/

2008 krizi Çin hegemonyasının başlangıcı olabilir mi?

Sistemik birikim döngüleri yaklaşımı üzerinden Çin’i analiz ettiği bu yazıda Can Deniz Turna, 2008’den bu yana dünyada devam eden kriz halini, ABD ve Çin arasında artan rekabeti ve artan ticari/askeri gerilimleri Arrighi’nin yaklaşımını kullanarak anlamaya çalışıyor.

2008 krizi Çin hegemonyasının başlangıcı olabilir mi?
Çin
in yükselişini sistemik birikim döngüleri yaklaşımı içinde düşünmek [1]

Fernand Braudel, Tarih ve Beşeri Bilimler: Uzun Dönem[2] adlı makalesinin başında şöyle yazar: “Tüm tarih çalışmaları geçmişi dönemlere ayırır ve az ya da çok bilinçli olan olumlu ya da olumsuz tercihlere dayanarak kronolojik gerçekler arasında seçim yapar.”[3] Braudel’e göre tarihsel analizler dönemselleştirme tercihlerine göre üç kategoriye ayrılır: Olaya dayalı kısa süreli analizler; 10, 20 veya 50 yıllık dönemler içinde geçmişi değerlendiren orta dönemli analizler ve son olarak uzun dönemli analizler. Uzun dönemli analizler geçmişi yüzyıl ya da yüzyıldan daha uzun dönemlere ayırarak inceler. Uzun dönemli analizlerde incelenen, Braduel’in sözleriyle, “uzun hatta çok uzun sürenin tarihidir.”[4]

Braudel’in sosyal bilimler arasındaki iş birliğinin sağlanabilmesi için önerilerinden biri, konuların, niteliklerinin daha açık bir şekilde anlaşılabileceği uzun dönemde değerlendirilmesidir. Öte yandan sosyal bilimlerde geleneksel eğilim, kısa döneme, diğer bir deyişle, olaylara odaklanmaktır. Tarih, ilk bakışta olayların bir araya gelmesi olarak görülebilir ancak bu, çoğu zaman doğru değildir; çünkü bütün, kendisini oluşturan parçalardan farklı anlamlara sahiptir. Olaylara odaklanmak çok yanıltıcı ve kafa karıştırıcı olabilir. “Kısa dönem, tüm zaman dilimleri içinde en aldatıcı olandır.”[5]

2008 yılında bir finans krizi olarak başlayan büyük durgunluk, günümüzde de devam etmektedir. Bu krizle ilgili değerlendirmeler, genellikle kısa vadeli analizlere dayanmaktadır. Analizlerde, krizin patlak vermesinin sorumluluğu genellikle ABD’nin kontrolsüz finansallaşmasına, 2000’lerin başında uyguladığı düşük faiz oranları politikası gibiuygulamarıyla Fed’in hatalarına ve finans sektörünün açgözlülüğüne yüklenir. Bu analizler, krizin nedenine ilişkin önemli tespitler yapmakla birlikte kendilerini kısa dönemli bir perspektifle sınırladıkları için krizin esas nedeninin dünya ekonomisinde yaşanan uzun dönemli gelişmelerde aranması gerektiği gerçeğini göz ardı etmektedir. Oysa krizi daha uzun bir süre (long durée) içinde değerlendirmek, onu küresel bağlamı içinde düşünmek ve diğer krizlerle karşılaştırmalı bir biçimde incelemek, ona ilişkin bakış açımızı genişletecek ve onu anlamamıza katkı sağlayabilir. Bu bağlamda bu yazının amacı, uzun dönemli bir bakış açısıyla, günümüzde 2008’den beri dünyada devam eden kriz halini, ABD ve Çin arasında artan rekabeti ve artan ticari/askerî gerilimleri Arrighi’nin sistemik birikim döngüleri yaklaşımını kullanarak anlamaya çalışmak ve bu teorik çerçeve içinde bir Çin hegemonyası ihtimalini tartışmaktır.

Arrighi’nin sistemik birikim döngüleri yaklaşımı

Sistemik birikim döngüleri yaklaşımı Giovanni Arrighi tarafından geliştirilmiş olup, başyapıtı Uzun Yirminci Yüzyıl’da ortaya konmuştur.[6] Braudel’in kapitalizmin tarihi üzerine yaptığı çalışmalara dayanan Arrighi, kapitalizmin hegemonik bir devlet etrafında örgütlenmiş birikim döngüleri içinde hareket ettiğini ileri sürer. Bu yaklaşıma göre kapitalizm, birbirini izleyen sistemik döngüler şeklinde ilerler. Her döngü bir hegemonik devlet tarafından yönlendirilir ve maddi genişleme ve finansallaşma olmak üzere iki aşamadan oluşur. Hegemonyanın başlangıcı, hegemonyanın maddi genişlemeden finansallaşmaya kayması (sinyal krizi) ve son olarak hegemonyanın sona ermesi (yeni bir hegemonyanın başlangıcı) krizlerle gerçekleşir. Böylece bir döngü, her biri belirli bir anlama sahip üç büyük krize tanık olur. Dünyada yaşanan bir kriz döneminden sonra yeni hegemon devlet, sisteme getirdiği bir yenilikle kapitalizmde bir gelişme sağlar. Diğer bir deyişle, sisteme, maddi genişlemeye imkân veren kendine özgü bir katkı yapar. Sisteme yapılan bu katkı, üretim veya ticarette bir genişleme, maliyetlerde bir azalma veya organizasyonel iyileştirme sağlayabileceği gibi getirdiği olanaklar sayesinde yeni yatırım alanları da sunar. Sermayenin kârlı alanlara yatırılması ve hacminin genişlemesi nedeniyle kârlarda bir artış meydana gelir. Ancak bir süre sonra artan yatırımlar ve diğer ülkeler/kapitalistler tarafından hegemon devletin özgül katkılarının taklit edilmesi sonucunda aşırı birikim sorunu ortaya çıkar ve kârlılık üzerinde baskı oluşur. Böylece rekabet artar, kârlar düşer ve kriz (sinyal krizi) yeniden ortaya çıkar.

Bu krizle birlikte döngünün ikinci aşaması başlar. Sermaye, özellikle hegemonik ülkede, gerileyen kârlar nedeniyle reel sektör yatırımlarından çekilir ve finansal yatırımlara yönelir. Bu aşamada, hegemonik devletin rolü değişir; hegemon devlet, dünyanın finans merkezi olur ve sermayenin arabulucusuna dönüşür. Hegemon devlet, üretim veya değişim modeli olarak çekiciliğini yitirirken artık kapitalist gelişme için bir rol modeli olmaktan da çıkar. Bu durum, dünya çapında bir belirsizlik dönemi yaratır. Gelecekteki hegemonya da işte bu belirsizlik içerisinde yavaş yavaş ortaya çıkar. Bir sonraki hegemonyanın döngüsünün henüz başlamadığı bu finansallaşma dönemi gelecekteki hegemon devlet için sadece bir hazırlık aşaması olsa da onun yükselişi esas itibariyle bu dönemde başlar. Aynı zamanda, gelecekteki hegemonya adayı olarak bu dönemde birden çok ülke ortaya çıkabilir; sonuçta dünya sisteminde kendi hegemonyasını kuran ülke bu adaylardan biri olur. Bir sonraki krizle, yani mevcut hegemonyanın ölümcül kriziyle birlikte, yeni hegemon devletin öncülüğünde maddi genişleme dönemi ve yeni bir sistemik döngü başlar. Bununla birlikte, döngüler birbirini kopyalamaz. Her yeni hegemon devlet, kapitalizmi genişletmek ve derinleştirmek için belirli bir yöntemle liderliği alır. Dolayısıyla sistemik döngünün çerçevesi ve aşamaları aynı olsa da hegemon devletin liderliğindeki sistemik döngülerin özellikleri çok farklıdır.

Bugüne kadar, kronolojik olarak, Cenova, Hollanda, İngiltere ve ABD önderliğinde kapitalizmin tarihinde dört hegemonik döngü oluştu. ABD önderliğindeki son hegemonik döngünün temelleri,1873 krizi ile atıldı. 2008 kriziyle birlikteyse bu hegemonik döngünün sona ermekte olduğuna dair güçlü işaretler ortaya çıkmıştır.

Hegemonya tartışmaları ve 2008 sonrası yeni emperyalizm

Hızlı büyüyen Çin, 1990’lar ve 2000’ler boyunca sanayi mallarında yavaş yavaş dünyanın üretim merkezi haline gelirken bu, Çin’in endüstriyel girdilere yönelik talebindeki artışı da beraberinde getirdi. 2000’li yılların başlarında, Çin’in özellikle Latin Amerika ve Afrika ile yaptığı ticarette hammaddelere olan yoğun talebi gözlemlenebiliyordu. Örneğin, 2008’de Latin Amerika’nın Çin’e yaptığı ihracatın yüzde 87,7’si üretimde kullanılan girdiler ve tarımsal ürünlerden oluşuyordu.[7]Çin’in emtia ithalatında sahip olduğu büyük payı, istatistiki veriler açık bir şekilde göstermektedir:

2014 yılında dünya demir cevherinin yüzde 57,7’sini, bakır cevherinin yüzde 31,0’ını, soya fasulyesinin yüzde 57,7’sini, entegre devrelerinin yüzde 31,8’ini [IT ürünleri] ve petrolün yüzde 14,4’ünü ithal eden Çin uluslararası sistemde, sırasıyla Şili ve Peru, Avustralya ve Brezilya, ABD ve Brezilya, Tayvan ve Hong Kong ve Suudi Arabistan ve Rusya ile (başka ülkeler de dahil olmak üzere) önemli ticari ilişkiler kurmaktadır.[8]

2008 küresel mali krizinden önce Çin devleti, doğrudan yabancı yatırımlar yoluyla ülke sanayisi için gerekli girdilerin sağlanmasında büyük bir rol üstleniyordu. Öyle ki Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT’ler) Çin’in kümülatif yatırım stokunun yaklaşık %80’ini oluşturmaktaydı.[9] 2008 krizinden sonra Çin devletinin doğrudan yabancı yatırımlardaki rolü ve Çin’in ekonomik yayılmacılık doğrultusundaki politikası, krizi aşmak için daha da önem kazandı. Ülke içindeki inşaat patlaması ve ülke dışındaki altyapı projeleri ile yol ve liman inşaatları krize verilen yanıtlardan biri oldu. Tek Kuşak, Tek Yol Projesi veya şimdiki adıyla Kuşak ve Yol Girişimi; Çin’in ekonomik yayılmacılık politikasının en açık göstergesidir. Bu proje, ilk olarak 2013 yılında iki ayaklı olarak duyurulmuştu. Projenin ilk ayağı kara bağlantısının kurulması, diğer ayağıysa ise Avrasya üzerinden deniz bağlantısının kurulmasıydı:

Yeni İpek Yolu’nun esasen kara temelli ilk bölümü, iki eksen boyunca bağlantı altyapısının (yüksek hızlı demiryolu, karayolları ve otoyollar, İnternet ağları ve fiber optik kablolar) kapsamlı bir şekilde geliştirilmesini gerektiriyor: Batı Çin’den giden bir “kuzey” rotası ( Doğu Türkistan üzerinden) Kazakistan, Rusya ve kuzey Avrupa’ya ve Batı Çin’den (yine Sincan üzerinden) Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’a ve ardından İran ve Türkiye üzerinden güney Avrupa’ya giden bir “güney” rotası… Deniz İpek Yolu, Çin ile Güneydoğu Asya arasındaki denizcilik bağlantılarını ve işbirliğini genişletecek ve Çin’in deniz bağlantısını Hint Okyanusu havzası etrafından Basra Körfezi ve Kızıldeniz’e ve Süveyş Kanalı yoluyla Akdeniz’e kadar genişletecektir.[10]

Projenin duyurulduğu 2013 yılında etkileyeceği bölgenin toplam nüfusu 4,4 milyara (dünya nüfusunun yüzde 63’ü), bölgenin toplam GSYİH’si ise 21 trilyon ABD dolarına ulaşıyordu (dünya servetinin yüzde 29’u).[11] Dolayısıyla böylesine devasa bir bölgede Çin, hem yatırımlar yoluyla fazla sermayesi için yeni pazarlar açmaya hem de ABD’ye karşı dünyadaki jeopolitik konumunu güçlendirmeye çalışıyor. 1873 krizinin ardından olduğu gibi ticaretten çok yatırım, mal ihracatından çok sermaye ihracı önem kazanıyor. Bununla birlikte, 19. yüzyılın sonundan farklı olarak, sermaye ihracı esas olarak mevcut hegemondan ziyade yükselen aday hegemonik ülke Çin’den geliyor. Bu noktada, Arrighi’nin kapitalizmin tarihindeki hegemon devletlere dair önemli iddialarından biri yeniden değerlendirilebilir. Arrighi’ye göre hegemonik devletler, kendinden iki önce gelen hegomonik devletle benzerlikler taşıyordu: İngiltere kapitalizmi Cenevizlerin geniş bölgelere yayılan birikim rejimine benzer biçimde dışa dönüktü ve üretim sürecini parçalara bölüp dünyanın farklı bölgelerine dağılan kozmopolit bir niteliğe sahipti. ABDkapitalizmi, Hollanda kapitalizmi ile bazı yönlerden benzeşiyordu. İkisi de bürokratik şirket kapitalizmine dayanıyordu. İngiltere ve Ceneviz hegemonyalarına göre ikisi de daha içe dönüktü kapitalizmi yaygınlaştırmaktan ziyade derinleştirmek onların hegemonyalarının kapitalizme ana katkılarıydı.[12] Bu açıdan değerlendirildiğinde belki de Çin’in olası hegemonyası, sermaye ihracında olduğu gibi, İngiliz hegemonyasının bazı özelliklerini taşıyacaktır. Yunanistan’ın ana limanı olan Pire Limanı’nın Çin tarafından satın alınması ve ülkenin Portekiz’deki güçlü varlığı, Çin’in etkisinin sadece Afrika, Asya ve Latin Amerika’da değil, aynı zamanda Avro Bölgesi’nin krizden en çok etkilenen kısmı olan Güney Avrupa’da da arttığını gösterdi. Buna karşılık ABD, ithalat vergilerini artırarak ve Çinli firmalara yaptırımlar uygulayarak Çin ile ticaret savaşındaki gerilimi ve 2019’da Bolivya’da olduğu gibi askerî darbeleri desteklemek de dâhil olmak üzere Latin Amerika ülkeleri üzerindeki baskısını artırdı. Aslında daha da önce, Çin’in dünya genelinde ekonomik gücünü arttırması ve emtialara yönelik artan talebinin, Amerika’nın hegemonik konumunu sürdürmek, küresel petrol arzını güvence altına almak ve kontrol etmek amacıyla Irak’ı işgal etmesinin nedenlerinden biri olduğu söylenebilir. Arrighi için Irak işgali, ABD’nin hegemonik gücünü yeniden tesis etme girişimiydi ve işgalin başarısızlığı ABD hegemonyasının sonunu işaret ediyordu. Bu hamle, Çin’in yükselişini durdurmak için etkili olmadı. Bu çerçevede Güney Çin Denizi, Çin ile ABD arasında yeni mücadele alanı haline geldi. Böylesine geniş bir alandaki mücadeleyi dikkate aldığımızda, dünyada emperyalist bir rekabet olduğunu söyleyebiliriz. Hobson da 20. yüzyılın başlarında dönemin imparatorlukları arasındaki rekabeti emperyalist rekabet olarak adlandırmıştı.[13] Bugün de dünyanın çeşitli yerlerinde yeni bir jeopolitik yapı içerisinde etki alanlarını artırmaya çalışan iki rakip imparatorluk ortaya çıkıyor.

Bu bağlamda Arrighi’nin Adam Smith Pekin’de (2007) adlı kitabında ortaya attığı bazı tartışmalı tezleri ele almak faydalı olacaktır.[14] Bu tartışmalı tezlerin irdelenmesi aynı zamanda Çin’in dünya sistemi içindeki konumunun anlaşılmasını da kolaylaştıracaktır. Arrighi, Çin’in kalkınmasında kırsal sanayileşmenin ve onun taşıyıcı kurumları olan Kasaba ve Köy İşletmeleri’nin (KKİ’ler) önemini vurgulamaktadır.[15] Çin’in iktisadi yükselişinde kapitalizme kademeli geçişinin rolünü ve kırsal endüstrilerinin önemini yadsımak mümkün değildir. Öte yandan, Kasaba ve Köy İşletmeleri’nin Çin’in kalkınmasında oynadığı kritik rolün geçici olduğu, bu rolün belirli bir dönem ile sınırlı olduğu belirtilmelidir. Belli bir süre sonra Çin’in sanayileşmesi, artan kentleşmeyi beraberinde getirerek sanayileşmenin kıyı kentlerinde yoğunlaşmasına yol açmıştır.

Bu bağlamda Arrighi’nin, Uzun Yirminci Yüzyıl‘da detaylı bir şekilde incelediği kapitalizmin derinleşmesi ve genişlemesi tartışması çerçevesinde hegemon devletlerin, kapitalist birikim döngülerine yaptığı kendine özgü katkıları büyük önem taşımaktadır:

… Ve yine de organizasyonel çeşitliliğine rağmen ya da belki de bundan dolayı geçmişe bakıldığında TVE’lerin (Town and Village Enterprises) Çin’in ekonomik yükselişinde dikey olarak bütünleşmiş, bürokratik olarak yönetilen şirketlerin bir asır önceki ABD yükselişinde yaptığı kadar önemli bir rol oynadığı ortaya çıkabilir.[16]

Yukarıdaki açıklamada belirtildiği gibi ABD hegemonyasının dikey olarak bütünleşmiş bürokratik şirketleri, onun hegemonyasının kapitalizme yaptığı spesifik katkıdır. Bununla birlikte, Arrighi’nin belirttiğinin aksine, Kasaba ve Köy İşletmeleri (KKİ) Çin’in birikim döngüsüne kendine özgü katkısı olarak görülemez çünkü böyle bir katkı hegemon tarafından hegemonyası boyunca kullanılmalıdır. Dikey olarak bütünleşmiş şirketler, ABD’nin hegemonyası boyunca kullandığı ana organizasyon biçimidir, ancak aynı şey Çin’in Kasaba ve Köy İşletmeleri için geçerli değildir. Çin’in ekonomik yükselişinde ise daha başında Kasaba ve Köy İşletmeleri’nin yerini giderek büyük şehirlerde kümelenmiş sanayi tesisleri almıştır.

Benzer bir eleştiri, Arrighi’nin Çin’in sanayileşmesine ilişkin analizi için de geçerlidir. Arrighi’ye göre Çin’in sanayileşmesi pahalı makinelerden ziyade işgücüne dayanmaktadır ve Avrupa ile karşılaştırıldığında Çin’in sanayileşme patikası çok farklıdır.[17] Ancak Arrighi bu analizinde hemen hemen her geri ülkenin sanayileşmeye tekstil üretimi gibi emek yoğun sanayilerle başladığını ihmal etmektedir. Sanayi üretiminde emek sermayeye kıyasla sanayileşmenin ilk aşamalarında olan diğer birçok ülkede olduğu gibi, Çin’de de daha yoğun kullanılmıştır. Bieler ve Morton da 1980’lerden başlayıp 1990’larda hızlanan bir ivmeyle Güney Avrupa’nın tekstil gibi emek yoğun endüstrilerinin, Çin’in emek yoğun ürünlerinin rekabetinden nasıl zarar gördüğüne işaret etmektedir.[18] Öte yandan bugün tekstilin Çin’in sanayi üretimindeki payı elektrikli makineler, araçlar veya çelik ürünler gibi daha sermaye yoğun mallar lehine gerilemiştir. Diğer bir deyişle aslında Arrighi’nin altını çizdiği özellik Çin’in sanayileşmesinin yalnızca ilk döneminde etkili olan bir özelliktir. Arrighi bu özelliğe çok fazla önem vermiş ve onun Çin’in sanayileşmesinin tüm dönemleri için geçerli ve belirleyici olduğunu iddia etmiştir.

Arrighi’nin eleştiriye açık iddialarından bir diğeri de ABD hegemonyasını sona erdirecek krizin Irak Savaşı olduğu yönündeki iddiasıdır. Ona göre, ABD’nin hegemonyasını güç kullanarak yeniden tesis etme konusundaki başarısız girişimi olan Irak Savaşı, onun hegemonyasının sonunu getiren ölümcül krizi ifade eder.[19] Bu iddiayı doğrulamak için kitabında askerî güce gereğinden fazla önem atfetmiştir.[20] Ancak sistemik birikim döngülerinde sinyal krizi ve ölümcül kriz askerî bir başarısızlığa değil, ekonomik nedenlere ve krizlere dayanmalıdır. Analizin bütünlüğü açısından hegemonyanın kurulması ve sürdürülmesinde hangi alanların belirleyen ve hangi alanların belirlenen olduğuna karar verilmesi çok önemlidir. Askerî başarısızlık ABD’nin hegemonyasının düşüşünü hızlandırmış olsa da ölümcül krizin veya hegemonyasının bitişinin gerçek nedeni olamaz. Hegemonik ülkeler, kapitalist birikim rejimine getirdikleri yeniliklerle önce dünyayı maddi bir genişleme dönemine sokarlar. Bu yenilikler etkisini kaybettiğinde sinyal krizi ortaya çıkar. Bu krizden sonra hegemon devlet, dünyanın finans merkezi haline gelir ve yeni hegemon, hegemonyanın ölümcül krizinin ardından yeni hegomonyayı başlatır. Bu sürecin tamamında ana belirleyen ekonomik yapıdır. Dolayısıyla Arrighi’nin ABD hakkındaki analizi bu çerçeveyle uyumlu değildi ve onun ekonomiden çok askerî gücün rolünü abartmasına neden oldu. Ölümcül kriz, 1870’ler, 1930’lar, 1970’ler gibi diğer dönüm noktalarına benzer bir şekilde 2007-2008’de başlayan ve devam eden ekonomik kriz olabilir. Arrighi’nin kitabı küresel finansal krizden önce yazılmıştır; dolayısıyla bu işaretleri bir ölümcül krize bağlamak istemesinin nedeni, o hegemonyadaki çöküşün işaretlerini görmesi olabilir.[21] Ancak Irak’ın işgalinin ölümcül kriz olarak nitelenmesi bizzat Arrighi’nin daha önceki analizleriyle çelişmektedir.

Son olarak, Arrighi Çin’i kapitalist olmayan bir piyasa ekonomisi olarak görmekte ve az gelişmiş ülkeler ile Çin arasında dayanışma olabileceğini iddia etmektedir. Bu iddiasını şu sözlerle gerekçelendirmektedir: “Eski Bandung’un [üçüncü dünya ülkeleri arasındaki dayanışma] temelleri kesinlikle politik-ideolojikti ve bu nedenle parasalcı (monetarist) karşı-devrim tarafından kolayca yok edildi. Bandung’un şimdi ortaya çıkabilecek temelleri, öncekinin aksine ekonomik ve bu nedenle çok daha sağlam.”[22] Ancak Arrighi’nin analizinin aksine Çin’in Latin Amerika ve Afrika’daki gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerle olan ekonomik ilişkileri Batılı devletlerden çok da farklı değildir. Çin’in bu ülkelerle kurduğu ekonomik ilişki temel olarak kendi endüstrisi için bu ülkelerden hammadde satın almasına dayanıyor. Oysa dünya sisteminde yalnızca hammadde ve tarımsal ürünü satarak var olmak Latin Amerika ve Afrika ülkelerinin azgelişmişliğinin en önemli nedenlerinden birini oluşturuyor.

Devletin Çin’in kalkınmasındaki önemli rolüne paralel olarak, bu birincil emtialara erişim kısmen, büyük Çin KİT’leri [Devletin Sahip Olduğu Teşebbüsler] tarafından doğrudan yabancı yatırım yoluyla güvence altına alınmıştır… Sahra altı bölgesinde, yaygın sanayisizleşme bu sürece eşlik etmiştir. “Bölgedeki yüksek büyüme oranının, çoğunluğun refahında anlamlı iyileşmeler sağlamamasının önemli bir nedeni, birincil emtia ihracatının yönlendirdiği büyümenin genellikle sektörde yalnızca birkaç resmi iş yaratmasıdır.”[23] Dahası, sanayisizleşme, sömürüye dayalı çalışma koşullarıyla el ele gitti. Afrika’daki Çin şirketlerinde yaygın eğilimler arasında ‘gergin çalışma ilişkileri, Çinli işverenlerin sendikalara karşı düşmanca tutumları, işçi hakları ihlalleri, kötü çalışma koşulları ve adaletsiz çalıştırma uygulamaları’ bulunmaktadır.[24] Buna karşılık, Kiely’nin[25] işaret ettiği gibi, Latin Amerika, bakır cevheri, soya fasulyesi, soya yağı, demir cevheri, ham petrol ve rafine bakır ile Çin’e birincil mal ihracatçısıdır… [26]

Bu bakımdan Lenin’in Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması‘ndaki analizi bugün de geçerliliğini korumaktadır.[27] Kapitalizm hem ülkeler içinde hem de ülkeler arasında eşitsiz gelişmeye yol açmaya devam ediyor. Eşitsiz gelişme, kapitalizmin gelişme dinamiğinin yapısal bir öğesidir. 19. yüzyılda İngiltere’nin sanayileşmesinin, Hindistan’ın sanayisizleşmesine neden olması gibi Çin de sanayileşme sürecinde sadece Sahra altı az gelişmiş bölgeleri değil, aynı zamanda çelik sektörünün çökmesine neden olduğu İngiltere gibi eski sanayi merkezlerini de sanayisizleştirdi.[28] Ayrıca Çin’in kendi içinde de eşitsizlik hızla arttı ve Gini katsayısı 1980’lerin başında 0.28’den 2008’de 0.48’e yükseldi.[29]

Bu noktada ABD hegemonik döngüsünün finansallaşma aşamasındaki anomaliye (diğer hegemonik döngülerle uyuşmayan özelliğine) değinmek hegemonya tartışmalarında bize yeni perspektifler sağlayabilir. ABD hegemonyası, sistemik birikim döngüleri yaklaşımına göre kapitalizmdeki dört hegemonyanın sonuncusuydu, onun hegemonyası Cenova, Hollanda ve İngiltere hegemonyalarından sonra gelmişti.[30] 1873-1896 krizi ile ABD kapitalizminin dünya sistemindeki yükselişi hızlanmış ve bu ülke dünya sisteminde potansiyel bir hegemon olarak ortaya çıkmıştı. 1930’ların krizi ile hegemonyasının ilk aşaması, yani maddi genişleme dönemi ve 1970’ler krizi ile ise hegemonyasının ikinci aşaması, finansallaşma ve hegemonyanın gerilemesi başladı. Sistemik döngüler yaklaşımında, mevcut hegemonyanın ikinci aşaması olan finansallaşma, aynı zamanda dünya ekonomisinde gelecekteki hegemonun hızla gelişmeye başladığı dönemdir. Başka bir deyişle, mevcut hegemonyanın son aşaması, yeni (gelecek) hegemonyanın ortaya çıkışıyla örtüşüyordu. Örneğin, 1873-1896 krizi, İngiliz hegemonyasının gerilemesine veya finansallaşma döneminin başlangıcına ve gelecekteki ABD hegemonyasının ortaya çıkışına işaret ediyordu.

Bu teorik çerçeveye uygun olarak, 1970’ler krizi hem ABD hegemonyasının finansallaşmasının başlangıcına hem de yeni hegemonyanın ortaya çıkışına işaret etmelidir. Bugünden geriye bakıldığında ortaya çıkan bu hegemonun Çin olması gerektiği söylenebilir. Bununla birlikte, Çin’in dünya sisteminde yükselişi 1990’larda kısmen başladıysa da potansiyel bir hegemon olarak belirmesi ancak 2000’lerde, 1970’lerden çok sonra gerçekleşmişti. Arrighi de 1994 yılında yayımlanan Uzun Yirminci Yüzyıl adlı başyapıtında ABD hegemonyasının gerilemesinden hareketle Japon hegemonyası olasılığından veya gelecek için başka olasılıklardan bahsetmiş, ancak Çin hegemonyası olasılığından söz etmemişti.[31] Diğer bir deyişle, Çin’i o tarihte diğer birçok araştırmacı gibi o da bir hegemonya adayı olarak değerlendirmemişti. Çin’in geç gelişmesine dair bir örnek vermek gerekirse 1970’lerde yaşanan krize bakılabilir. 1970’ler krizinin arkasındaki nedenlerden biri Japonya, Almanya ve ABD’nin yarattığı sanayide aşırı üretim sorunuydu. Ancak Çin’in bunda bir rolü yoktu. 1873 krizinde de sanayide aşırı üretim en önemli sorunlardan biriydi, ancak gelecekteki hegemonya adayı olarak ABD, Almanya ve İngiltere ile birlikte bu üretim fazlasında diğer bir deyişle krizin ortaya çıkışında doğrudan rol oynamıştı. Dolayısıyla ABD hegemonyasının çöküşünde ya da gelecekteki hegemonyasının ortaya çıkmasında bir anormallik olduğu söylenebilir; Çin’in, hegemonya adayının, dünya sistemindeki yükselişi çok geç gerçekleşmiştir.

Bu anomaliyi açıklamak için, Doğu Asya’nın bir bölge olarak 1970’lerden sonra yükseldiği ve bölgesel olarak hegemonya adayı olduğu ileri sürülebilir. Arrighi, Hamashita ve Selden Doğu Asya’nın bir bölge olarak yükselişini incelemiştir.[32] 1960’lardan itibaren Japonya gelişmiş ülkeler liginde anılmaya başlanırken, Güney Kore, Tayvan, Singapur, Hong Kong gibi Doğu Asya’nın diğer ülkeleri ise bu dönemde hızlı ve başarılı bir sanayileşme süreci içine girdi. Nitekim Çin hızlı sanayileşme sürecinde, 19. yüzyılda Kıta Avrupası’nın/Avrupa’nın sanayileşme sürecinin İngiltere’nin sanayileşme sürecinden faydalanmasına benzer şekilde, Doğu Asya’nın sanayileşme sürecinin yarattığı bilgi birikiminden ve bu bölgedeki sermaye birikiminden faydalandı.

Ancak hegemonya tartışmalarında bir bölgeyi analiz birimi olarak düşünmenin kendine özgü sorunları vardır. Bir bölgeyi ayrı bir analiz birimi olarak ele almak, dolaylı olarak bölgedeki ülkelerin birbirleriyle uyumlu bir şekilde geliştiğini ve dünyadaki çıkarlarının ve dünya sistemi içindeki konumlarının birbirine örtüştüğünü düşündürmektedir. Ancak hem geçmişteki sanayileşme deneyimleri hem de Doğu Asya’nın sanayileşme süreci, bu varsayımın temelsiz olduğunu göstermektedir.

Kıta Avrupası ülkeleri 19. yüzyılda art arda sanayileşmiş ve bu bölgedeki ülkeler sermaye ve bilgi birikimi yoluyla birbirlerinin sanayileşmesini kolaylaştırmışlardır. Ancak bu ülkelerin, gelişme patikaları ve dünya sistemindeki konumları örtüşmüyor, ülke çıkarları da çelişiyordu. Birinci Dünya Savaşının temel nedeni de bu ülkelerin çıkar çelişkilerinin derinleşmesiydi.

Bu durum, Doğu Asya için de geçerlidir. Örneğin, Güney Kore ve Japonya tarihsel olarak ABD’nin müttefikidir ve ABD’ye bağımlı bir şekilde gelişmiştir. Öte yandan Çin, bugün dünyada ABD’nin en büyük rakibidir ve Çin’in ABD’ye bağımlılığı bu iki ülkeye göre çok daha sınırlıdır. Kırsal alanların Çin’in gelişim sürecindeki önemi de bu ülkenin, Güney Kore ve Japonya’dan farklı bir yol izlediğini göstermiştir. Günümüzde de Doğu Asya’nın gelişmesinin bir bütünlük gösterdiğini söyleyemiyoruz. Japonya ekonomisi büyük bir durgunluk içindedir ve hatta 2008 krizinden sonra zaman zaman küçülmektedir. Öte yandan, büyüme hızı 1990’lı yıllara kıyasla düşmesine rağmen Çin’in büyümesi devam ediyor, üstelik Çin, dünyada potansiyel bir hegemon olarak rolünü artırıyor. Dolayısıyla bir bölgede birbirini izleyen ve besleyen gelişme patikaları olması, o bölgenin ortak özelliklere ve çıkarlara sahip bir grup olarak değerlendirilmesi gerektiği anlamına gelmez.

ABD hegemonyasının çöküşündeki anomalinin bir başka açıklaması, Brenner’in uzun dönemli gerileme teziolabilir. Brenner, 1970’lerdeki krizden sonra, büyüme ve kâr oranlarının kapitalizmde, özellikle de merkez ülkelerde, tarihsel olarak yavaşladığını iddia etti.[33] Diğer bir deyişle, kapitalizmde 1970’lerden itibaren uzun bir kriz dönemine girilmiş ve bu krizden henüz çıkılamamıştır. Bu yaklaşım çerçevesinde neoliberalizm, sermaye birikimini canlandırmaktan çok kapitalistler lehine bir yeniden dağıtım mekanizması olarak değerlendirilebilir. Mekansal çözüm ve finansallaşma ile gelir, önemli bir yenilik veya kapitalizmin yeni bir örgütlenme biçimi olmaksızın işçi sınıfından kapitalistlere aktarıldı. Piketty’nin 1980’lerden bu yana eşitsizliğin arttığına ilişkin analizleri de bu kapitalistler lehine gelir transferi tespitini doğruluyor. 1980’de, Hindistan, ABD, Rusya, Çin ve Avrupa’da toplumun en zengin % 10’u ülkelerinin toplam gelirinin % 25 -% 35’ine sahipken bu oran 2018’de % 35 -% 55’e yükseldi.[34] Ancak, kapitalizmin 1970’lerde içine girdiği krize çözüm olarak ortaya çıkan neoliberalizm ve dolayısıyla servet transferi krize yalnızca geçici bir cevap olabilir: Bunun bir sınırı vardır. Krizin tam anlamıyla aşılması için sistemde inovasyonlara, yeni üretim yöntemlerine veya kar elde etmek için yeni sektörlere ihtiyaç duyulur. Buna ek olarak, gelir transferleri de büyük yığınları yoksullaştırıp zenginliği küçük bir azınlığın elinde topladığı için talepte bir daralmaya neden olur ve bu da talep eksikliği nedeniyle kar elde etmeyi daha da zorlaştırır.

1970’lerden itibaren devem eden bir krizde olduğumuz tezi sistemik birikim döngüleri yaklaşımının dönemselleştirmesiyle uyuşmamaktadır. Sistemik birikim döngüleri yaklaşımına göre, 1970’lerin krizi, neoliberalizmle; finansallaşma ve kar oranlarının en azından kısmen yeniden yükselmesiyle ile aşıldı. Bu nedenle 2008 krizi, ABD hegemonyasının çöküşünü ve yeni hegemonyanın, Çin hegemonyasının, başlangıcını gösteren yeni krizdir. Öte yandan 1970’lerden bu yana krizin devam ettiği kabul edilirse, 2008 krizi ayrı bir kriz niteliğini yitirecek, 1970’lerden beri devam eden uzun krizin içinde bir an olacaktır. Böyle bir yaklaşım, Çin’in 1970’ler boyunca dünya ekonomisindeki etkisizliğinin ve ABD’nin 1990’larda hegemonyasının sinyal krizinden sonra bile dünya sistemindeki güçlü konumunun açıklanmasında yararlı (işlevsel) bir argüman olabilir çünkü bu kriz uzun sürdüğü için ABD hegemonyasının gerileme evresinin de beklenenden uzun sürdüğü söylenebilir.

Bununla birlikte, uzun dönemli kriz tezinin de kendi sorunları bulunmaktadır. Her şeyden önce, 1970’lerden 2024’e 54 yıl, bir kriz dönemi olarak kabul edilemeyecek kadar uzun bir süredir. 1873-1896 krizi ve 1930’lardaki kriz çok daha kısa sürdü. Kriz kavramını bu kadar uzun süre için kullanmak, bu kavramı bir ölçüde anlamsızlaştırmaktadır. İkinci olarak, eşitsiz gelişme ve gelir veya servet transferi her zaman kapitalist birikimi sürdürmek için kullanılır. Zenginliğin Latin Amerika’dan Avrupa’ya aktarılması, kapitalizmin başlangıcı için büyük bir itici güçtü. Bu sömürgecilik ve emperyalizmle devam etti. Bu nedenle, servet transferleri ve yeniden dağıtım, krizi en azından belirli bir süre aşmak için yeterli araçları sağlayabilir. Bu nedenle neoliberalizm ile sadece servet ve zenginlik yeniden dağıtıldı, kriz aşılmadı demek kapitalizmin tarihiyle uyuşmamaktadır. Son olarak, sistemik birikim döngüleri yaklaşımına göre, 1970’lerden bu yana devam eden uzun bir kriz içinde olsaydık, ancak bu kriz sona erdikten sonra, ABD hegemonyası finansallaşma sürecine girerdi. Ancak ABD’nin finansallaşması ve sanayi üretiminden kademeli olarak çekilmesi 1980’lerden itibaren zaten başlamıştı.

Doğu Asya’nın birbiriyle uyumlu bir şekilde gelişmiş ülkelerden oluştuğu ve bir bütün olarak düşünülmesi gerektiği iddiası ve 1970’lerden beri süren uzun dönemli kriz hipotezi pek ikna edici olmasa da, bize hegemonya tartışmaları için çok faydalı ipuçları sağlıyor. Doğu Asya’nın birbiriyle uyumlu bir şekilde gelişmiş ülkelerden oluşan bir bölge olduğu iddiası, Çin’in dünya sistemindeki hızlı gelişiminin anlaşılmasında önemli bir adımdır. Bölgedeki gelişmiş devletler, sermaye transferi ve bilgi birikimi yoluyla Çin’in hızlı bir şekilde sanayileşmesine olanak sağlamıştır. Bu iddia, Çin’in dünya ekonomisinde önemli bir konuma sahip olmamasına rağmen, ABD’nin sanayiden kısmen çekilmesi ve 1980’lerde finansallaşma döneminin başlamasına ilişkin bir açıklama getirmek için de kullanılabilir; Çin tek başına önemli bir konumda olmasa da Doğu Asya bir bölge olarak önemli bir konuma sahipti denebilir.

Uzun süren gerileme tezi ise kapitalizmde 1970’lerden bu yana yaşanan durgunluğa ve neoliberalizmin zenginliği sermaye lehine yeniden dağıtımına ışık tutarken, reel sektör kârlılığının restorasyonu için temel bir değişimin gerekliliğini ortaya çıkardı. Bu tez aynı zamanda 1873-1896 krizi ile 2008’den beri yaşadığımız kriz arasındaki benzerlikleri açıklamada da yararlıdır. Biri sinyal krizi, diğeri ise hegemonyanın bitişini belirten bir ölümcül kriz olmasına rağmen, bu iki kriz ortak özellikler taşıyorlar. Her iki kriz de bir serbest ticaret döneminin ardından ortaya çıktı ve bu krizlere bir yanıt olarak korumacılık başladı. Rekabet eden imparatorlukların varlığı, sermaye ihracının artan önemi ve uzun vadeli durgunluk da bu iki kriz arasındaki diğer ortak noktalar olarak gösterilebilir. Belki de ABD hegemonyasının çöküşü, Çin’in bir hegemon adayı olarak geç ortaya çıkışı ve Sosyalist Blok’un yıkılması nedeniyle alışılmadık bir şekilde ertelendi. Bu gelişmeler ABD’ye 1990’larda daha önceki hegemonlarda görülmeyen bir biçimde hegemonyasını güçlendirme imkanı verdi ve bunun sonucunda korumacılık ve imparatorluklar arası rekabet gibi bazı olgular 1970’lerin krizinden sonra değil, 2008 krizinden sonra ortaya çıktı.

Sonuç

Dünyada yeni bir hegemonya kurulacaksa bunun temeli önceki hegemonyalardaki gibi iktisadi yapıda aranmalıdır. Sistemik birikim döngüleri yaklaşımı çerçevesinde, 2008 krizi, ABD hegemonyasının çöküşünün tamamlandığı ve Çin’in maddi genişlemesinin başladığı kriz olmalıdır. Ancak, daha önce de vurgulandığı gibi, yeni bir maddi genişleme dönemini başlatmak için, mevcut sanayi sektörlerinde lider olmak yeterli değildir, yeni hegemon; kapitalizmi yeni bir birikim rejimine taşıyacak ölçüde belirli bir katkı ile genişletmeli veya derinleştirmelidir. Yeni sektörler açmak ve yeni bir örgütlenme biçimleri getirmek, böyle bir katkının olası biçimleridir. Örneğin, 1873 krizinden sonra, Almanya ve ABD, potansiyel hegemon adayları olarak, kimya endüstrisi, çelik ve elektrik endüstrisi gibi yeni sektörlerle sistemi genişletmenin yanı sıra kapitalist üretimi organize etmenin yeni yollarını bulmada da çok başarılı oldular. Bu yeni organizasyon biçimleri finans kapital ya da Almanya örneğinde sermayenin yatay entegrasyonu ve ABD örneğinde bürokratik şirket kapitalizmi ve sermayenin dikey entegrasyonu şeklinde gerçekleşti. Bu nedenle Çin’in hegemonyasını kurabilmesi için kapitalizmin yeni birikim rejimine geçişini sağlayacak özgün bir katkı yapması gerekiyor; maddi genişleme dönemi ancak bu yenilikle başlayabilir.

Artan ekolojik sorunlar ve yeni yeşil mutabakat (Green New Deal)[35] girişimleri dikkate alındığında, elektrikli arabaların yaygın olarak kullanılmasını sağlayan inovasyonların ve karbon emisyonlarının azaltılarak fosil yakıtların yerini alacak yenilenebilir enerji kaynaklarının (mesela güneş enerjisinin) hakim hale gelmesinin, yeni birikim rejiminin temel öğesi olması yüksek bir olasılıktır. Bu çerçevede hızla büyüyen yenilenebilir enerji ve elektrikli araçlar sektörlerindeki Çin’in etkin rolü bu sektörlerin yakından incelenmesini gerektirmektedir.

Çin’in yeni hegemon olma olasılığını, Arrighi’nin hegemon devletlerin damgasını vurduğu kapitalizmin yeni örgütlenme biçimlerine ilişkin tarihsel analizi ile birlikte düşünmek aydınlatıcı olacaktır. Arrighi, kapitalist üretimde yeni örgütlenme biçimlerinin yaratılmasıyla ilgili olarak, hegemonların, belli bir ölçüde kendinden iki önce gelen hegemonu taklit ettiğini kendinden önce gelen hegemondan ise farklılaştığını belirtir.[36] Örneğin, ABD bürokratik şirket kapitalizmi, üretimin örgütlenmesi açısından kendinden iki önceki hegemon olan Hollanda şirket kapitalizmi ile benzerlikler taşıyordu ancak bu durum İngilizlerin üretim süreçlerini parçalara bölen üretim örgütlenmesinden belirgin şekilde farklıydı.[37]

Benzer şekilde, üretimin örgütlenmesinde Çin hegemonyası bize kısmen İngiliz hegemonyasını anımsatmaktadır; yani Çin’in hegemonyasında da İngiliz hegemonyasına benzer bir şekilde dünyanın birçok farklı bölgesinden beslenen değer zincirleri oluşturabilir. Ayrıca, ihracatın izledikleri gelişme patikasında önemli bir yer tutması, Çin ve İngiltere’nin ortak noktasıdır. Çin’in sermaye ihracına yönelik artan eğilimi de bu iki devlet arasındaki benzerliği daha da artırıyor. Bu nedenle, İngiliz hegemonyasının üretim süreçlerinde dikey bölünme gibi bazı özelliklerinin, ve ihracatın ve sermaye ihracının İngiltere’nin hegemonyasında oynadığı rolün Çin’in olası hegemonyasında da yinelenmesi beklenebilir.

Çin kapitalizme özgün bir katkı yapamazsa 20. yüzyılın başında kendi kapitalist birikim modeli için yeni bölgeler kazanmaya çalışan ama bunda başarılı olamayan Almanya gibi başarısızlığa uğrayabilir. Bu durumda yaşadığımız bu uzun krizin üstesinden gelmek oldukça zor olacaktır. Öte yandan Covid-19 salgınında da görüldüğü üzere dünyada sayıları giderek artmakta olan ekolojik felaketlerin zayıflayan devlet kapasiteleri ve kolektif olarak hareket etmede yetersiz gözüken toplumları nedeniyle ABD ve AB’yi daha da zayıflatması olasıdır. Covid-19 salgını sırasında bir yandan sıkı karantina önlemleri uygulanırken bir yandan salgına karşı alınan önlemlere karşı çıkan grupların eylemleri, ABD’de eyaletler arası, AB’de ülkeler arası salgına karşı önlemlerin farklılaşması ve ABD ve AB’nin salgınla mücadelede kendi içlerinde koordinasyonu sağlayamaması bu tespiti doğrulayan göstergelerdir. Burada ekolojik felaketlerle kastedilen küresel iklim krizi ve onunla bağlantılı sayıları giderek artan kuraklık, sel, yangınlar gibi ciddi toplumsal ve siyasal sonuçları olan afetlerdir. İklim krizi mevcut kapitalist sistemde hiçbir devletin durduramayacağı kadar ciddi sonuçları olan bir felakete dönüşebilir. Çin’in ve diğer ülkelerin bu kriz karşısında göstereceği olası başarısızlıklar bir kaos ortamı doğurarak kapitalist sistemde kırılmalara veya sistemden kopuşlara neden olabilir. Bolşevik Devrimi 1917’de 1.Dünya Savaşı’nın içinden doğmuştu, kapitalist sistemin başarısızlıkları dünyada yeni devrimler olması ihtimalini güçlendirir. Faşist hareketlerin güçlenmesi ve iktidara gelmesi gibi sistem dışı olmayan ama sistemde kırılmalara yol açacak değişiklikler de ihtimal dâhilindedir.


[1] Bu yazı “A Longue Durée and Comprehensive Perspective on The Great Depression Of 1873” adlı yüksek lisans teziminin bölümlerinden oluşturulmuştur. Tezin tamamına https://open.metu.edu.tr/handle/11511/69047 adresinden erişebilirsiniz.

[2] Braudel, F. (1958). Histoire et sciences sociales: la longue durée. In Annales. Histoire, Sciences Sociales, 13(4), s. 725-753.

[3] Braudel, F. (2009). History and the social sciences: the longue durée. Review (Fernand Braudel Center), s. 173.

[4] Braudel, 2009, s. 174.

[5] Braudel, 2009, s. 175.

[6] Arrighi, G. (2010). The long twentieth century: Money, power, and the origins of our times, Verso.

[7] Bieler, A., & Morton, A. D. (2018). Global capitalism, global war, global crisis, Cambridge University Press, s. 172; Kiely, R. (2015). The BRICs, US ‘decline’and global transformations, Springer, s. 160.

[8] Ogden, C. (2017). China and India: Asia’s emergent great Powers, John Wiley & Sons, s. 91.

[9] Bieler ve Morton, 2018, s.172; Deng, P. (2013). Chinese outward direct investment research: Theoretical integration and recommendations. Management and organization review, 9(3), 513-539.

[10] Leverett, F., & Bingbing, W. (2017). The New Silk Road and China’s evolving grand strategy. The China Journal77(1), s. 125-126.

[11] Leverett ve Bingbing, 2017, s. 125-126; Dünya Bankası (2024). GDP (constant 2015 US$). World Development Indicators.https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.KD

[12] Arrighi, 2010, s. 224

[13] Hobson, J. A. (2000). Imperialism: A Study, The University of Michigan Press.

[14] Arrighi, G. (2007). Adam Smith in Beijing: Lineages of the 21st Century, London: Verso.

[15] Arrighi, 2007, s. 361-367.

[16] Arrighi, 2007, s. 363.

[17] Arrighi, 2007, s. 365-367.

[18] Bieler ve Morton, 2018, s. 220.

[19] Arrighi için sinyal krizi bir hegemonik döngüde finansallaşma aşamasının başladığını ifade ederken, ölümcül kriz de döngünün tamamlanıp (mevcut hegemonyanın bitip) yeni bir hegemonik döngünün başlamakta olduğunu gösterir.

[20] Arrighi, 2007, s. 250-277.

[21] Arrighi, 2007.

[22] Arrighi, 2007, s. 384-385.

[23] Hart-Landsberg, M. (2015). From the Claw to the Lion: A Critical Look at Capitalist Globalization, Critical Asian Studies, 47(1), s. 15.

[24] Jauch H. (2011). Chinese Investments in Africa: Twenty-First Century Colonialism?, New Labor Forum, 20(2), s. 52.

[25] Kiely, 2015, s. 160.

[26] Bieler ve Morton, 2018, s. 172.

[27] Lenin, V. I. (2007). Imperialism: The Highest Stage of Capitalism, Denver: Frederick Ellis.

[28] Bieler ve Morton, 2018, s. 5.

[29] Bieler ve Morton, 2018, s. 170.

[30] Arrighi, 2010, Önsöz.

[31] Arrighi, 2010.

[32] Arrighi, G., Hamashita, T., & Selden, M. (2003). The Resurgence of East Asia: 500, 150 and 50 Year Perspectives, Psychology Press.

[33] Brenner, R. (2006). The Economics of Global Turbulence: The Advanced Capitalist Economies from Long Boom to Long Downturn, 1945-2005, Verso.

[34] Piketty, T. (2019). Capital et idéologie, Le Seuil, s. 36.

[35] AB ve ABD’de üretim süreçlerini ve enerji kullanımını çevreyi daha az kirletecek şekilde yeniden yapılandırmayı amaçlayan girişimlerdir. Çin’in de aynı isimle olmasa da benzer çabaları mevcuttur.

[36] Arrighi, 2010.

[37] Arrighi, 2010, s. 291.