Ne zaman Fransız bir filozof rağbet görmeye başlasa, giderek artan sayıda çalışmasının tercüme edileceğine ilişkin bir beklenti içine gireriz. Sadece irili ufaklı metinleri veya kitapları değil, aynı zamanda muhtelif yazılarından oluşan derlemelerin de. Bu derlemeler genelde düşünürün eserlerine bir çeşit giriş sağlamayı amaçlıyor gibi görünseler de çoğu zaman yayınevlerinin iyi gitmeyen işlerini toparlamak için hazırlanmış gibi duran, bütünsel içsel bağlantılardan yoksun, karman çorman bir görüntü arz edebiliyor.
Burada incelemesini yapacağım derleme içinse durum kesinlikle böyle değil. Rancière’nin kısa yazılarını bütünlüklü ve uyumlu bir şekilde bir araya getiren Steve Corcoran, yazarın düşüncesine sağlam giriş niteliğinde bir derleme ortaya çıkarmış. Daha önce Rancière’nin iki başka kitabı (Demokrasi Nefreti ve Estetiğin Huzursuzluğu) ile onun entelektüel ortağı Alain Badiou’nun çeşitli kitaplarını İngilizceye çeviren Corcoran’ın yazarın çalışmalarına aşinalığının şüphesiz payı büyük.
Rancière’nin çalışmalarına bu tarz bir giriş oluşturmanın önünüze koyduğu bir zorluk var. Yazarın “olgunluk” eserlerinde iki ayrı fakat birbiriyle bağlantılı uğrak, ayrı ama bağlantılı iki tema vardır: politika ve estetik. İlk uğrak’ın, biraz kabaca sınıflandıracak olursak, 1987’de Cahil Hoca [Ignorant Schoolmaster] ile başladığını ve 1995’te Uyuşmazlık [Disagreement] ile doruğuna ulaştığını söyleyebiliriz. İkinci uğrak ise öyle sanıyorum ki 1998’de Suskun Söz’ün [Mute Speech] yayımlanmasıyla başlıyor ve bugüne kadar da devam ediyor. Öte yandan, Rancière 1998’den önce de estetik üzerine yazdığı gibi, aynı şekilde sonrasında da politika üzerine çalışmalarına devam ettiğinden biraz keyfî bir dönemleme bu. Yine de 1990’ların sonlarından itibaren Rancière’nin metinlerinin odak noktasında belirgin bir değişiklik olduğu açık. İyi bir derlemenin vazifesi her halükarda yazarın iki dönemini de yansıtabilmek ve aralarındaki tematik etkileşimi yakalayabilmek olmalı. Bu kitapta bir araya getirilen, tarihleri 1996’dan 2004’e uzanan yazılar bu görevi başarılı bir şekilde yerine getiriyor.
Rancière için politika, insanların talepte bulundukları ya da elde ettikleri şeylerle ile ilgili bir mesele değil. Adil toplumsal düzenlemelerin kurumsal olarak yaratılması ile de. Daha ziyade, insanların ne yaptıklarıyla, bilhassa verili toplumsal düzenlemeler bütününün hiyerarşik tertibatını sarsan eylemleriyle ilgili bir şey politika. Böyle hiyerarşik bir düzene meydan okumak ise bir varsayım olarak ‘eşitlik’ doğrultusunda hareket etmek. Bu tip bir eylem, eğer politik ise, bireysel değil kolektif olacaktır. Bu eylem, belirli bir hiyerarşik düzen tarafından eşit olmadıkları varsayılagelmiş bir grup insanın (ya da o grubun bir alt kümesinin) ve onlarla dayanışma içinde olan diğerlerinin, söz konusu düzen içinde kendilerinden yukarıda olanlarla aslında eşit oldukları varsayımıyla hareket etmeleri ve böylece toplumsal düzenin kendisini kesintiye uğratmaları [disrupt] ile ilgilidir. Kesintiye uğratılan yalnızca toplumsal düzenin iktidar dizgesi değil, aynı zamanda o düzenin algısal [perceptual] ve epistemik dayanaklarıdır. Yani mevcut düzenin doğal ve ‘olması gerektiği gibi’ olduğu yönündeki daha derin inanç. Rancière’nin dissensus dediği, işte böyle bir kesinti. Bu şekilde tanımlandığında, estetik kaygılar ile olan etkileşimi açıkça görülebiliyor. Dissensus basitçe belirli toplumsal düzenlemelerin adil olup olmadığı konusundaki bir uyuşmazlık [disagreement] değil -bunu kapsıyor olsa da. Aynı zamanda, bu düzenlemelerin de gömülü olduğu bütün bir algısal [perceptual] ve kavramsal [conceptual] düzenin olumsallığının açığa vurulması anlamına geliyor. Rancière’nin le partage du sensible, yani duyuyla algılanabilir olanın bölüşümü dediği türden bir olumsallığın.
Estetik de duyuyla algılanabilir olanın belirli tarzdaki bölüşümüne bir meydan okumadır; ama farklı bir biçimde. Ancak duyuyla algılanabilir olana nasıl meydan okuduğunu anlamadan önce, Rancière’nin kullanımında estetik’in bir bütün olarak sanata değil, daha çok belirli bir sanatsal pratik rejimine işaret ettiğini akılda tutmamız gerek. Bu rejim içerisinde, Corcoran’ın sunuş yazısında da belirttiği gibi, “geleneksel referans noktalarından koparılmış, estetikleştirmenin ‘özgür oyun’u sayesinde yeniden yapılandırmalara müsait bir deneyim alanı” mevcuttur. Bu özgür oyun, duyuyla algılanabilir olanın belirli bir biçimdeki bölüşümünün olumsallığını açığa vurur. Mevcut bölüşümün hiyerarşisine değil de çeşitli “eşitlikler”e dayanan (bütün özne, aktivite ve nesnelerin eşit estetik değer taşıması gibi) bir başka bölüşümü inşa ederek yapar bunu. (Burada Rancière’nin en sevdiği örneklerden birini, bir burjuva kadınının eşini aldatmasının kahraman bir karakterin sergüzeşti ile estetik muamele anlamında eşdeğer görüldüğü Madame Bovary’yi düşünebiliriz.) Estetik pratik böylece, tıpkı politika gibi, duyuyla algılanabilir olanın verili bir bölüşümüne dair bir dissensus’tur. Rancière’nin belirttiği gibi “Sanat ve politikanın her biri bir dissensus formunu, duyuyla algılanabilirin müşterek deneyiminin dissensusla ilişkili bir yeniden yapılandırılmasını tanımlar.” (sf. 139)
Politika ve estetik arasındaki fark ikisinin de yarattığı dissensussal hareketlerin [dissensual movements] karakterlerinde yatar. Politikanın estetik hareketi “her şeyden önce bir bizin şekillendirilmesinden, bir öznenin, bir tezahürün şekillendirilmesinden meydana gelir; bu kolektif tezahürün ortaya çıkışı, toplumsal payların dağıtımını bozan öğedir.” (sf. 140) Estetik’in politik karakteri ise, tam tersine,
adsız olana kolektif bir ses vermez. Bunun yerine, müşterek deneyim dünyasını kişisel olmayan ortak deneyim dünyası olarak yeniden şekillendirir. Bu yolla, bir müşterek deneyim dokusu yaratmaya yardım eder; bu dokuda, müşterek nesneler inşa etmenin yeni kipleri ve öznel sözlü ilanın yeni imkânları geliştirilebilir -söz konusu kip ve imkânlar da “politikanın estetiği”nin kendine özgü nitelikleridir. (sf. 140)
Yani politika ve estetik farklı dissensus biçimleridir, birbirleriyle iç içe geçmiş olsalar da. Rancière’nin belki de İngilizce’de en çok okunan kitabı olan Estetiğin Politikası’nda da [The Politics of Aesthetics] ısrarla tekrarladığı bir vurgu bu.
Dissensus’ta bir araya getirilen metinler sıklıkla politikanın estetikle olan ilişkisine odaklanıyorsa olsa da bu, Rancière’nin iki kavramı ayrı ayrı ele alıp değerlendirmediği anlamına gelmiyor. Politika bölümü Rancière’nin politikanın genel karakterine ilişkin görüşleri hakkında iyi bir fikir veren bir denemeler toplamı olmasının yanında güncele ilişkin görüşlerinden oluşuyor. Bölüm “Politika Üzerine On Tez” adlı, Rancière’nin Uyuşmazlık’ta [Disagreement] geliştirdiği politik perspektifin bir nevi özeti olan denemeyle başlıyor. Demokrasi ve konsensus kavrayışı üzerine tartışmalarla devam ediyor. Konsensus kavramı Rancière’nin çalışmalarını anlayabilmek adına iki nedenden ötürü özellikle önemli. Öncelikle, dissensus fikrini konsensus arka planına karşı geliştirdiği için. İkinci neden ise konsensus ile derdinin Rancière’nin kuramsal ilgileriyle güncel politikaya ilişkin müdahaleleri arasında bir köprü kuruyor olması. Bu bölümdeki son birkaç metnin odağı da bu güncel müdahaleler. Rancière’ye göre içinde bulunduğumuz, bir konsensus zamanı. Bu, elitler tarafından önerilen politikalarının herkes tarafından kabul gördüğü değil, duyuyla algılanabilir olanın mevcut bölüşümünün ve onun rolleri dağıtma biçiminin akla yatkın olduğu ve mantıklı hiçbir alternatifi bulunmadığı yönündeki genel bir uzlaşı olduğu anlamına geliyor. Chronique des temps consensuels’de [Konsensus zamanları için kronik] açık ve öz bir şekilde vurguladığı gibi,
Bizi yöneten konsensus, bir gör-me makinesi olduğu ölçüde bir iktidar makinesidir de. Dünyanın hâli üzerine herkesin görebildiği iki önermeyi doğruladığı iddiasını taşıyor: biri nihayet barış durumuna kavuştuğumuzu, diğeri bu barışın koşulunun ne olduğunu söylüyor: mevcut durumun tek mümkün senaryo olduğunun kabulü. (Paris: Seuil, 2005, p. 8)
Bu bölümdeki iki küçük metnin yalnızca Rancière düşüncesine giriş yapmak isteyen öğrenciler için değil, onun çalışmalarıyla haşır neşir olanların da özel olarak ilgisini çekeceğini belirtmeliyim. “Halk veya Çokluklar?” Rancière’nin ‘halk’ kavramıyla Hardt ve Negri’nin ‘çokluk’ kavramı arasındaki farkları ortaya koyuyor. Bu parçada Rancière, politikanın var olabilmesi için kurulu düzenden bir kopuşun veya dissensus’un bulunmasının zorunlu olduğunu iddia ediyor. Bu dissensus, Hardt ve Negri’nin Deleuze’den ödünç aldıkları dışavurumsal içkinlik [expressive immanence] kavramında mevcut değil, hatta paranoyak bir tepki olarak dışarıda bırakılmış. Buna rağmen, spesifik yorumlamalarda bulunduklarında, dissensus kendisini bir şekilde ikilinin düşüncelerine sokuyor. “Biyopolitika veya Politika?” ise Foucault’nun biyo-iktidar kavramsallaştırmasını Agamben ve diğer güncel düşünürlerinkinden ayırıyor ve Rancière’nin düşüncesinin Foucault’nunkiyle taşıdığı (ve diğerleriyle taşımadığı) bağı ortaya koyuyor.
Estetik bölümündeki metinler ise, Rancière’nin yazım şekli ile de tutarlı olarak, politika bölümündekilere nazaran bir parça anlaşılması zor. Bunun sebebi biraz da, onun görüşünde estetik rejiminin paradokslar tarafından kurulmuş olmasından kaynaklanıyor. Estetik rejimdeki sanat projesi ise bu pararadoksları –bir kısmını öbürüne indirgemeden- yönlendirmek. Örneğin, estetikte sanatı hayattan ayıran belirli bir sınır yoktur; fakat öte yandan, sanat ile hayat aynı şeyler de değildir. Bu nedenle çağdaş sanatçıların karşı karşıya kaldıkları zorluk, sanatı itiraz ettikleri gerçekliğe indirgemeden ya da gerçekliğin sanatın kendisinden başka bir şey olmadığı iddiasını tekrarlamadan, sanata ait dissensus’u nasıl hayatta tutacaklarıdır.
Estetik bölümündeki metinlerden biri, bana göre Rancière’nin güncel yazılarının en önemlileri arasında; Corcoran’ın İngilizceye çevirdiği Malaise dans l’esthétique’in (Aesthetics and its Discontents) [Estetiğin Huzursuzluğu] son bölümü. “Estetik ve Politikanın Etik Dönemeci” hem estetik hem de politik düşüncenin son zamanlardaki “etik” yönelimini tartışıyor. Bu yönelim özellikle Lyotard’ın Yüce [sublime] ve Holocaust üzerine yazdıklarında ve Levinas’ın Öteki etik’inin takipçilerinde kendini gösteriyor. Rancière bu metinde Yüce’ye dönüşün ve Holocaust’un politik müdahale için bir araç olarak kullanılmasının insanların harekete geçme kapasitelerini nasıl ortadan kaldırdığını detaylandırıyor. Politik düzlemde, dünyada yalnızca kötü’nün -yok edilemeyecek olsa da kontrol atında tutulabilecek olan bir kötü’nün- var olduğu iddiası ‘insancıl müdahale’ siyasetini doğuruyor. Hem gelişmiş askeri güçlere meşruiyet sağlıyor hem de Rancière’nin halk ya da demos dediği ‘aşağıdan’ hareketlerin etkisini ve meşruiyetini kırıyor. Günümüzdeki ‘insancıl’ ve müdahaleci söylem’in bu bölümdeki ele alınış biçimi okuduğum en zekice değerlendirmelerden.
Dissensus, Rancière’nin kendi çalışmalarındaki güzergâh üzerine düşünmesi ile bitiyor. Kimi görüşlerinin yanında yöntemsel bağlılıklarını da detaylandırıyor ve bütün bunların bazen anlaşılması güç, bazen de ironik olan kendine has yazma biçiminde oynadığı rolü ele alıyor.
Dissensus’ta yer alan metinlerin elbette boşlukta bıraktığı yerler var. Örneğin, sanatın etik, temsili ve estetik rejimleri arasındaki ayrım kitapta pek bir yer bulmuyor. Fakat bunun gibi eksikliklerden yakınmak, yalnızca Rancière’nin bütün bir düşüncesinin iki yüz sayfalık bir kitabın iki kapağı arasına sığdırılamayacağını gösterir. Dissensus, zamanımızın en önemli düşünürlerinden birinin çalışmalarının zenginliği ve genişliği hakkında fikir sahibi olmak isteyen herkes için oldukça değerli bir kaynak. Bu derlemeden daha iyi bir başlangıç düşünmek zor.
*1 Temmuz 2010 tarihinde Notre Dame Philosophical Reviews (NDPR)’da yayımlanan Todd May’in bu yazısı Emir Aydoğan tarafından Türkçeye çevrildi. Metnin tercümesine müsaade ettiği için Todd May’e ve NDPR dergisine teşekkür ederiz. Orjinali: https://ndpr.nd.edu/news/dissensus-on-politics-and-aesthetics/