlardı. 1990’larda, Küresel Kuzey’de AIDS ölümlerini önemli ölçüde azaltan antiretroviral ilaçların HIV / AIDS’li kişilerin yüzde 80’inin yaşadığı ülkeler için çok pahalı olması, fazladan milyonlarca ölüme yol açtı.

Bilim insanları, hükümetler tarafından paylaşımı en üst düzeye çıkarmaya teşvik edilseler, bu salgın ne kadar hızlı sona erebilir ve kaç hayat daha kurtarabilirdik? Onlarca şirketin birbirine rakip olduğu, ürünle ilgili detayların yalnızca sürecin sonuna doğru ortaya çıktığı mevcut yaklaşım test, üretim ve erişimde büyük verimsizliklere yol açmaktadır. Moderna, COVID-19 ile ilgili patentlerini uygulamayacağını iddia etse de CEO Stéphane Bancel, şirketin, üretimi denetleyen mühendisleri zorlamadan 2021’de Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Avrupa’da 1 milyardan fazla doz üretmesinin bir yolunu tahayyül edemediğini söyledi.

Aşı şirketlerine gelişimleri ve buluşları için tazminat verilmeli fakat şirketlerin kâr marjları küresel dağıtımı belirlememelidir. Uzun vadede, COVAX tarafından önerilen türde bir küresel ağ altyapısının oluşturulması ve desteklenmesi son derece önemlidir. Bu salgın son salgınımız olmayacak. İleriyi düşündüğümüzde, en yüksek teklifi verene öncelik veren mevcut sistemden, küresel halk sağlığının gerçeklerine ve gereklerine eğilim gösteren başka bir sisteme geçmemiz gerekiyor. Mart ayındaki etkili aşı dağıtım modelleme verileri gösteriyor ki, zengin ülkelere öncelik verip yoksul ülkeleri sonraya bırakan mevcut strateji yerine aşı nüfusa göre eşit bir şekilde dağıtılsa, yüzde 28 oranında daha fazla hayat kurtarılabilir.

İmtiyaz anlaşmalarına sahip olmayan ülkeler, ya COVAX gibi tedarikin yeniden pay edilmesi yoluyla ya da ölçeklendirilmiş üretim yoluyla aşıya erken erişime sahip olmalılar. Amerika Birleşik Devletleri, diğer ülkelerin ön saflarda çalışan işçilerini ve bağışıklığı zayıflamış kişileri düşünmeden, muhtemelen kendi gönüllü nüfusunun tamamını aşılayacaktır. ABD, sağlık konusunu küresel değil ulusal bir noktadan ele aldığı durumda dahi aşı üretim bilgilerini açıkça paylaşıp gerekirse hak iddiasında bile bulunabilir; böylece diğer ülkeler patentler için ödeme yapma veya karmaşık yasal savaşlardan geçmek zorunda kalmadan derhal aşı üretimine başlayabilirler.

Koronavirüs salgını yaklaşık bir yıldır şiddetli bir biçimde devam ediyor. Zengin ülkelerdeki insanların hayatlarına bir tür normalliği geri getirmek istemeleri anlaşılabilir bir durum. Ama şimdi zengin ulusların dünya liderlerinden, özellikle yeni gelen Biden yönetiminden, ilaç sektörü tekelinden [Big Pharma] kurtarılmasını talep etme zamanı. Biden, aktivist Ady Barkan ile yaptığı röportajda, patentsiz bir aşıyı dünyanın geri kalanıyla paylaşmaya hazır olduğunu söylemişti. Bu sözün ona sürekli olarak hatırlatılması ve bunun nasıl uygulanacağına dair ayrıntıların sunulması gerekiyor.

1955’te Jonas Salk, dünyanın ilk çocuk felci aşısını geliştirdiğini duyurdu. Küresel dağıtım seviyesini en üst düzeye çıkarmak istediği için patentini almayı reddetti. Çocuk felci aşısının kime ait olduğu sorulduğunda ünlü bir şekilde şu cevabı vermiştir: “Herhalde insanlık derdim. Patenti yok. Güneşi patentleyebilir misin?’’ Pfizer ve Moderna, Jonas Salk değiller. Bunlar, kamu fonlarının yardımıyla muazzam büyüklükte bir bilim faaliyeti gerçekleştiren, kâr amacı güden şirketler. Eğer bu şirketler hayat kurtaran bir aşının küresel üretim ve dağıtım izninden feragat etmeye gönüllü değillerse, o zaman dünyanın dört bir yanındaki hükümetlere aşıyı onların elinden çekip almaları için baskı yapmamız gerekiyor.


*18 Kasım 2020 tarihinde Dissent Magazine’de yayımlanan Stephanie DeGooyer ve Srinivas Murthy’nin bu yazısı, Burak Ceylan tarafından Türkçeye çevrilmiştir.