Covid-19 ve iş krizi

Pandeminin gün gibi ortaya çıkardığı gerçek şu: İklim çöküşü, yapısal işsizlik ve git gide düşen yaşam standartlarıyla yüzleşilen ve bütün bunların faturasının en ağır biçimleriyle yoksullara çıkarıldığı geleceksiz bir dünyaya doğru ağır adım yürüyoruz.

Çin'in Wuhan kentindeki bir fabrikada sosyal mesafeli öğle yemeği. Fotoğraf: AFP

Covid-19, dünyanın dört bir tarafında iş ve gelirleri tehlikeye atıyor. UNCTAD’nin (Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı) son raporunun gösterdiği üzere dünya çapında 500 milyon iş, bu kriz sırasında risk altında ve bu işlerden en az 100 milyonu bir daha geri dönmeyecek. Üstelik bu, hikâyenin yalnızca yarısı. Dünya nüfusunun önemli bir kısmı zaten hiçbir zaman kayıtlı istihdama erişmiş değildi ve şimdi gelecek bu insanlar için daha da karamsar gözüküyor. 90 ila 120 milyon arasında insanın pandemi sebebiyle derin yoksulluğa mahkûm edilmesi muhtemel.

UNCTAD’nin raporu, krizin olası sonuçlarına dair yürütülen karamsar tahminlerin kader olmadığına işaret ediyor: Şimdiden aşı geliştirilene kadar geçecek sürede ne olacağını ve sonrasındaki toparlanma sürecinin biçimini hükümetlerin aldığı kararlar belirleyecek. Zengin dünyanın büyük bir kısmında çeşitli biçimler alan iş koruma tasarıları, krizin kayıtlı istihdam üzerindeki etkilerini şimdiye kadar kısıtlamış gibi gözüküyor. Burada başlıca istisna, bu minvalde herhangi bir merkezî tasarısı bulunmayan Birleşik Devletler. Böylesine bir krizin ortasında istatistiki tahminlerin güvenilirliği sorgulanabilir olmakla birlikte, Ağustos itibariyle ABD’de işsizlik rakamları 1 milyonu bulmuş durumda, ki bu rakamlar genelde problemin ölçeğini olduğundan az gösteriyor.

Küresel Güney’de ise tablo çok daha kasvetli. UNCTAD’nin raporu, Küresel Güney devletlerinin krizle başa çıkmalarının önündeki temel engellerin güvencesiz iş koşulları, yüksek borçlanma ve uluslararası finans piyasalarının baskısı olduğuna işaret ediyor. Rapor, Küresel Güney’in pandemi dolayısıyla 2-3 trilyon dolarlık bir mali açıkla yüz yüze olduğunu ve eğer bu açık kapatılmazsa, bu devletlerin birçoğunun krizle başa çıkmak için gerekli olan kamusal sağlık ve istihdam desteği önlemlerini uygulamasının mümkün olmayacağını vurguluyor.

Küresel Güney devletlerinin karşı karşıya kaldıkları en belirgin zorluklardan biri, nüfusun önemli bir bölümünün istihdam edildiği, edebikelam ile ‘kayıt dışı’ ekonominin yaygınlığıdır. Seyyar satıcılar, hamallar ve atık toplayıcılar Küresel Güney’in kentsel ekonomilerinin önemli bir bölümünü oluşturmakta. Son yıllarda tarımda istihdamın giderek düşmesinin bunda önemli ölçüde payı var. Özel olarak bu işçilere yönelik destek paketleri hazırlamak ‘kayıtlı’ çalışanlara –yani devlet tarafından tanınmış çalışma biçimine– nazaran çok daha zor.

Öte yandan desteğe en çok ihtiyacı olanlar da yine bu işçiler. Çoğu yoksulluk sınırının altında ya da çevresinde, kalabalık aileleriyle yaşıyorlar ve pek bir birikime sahip değiller. Aynı zamanda, büyük oranda, kalabalık iskân ve yetersiz sıhhi ve altyapı koşullarının virüsün hızlı yayılımını tetiklediği kaçak konutlarda yaşıyorlar. Aslında, bu işçilerin birçoğu hastalığı hâlihazırda geçirmiş durumda –güncel bir çalışma, Afrika’daki Covid-19 vakalarının %80’inin asemptomatik, kıtada Covid-19 ölüm oranının ise oldukça düşük olduğunu, yani virüsün farkına varamadan bütün bir nüfusu çoktan enfekte etmiş olabileceğini gösteriyor. Bu durum bir açıdan Afrika nüfusunun genç ve yaşam beklentisinin düşük olmasıyla da ilişkili. 

Küresel güneyin genç nüfusu açısından virüsün daha az ölümcül olduğu kanıtlanmış olsa bile, bitmek bilmeyen küresel ekonomik krizin faturası ağır olacak. Covid-19’un aslında tamamen önlenebilir olan ekonomik çıktıları, gerçekten de virüs kaynaklı ölümlerden daha fazlasına yol açabilir. Halihazırda düşük olan ve yakın zamanda da bir toparlanma öngörmenin güç olduğu küresel talebin etkisiyle, üretim ve dolayısıyla Küresel Güney devletlerinin bağlı olduğu emtia fiyatları üzerindeki baskı bir süre daha varlığını sürdürecek. Küresel Kuzey’de ‘iş krizi’ kötüye gitmeye devam ettikçe, ihracat gelirleri ve göçmen işçi dövizlerinin kendine gelmesi de mümkün gözükmüyor.

Bu devletler alacaklılarıyla anlaşmaya gidemezse, pek çoğu borçlarını ödeyemeyecek.Bu durumda, akbaba kuruluşlar birikmiş borçlarını satın alıp ödeme yapamayan hükümetleri dava etmek için kapıda bitecek. UNCTAD raporunda belirtildiği gibi:

Uluslararası topluluğun kapsamlı borç ertelemeleri ve indirimleri üzerinde anlaşmaya varamaması, acil likiditenin uygun seviyelerde hızlı bir şekilde sağlanmasına karşı direnç ve çoktandır sıkıntı içerisindeki ekonomilerin üzerinde uğursuz bir şekilde dolaşan akbaba sermayesi ile bağımsız borç müzakerelerinde rough bandholderları dizginleme konusundaki isteksizlik, işlerin çok daha kötüye gidebileceğine dair birer erken uyarı işaretidir.

Bahsettiğimiz sorunların hiçbirinin asıl sebebi pandemi değil. Pandemi onları yalnızca gün yüzüne çıkardı ve şiddetlendirdi. Aaron Benanav’in Automation and the Future of Work adlı kitabında da iddia ettiği gibi, pandemi vurmadan önce de dünya çoktan bir iş krizi yaşamaya başlamıştı. Bu durum bir bakıma, yazarın ‘yeşil devrim’ dediği şeye tekabül ediyor: “1983 yılında, dünyadaki işçilerin çoğunluğu hâlâ daha tarımda çalışıyordu. Bu oran o zamandan bu yana %25’e düştü.” Küresel Güney’de ‘kayıt dışı ekonomi’nin yükselişi bu problemin bir semptomuydu. Kuzey’de ‘gig ekonomisi’nin yükselişi ve istihdamın güvencesizleşmesi, nüfus artışına denk düşecek oranda ‘iş’ üretilmeyen/yaratılmayan bir dünyada sermaye ve emek arasında git gide artan güç dengesizliğinin bir yansıması.

Bu sorunların en şiddetli biçimiyle Küresel Güney’de hissediliyor olması, kapitalist dünya sisteminin mevcut eşitsiz güç ilişkilerinin ve bu eşitsizliklerin IMF ve WTO gibi yapılarda kurumsallaşmış olmasının bir sonucudur. Neoliberal küreselleşme, bu devletleri yoksulluk tuzağına hapsetmiş, sanayileşmenin imkânlarını ortadan kaldırıp küresel tekellerin gözetimi altında meta hafriyatı ve düşük katma değerli üretime mecbur bırakmıştır. 1980’lerin borç krizi sırasında neoliberal ‘şok terapisi’ni ilk deneyimleyen devletler en yoksul olanlardı. Özelleştirme, finansallaşma ve devletin ekonomik hayattan genel anlamda çekilişi bu devletlerin ve halklarının direncini kırdı. 

Pandeminin gün gibi ortaya çıkardığı gerçek şu: İklim çöküşü, yapısal işsizlik ve git gide düşen yaşam standartlarıyla yüzleşilen ve bütün bunların faturasının en ağır biçimleriyle yoksullara çıkarıldığı geleceksiz bir dünyaya doğru ağır adım yürüyoruz. Pandemi sonrası toparlanma senaryoları bu gidişatı değiştirmek için son şansımız olabilir. Bu şansı küresel bir Yeşil Yeni Düzen talep etmek için kullanmak zorundayız. 

UNCTAD’nin bir önceki ticaret ve kalkınma raporu ‘yeşil’ canlanma programlarının ‘kahverengi’ olanlardan üç kat daha fazla iş yarattığına dikkat çekiyordu. Krize böylesi bir yanıt vermek Küresel Kuzey’de zor bir iş değil, fakat Güney’de canlanma finans olmadan mümkün değil. Tam da bu sebeple dünyanın en yoksul devletleri için borç feshine ihtiyacımız var. Bunun alternatifi yoksulluk, eşitsizlik ve iklim felaketi ile paramparça olmuş bir dünya.


*26 Eylül 2020 tarihinde, “Covid-19 Is Causing a Global Jobs Crisis” başlığıyla Tribune Mag’de yayımlanan Grace Blakeley’nin bu yazısı, Emir Aydoğan tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Metnin tercümesine müsaade ettikleri için Tribune editörlerine teşekkür ederiz.