/

İstenmeyen Kentliler: Dışlanan kent yoksulunun ana akım medyada temsili, Çinçin örneği

Ardahan Özkan Gedikli, neoliberal politikaların kent mekânında yarattığı mekânsal tahribatla kol kola giden kent yoksullarının sosyo-mekânsal damgalanması ve kriminalize edilmesi süreçlerini, Ankara’nın “meşhur” Çinçin semti üzerinden gösteriyor.

Çinçin'de inşaat sahasında kumar oynayan mahalle sakinleri, 2015. Fotoğraf: Deniz Mamikoğlu

Kentsel mekânlarda gecekonduların ortaya çıkışı sadece Türkiye’ye özgü değildir. Gecekondu yerleşimleri Küresel Güney’de modern kentleşmenin ayırıcı niteliklerinden biri olagelmiştir.[1] Bu doğrultuda Kent Araştırmaları [Urban Studies] gecekonduların ortaya çıkışı, tarihsel dönüşümü ve mekânsal özellikleri üzerine kuramsal tartışmalar yürütmüştür. Ayrıca sosyal bilimciler Güney Afrika, Latin Amerika ve Güneydoğu Asya gibi bölgelerdeki gecekonduların sosyoekonomik gelişimleri, kentsel ekonomideki rolleri, politik örgütlenmeleri ve kültürleri üzerine ampirik araştırmalar yapmıştır.[2] Bu makalenin kapsamı, Türkiye’deki neoliberal dönemde kentsel yoksulluk, ana akım medya ve kentsel dönüşüm arasındaki ilişkiyle sınırlıdır. Makalede ana akım medyanın gecekonduları nasıl damgaladığı ve suçlu konuma getirdiği ele alınmakta, bunun da kentsel dönüşüm süreçlerinde ve gecekondu yerleşimlerine yönelik güvenlik aygıtlarının kullanımında nasıl bir rol oynadığı incelenmektedir. Çinçin örneğinin irdeleneceği makalede ana akım medyanın gecekonduları damgalanmasının ve kentsel mekânlarda suç korkusu yaymasının iki meşrulaştırıcı amaca hizmet ettiği savunulmaktadır. Türkiye’de ana akım medyada görülen bu iki eğilim, öncelikle kentsel dönüşüm projelerini meşrulaştırıcı bir rol oynarken devletin gecekondu yerleşimlerinde zor aygıtlarını yoğun bir biçimde kullanmasının haklı ve gerekli olduğu algısını pekiştirmektedir. Makalenin ilk bölümünde kısaca Türkiye’de gecekondu yerleşimlerinin ortaya çıkışı ve tarihsel dönüşümü incelenmektedir. Ardından neoliberal dönemde kentli yoksulların damgalanması ve kentsel mekânda suç korkusunun yayılması sorunları kısaca ele alınmıştır. Ayrıca bu bölümde bahsedilen eğilimlerin Türkiye’de nasıl meydana geldiğini örneklendirmeye çalıştığım Çinçin örneği yer almaktadır. Son bölümde ise Çinçin örneğinden yola çıkılarak bazı tespitler dile getirilmiştir.

Gecekonduların Ortaya Çıkışı ve Tarihsel Dönüşümü

Yirminci yüzyılın ortalarına doğru Türkiye’de gurbetçilik olgusu doğmuş, İstanbul nüfusu kırdan kente göçün etkisiyle patlama yaşamıştır.[3] Sonraki yıllarda Türkiye’nin sanayi burjuvazisinin önderliğinde ithal ikameci sanayileşmeyi benimsemesi, kırdan kente göçü daha da artırmış köylünün topraktan koparılma sürecini (depeasantization) hızlandırmıştır.[4] Öte yandan, kentsel mekânların “metropolleşmesi” özellikle inşaat ve hizmet sektörlerinde işgücü talebinin artmasına neden olmuştur.[5] İthal ikameci dönem boyunca piyasaya ucuz işgücü ve popülist partilere oy sağlamalarıyla gecekonduların bu dönemde kapitalist kentleşme çerçevesinde kentsel ekonomiye entegre edildiklerini söylemek mümkündür.[6] Hem 1950’li yıllarda Demokrat Parti hem de ithal ikameci dönemde öteki iktidarlar, kent yoksullarına kentsel barınma hususunda belirli tavizler vererek gecekondu yerleşimlerinin kurulmasını mümkün kılmıştır.[7]

1980 sonrası dönemde Türkiye’de neoliberal politikaların benimsenmesi sadece tarımsal düzensizleştirme (agricultural deregulation) yoluyla kırdan kente göçü hızlandırmakla kalmamış, aynı zamanda köylülere yönelik devlet desteğini azaltmış ve kırsal bölgelere destek ve kredi sağlanmasını engellemiştir.[8] Bu ise şehirlerde işgücü piyasasının esnekleştirilmesi, işçi sınıfının sosyal ve siyasi haklarının çeşitli yasalarla aşındırılması ve geçim standardının giderek daha da kötüleşmesiyle eş zamanlı olarak gerçekleşmiştir.[9] Başka bir deyişle, Türkiye’nin neoliberal politikalarla küresel kapitalizme eklemlenmesi “kitlesel proleterleşme, yoksulluk ve yoksunluğun derinleşmesi ve kentsel alanlarda mekânsal ayrışma yoluyla sınıf ilişkilerinin temelden yeniden yapılandırılması” ile sonuçlanmış, şehirlerde bölgesel ve sınıfsal eşitsizlikleri keskinleştirmiştir.[10] Bahsedilen süreçler doğrultusunda Türkiye’de kentsel mekânlar küresel yatırıma açılmış ve bu mekânlar tüketim merkezleri olarak tahayyül edilmiştir. Dolayısıyla kentsel mekânlar, neoliberal kentleşme anlayışıyla yeniden üretilmiştir.[11] Başta İstanbul olmak üzere Ankara ve İzmir gibi diğer büyük kentler de bu dönemde bir metalaşma sürecine tabii tutulmuş, Türkiye’nin 1980 sonrası liberalleşme sürecinin mekânsal sembolleri hâline gelmiştir.

Aykaç’ın öne sürdüğü üzere neoliberal şehircilik anlayışı, kentsel konutu esasen “değişim değeri artan, dalgalı ekonomide sirküle olan bir meta” olarak tahayyül etmiştir.[12] Bu anlayışı benimseyen devlet, 1984 yılında Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) kurulmasıyla “kentsel gecekondu arazilerinin özel sektör tarafından kâr amacıyla elde edilebilmesi için yatırım sermayesine dönüştürülmesinde” aktif rol almıştır.[13] Bu aşamadan sonra Türkiye’de devlet, başta yerel belediyeler olmak üzere diğer kurumların da katılımıyla gecekonduların bulunduğu kentsel alanları kârlı yatırımlara çevirmek ve potansiyel orta ve üst sınıf müşteriler için metaya dönüştürmek adına bir dizi kentsel dönüşüm projesi planlamaya başlamıştır. Başka bir deyişle, gecekondular neoliberal dönemde “kentsel arazi piyasası için değerli bir kaynak” haline gelmiş, bu arazilere özel sermaye erişiminin önündeki engeller kaldırılmış ve gecekondu inşasını engelleyen yasal düzenlemeler yapılmıştır. Örneğin gecekondu inşa etmek, 2004 yılında çıkarılan 5237 sayılı kanunla yasaklanmış ve beş yıl hapisle cezalandırılacak bir suç olarak nitelendirilmiştir.[14]

Özetlemek gerekirse neoliberal şehircilik, kentsel alanda bir dizi “parçalayıcı dinamiği” harekete geçirmiş, kentli yoksulları kentsel dönüşüm projeleri aracılığıyla sermayeye açılan topraklarından sürgün etmeye başlamıştır.[15] Bu gelişmelerin doğrudan sonuçlarından biri, şüphesiz 1990’ların başından itibaren mekânsal ayrışmanın derinleşmesi ve korunaklı yerleşimlerin (gated communities) ortaya çıkması olmuştur. Gerçekten de bu dönemde İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerde orta ve üst sınıfların artan kentsel güvenlik talebiyle şehirlerin farklı bölgelerinde korunaklı ve güvenlikli siteler çoğalmaya başlamıştır. Literatürde korunaklı konut yerleşmeleri olarak adlandırılan ve birçoğumuzun “site” olarak bildiği bu tip yaşam alanlarının kapsamlı bir tasvirini şu şekilde yapmak mümkündür:

(…) bu yerleşimlerin tamamı duvarlarla örülmüş ve istenmeyen yabancıların müdahalesine karşı ışıklandırılmıştır. Özel güvenlikler, girişleri kontrol etmenin yanı sıra günün 24 saati alanda devriye gezer. Ayrıca bu yerleşim alanları CCTV ve termal kameralar gibi yüksek teknolojik güvenlik sistemleri ve gözetim mekanizmaları ile korunurlar.[16]

Neoliberal dönemde bu tip kentsel konut biçimlerinin gecekondularla birlikte yan yana var olması ve artan mekânsal ayrışmayı “yoksulluk ve sosyal dışlanmanın yeniden üretilen biçimleri” olarak yorumlamak mümkündür.[17] Neoliberal dönemde kapitalizm, Birinci Dünya ülkelerinin kentsel alanlarında “aşırı yoksulluk ve sosyal yoksunluk, sömürge tarihine ilişkin etnoırksal bölünmeler ve kamusal şiddet” biriktirerek bir “alt sınıf” (underclass) ve “ileri marjinalliğin” (advanced marginality) ortaya çıkmasına yol açmıştır.[18] Kapitalist kentsel dönüşüm, yarı çevre (semi-periphery) ülkelerinde de benzer bir biçimde gelecekten umudunu yitirmiş, ekonomik durumu gitgide kötüye giden ve toplumsal konumu itibariyle kırılganlaşan “ötekilerin de ötekisi”nin yaşadığı “kuralsız bölgeler” oluşturmuştur.[19] Bir sonraki bölümde göstermeye çalışacağım üzere ana akım medya, Türkiye’de güvensizlik ve kentsel korku söylemleri inşa ederek bu süreç boyunca merkezi bir rol oynamıştır.

Gecekonduların Ana Akım Medyada Temsili

Ana akım medyanın neoliberal dönem boyunca gecekonduları ve kentsel yoksulları damgalayan ve suçla ilişkilendiren bir tutum sergilediğini söylemek mümkündür. Özellikle 1990’lardan sonra ana akım medya söylemi, sosyoekonomik olarak giderek dışlanan yoksulları suçla bağdaştırmış, suça ve suçluya mekânsal göstergeler atfetmiştir. Bu bağlamda suç genellikle yasadışı eğilimlere sahip insanların yaşadığı gecekondu mahalleleri ile bir tutulmuş ve göç, kentsel alanlarda suçun artmasının birincil nedeni olarak tasvir edilmiştir.[20] “Suçla ilgili bilgi edinmenin birincil kaynağı” ve dolayısıyla “önemli bir tanımlama gücüne” sahip olan ana akım medya, suça ilişkin basmakalıp yargıları yeniden üretmiş ve bireyi kendi güvenliğini sağlamaktan sorumlu tutan anlayışı pekiştirmiştir.[21] Bu dönemde kentsel mekânların sık sık “suç cennetleri” ve “korku şehirleri”, suç işleyenlerinse “suç makineleri” ve “psikopatlar” olarak tanımlanmaları, Türkiye’de ana akım medyada gündelik bir pratik haline gelmiştir.[22] Buna paralel olarak gecekondu mahalleleri, kentsel alanda “suç korkusu” yayılarak “polisin bile giremediği yer” (no-go-zone), “kentin cehennemleri” (urban hellholes) ve “kanunsuz bölgeler” (lawless zones) olarak sunulmuştur.[23]

1990’larla birlikte Türkiye’de kentsel suç ve şiddet gitgide artan bir oranda üçüncü sayfa haberlerini işgal ederken ana akım medyada “gecekondu” söyleminin yerini, kent yoksullarının modernleşemediklerini ima eden dışlayıcı “varoş” söylemi almıştır.[24] Bu dönemde “varoşlu” kavramı “devlete yönelik suç faaliyetleri ve radikal siyasi eylemlerde bulunmaya meyilli yoksul alt sınıfları” tanımlamak adına, genellikle siyasal İslamcılar, Kürtler, sosyalistler ve Aleviler için kullanılmıştır.[25] Koşukoğlu’nun çalışması kentsel korku söyleminin insanların suç algısı üzerindeki etkisini göstermesi bakımından çarpıcıdır. Çalışma kapsamında görüşülen kişiler, daha önce herhangi bir suç eylemine maruz kalmamış ve gecekondu mahallelerine hiç gitmemiş olsalar da “faillerin etnik veya dilsel özellikleri hakkında somut fikirlere” sahip olup çoğunlukla gecekonduları “suçluların yaşadığı tehlikeli yerler” olarak tanımlamışlardır.[26] Oysa aslen kentsel yoksulların damgalanması ve kentsel korkunun yayılması, neoliberal çağda küresel bir eğilim olmasına rağmen kentsel korku ile gerçek suç oranları arasında net bir ilişkiden bahsetmek oldukça zordur. Örneğin Silverman ve Giustina 1990’dan sonra düşen suç oranlarına rağmen daha önce medya tarafından yayılan suç korkusunun ortadan kalkmadığını, hatta New York’taki yerel seçim kampanyalarında en fazla dile getirilen konular arasında yer aldığını belirtmiştir.[27]

Peki, gerçek suç oranları ile kentsel korku arasında net bir ilişki yoksa ana akım medya tarafından kentsel korkunun yayılması ve kentli yoksulların damgalanması nasıl yorumlanmalıdır? Kentsel alanda suç korkusunun araç haline getirilmesine ilişkin çeşitli kuramsal tartışmalar olsa da bu konudaki iki açıklama oldukça önemlidir. İlk olarak kentsel korku, devletin kentli yoksullara karşı güvenlik aygıtlarını daha fazla devreye sokmasının haklı ve gerekli olduğu algısını pekiştirmiştir. Suç olaylarının ana akım medyada yüksek oranda yer bulması, “suçtan korunmak için otoriter ve cezalandırıcı bir adalet sistemine bağımlı”[28] bir yurttaşlık anlayışını pekiştirmiş ve halkın “potansiyel suçlulardan oluşan bir sınıfı topyekün etkisiz hale getirmek için devlet baskısı”[29] talep etmesine yol açmış olabilir. Türkiye’nin neoliberal dönüşümü boyunca gecekondu mahallelerine “silahlı kuvvetler, helikopterler ve özel harekât ekipleri gibi askeri araçlarla yapılan geniş çaplı müdahaleler” kentli yoksulların yerlerinden edilmesi sürecine eşlik etmiş ve bu bölgelerin kanunsuzluk, uyuşturucu ve terör merkezleri olarak gösterilmesi sayesinde bahsedilen müdahaleler meşrulaştırılmıştır.[30] İkinci olarak da kentsel alanlarda suç korkusunun yayılması, kentsel dönüşümün uygulanması için meşru bir zemin sağlamıştır. Bu bağlamda Türkiye’de kentsel dönüşüm projeleri, kentsel alanlarda kök salmış çeşitli sosyal sorunları çözmek için “sihirli bir formül” olarak sunulmuştur.[31] Gerçekten de kent korkusu söylemi kentsel dönüşümü suçu azaltmak, terörle mücadele etmek ve yaşam koşullarını iyileştirmek de dâhil olmak üzere “şehrin neredeyse tüm hastalıklarına karşı bir çözüm olarak” sunmuştur.[32] Bir sonraki bölümde gösterileceği üzere bu eğilim, özellikle Çinçin’in kentsel dönüşümü sürecinde etkili bir rol oynamıştır.

Çinçin’de Kentsel Dönüşüm

Çinçin de dahil olmak üzere birçok gecekondu mahallesine ev sahipliği yapan Altındağ, tarihsel olarak düşük bir sosyoekonomik statüye sahip olmakla birlikte 1940’ların sonlarında Ankara’nın en önemli emek havuzu haline gelmiştir.[33] Tarihsel olarak kırdan kente göç konusunda Türkiye’nin en popüler noktalarından biri olan Çinçin’in hikâyesi, “iş bulmak ya da iş sahibi olmak için eğitim almak isteyen birinci ve ikinci kuşak göçmenlerin hikâyeleridir”.[34] Geçmişte bölge halkının geleneksel geçim kaynakları işportacılık, hamallık, inşaat işçiliği ve hizmetçilikten mobilya ve torna işçiliğine kadar çeşitli küçük ölçekli imalat faaliyetlerinden oluşmuştur. 1990’lı yıllardan itibaren seri üretim ve zincir mağazaların etkisi Çinçin’de giderek daha fazla hissedilmiş, bu da var olan geçim kaynaklarını sekteye uğratmıştır. Çinçin, şehir merkezi içinde hem siyasi hem de etnik kimliklerin bulunduğu çevresel (peripheral) bir bölgedir. Çinçin mahallesi Gümüşhane, Erzurum, Sivas ve Yozgat’tan Eskişehir ve Bolu’ya kadar Türkiye’nin farklı bölgelerinden gelen göçmenleri barındırarak kozmopolit bir kültüre ev sahipliği yapmıştır.[35] 1970’li yıllarda mahalle, muhalif toplumsal örgütlerle ve Roman ve Kürt topluluklarıyla tanınmıştır.[36] 1980’li yıllardan önce çoğunlukla adi suç faaliyetlerine, sonraki yıllarda ise giderek artan bir şekilde organize suç faaliyetlerine ev sahipliği yapan Çinçin, tarihsel açıdan Ankara’nın en yoksul kesimlerine barınak sağlamıştır.[37] Bu durum bugün de devam etmektedir. Zira bölge, Ankara’da yaşayan Suriyeli ve Afgan göçmenlerin önemli bir kısmına ev sahipliği yapmaktadır.[38]

1984 yılında “Büyükşehir” statüsü alan Ankara’nın kentsel dönüşümü, neoliberal dönemde kamuoyu gündeminin önemli bir parçası haline gelmiştir. Bu bağlamda kentsel dönüşüm projeleri Çankaya, Altındağ, Etimesgut, Gölbaşı, Keçiören, Mamak, Sincan ve Yenimahalle gibi bölgelere odaklanmış ve gecekondu mahallelerini neoliberal şehircilik anlayışı doğrultusunda dönüştürmeyi hedeflemiştir.[39] Altındağ bölgesinde uygulanan kentsel dönüşümün kapsamı, Mercan ve Şen tarafından şu şekilde anlatılmaktadır:

2006’da Ankara’nın kuzeyinde başlatılan kentsel dönüşüm projeleri 10.500 gecekondu dâhil olmak üzere toplam 16 milyon m²’lik devasa bir alanı kaplamaktaydı. Bu da kapsamlı bir tahliye süreci gerektirirken gecekondu sakinlerine 2008 yılına kadar yeni dairelere yerleşebileceklerine yönelik söz verilmişti. Gültepe (Çinçin) kentsel dönüşüm projesiyle birlikte 1491 gecekondu yıkılırken, 13 katlı toplam 2342 daire inşa edildi. Aktaş kentsel dönüşüm projesi kapsamında ise 2008 yılında 380 gecekondu yıkılarak 10-12 katlı on iki blok ve 1280 daire inşa edilmiştir.[40]

Eski Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki de Nisan 2018 itibariyle 2005 yılından bu yana toplam 50.000 gecekondunun yıkıldığını açıklamıştır. Şekil 1’de gösterilen fotoğraf 2012 yılında çekilmiş olup Altındağ’da yeni inşa edilen TOKİ binaları ve yıkılan gecekonduları yan yana göstermektedir.

Şekil 1: 2012’de inşa edilen TOKI binaları ve yıkılan gecekondular yan yana. Kaynak: Star 

Yoksulluğun damgalanması ve suçla ilişkilendirilmesi konusunda Çinçin de bir istisna arz etmemiştir. Ana akım medya mahalleye sık sık Ankara’nın “Harlem”i, “San Andreas”ı ve “Teksas”ı olarak atıfta bulunmuş, bölgeyi bir suç merkezi ve bölge sakinlerini de suçlular olarak sunmuştur. Çinçin ana akım medya tarafından bazen “suça meyilli insanların bir arada bulunduğu bölge”, bazen de “polislerin kendini güvende hissetmek için roketatarla dolaştığı” yer olarak betimlenmiş, hatta hırsızlığın mahallede bir “aile mesleği” olduğu dahi dile getirilmiştir. Bölgeye yapılan polis operasyonlarıysa “Kandil Operasyonu” olarak isimlendirilip mahalle PKK gibi yasadışı örgütlerle ilişkilendirilmiştir. Dahası, benzer söylemler devlet yetkilileri tarafından da sık sık kullanılmıştır. Bir röportajında Çinçin’den “sicili kabarık, suç odaklarının da kümelendiği” yer olarak bahseden eski Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, bir başka konuşmasında mahalleyi “asayiş sorunları ile ünlenen bir mahalle” ve “polisin dahi giremediği yer” olarak betimlemiştir. Bu tür söylemler Çinçin’deki gecekondu yerleşimlerini damgalayıp suç ile bağdaştırmış, Ankara’nın kentli yoksullarını kentin çeşitli sorunlarından sorumlu tutmuştur. Gecekondu sakinini istenmeyen kişi (persona non grata) olarak sunan bu söylem, neoliberal dönemde kentli yoksulların sosyal ve ekonomik olarak dışlanmasını pekiştirmiştir. Bu eğilimin sonuçları farklı kamusal alanlarda görülürken kentli yoksulların işgücü piyasasında karşılaştıkları ayrımcılık, damgalanmanın sonuçlarından sadece birisi olmuştur. Bir çalışma kapsamında mahalleden 19 yaşındaki bir gençle yapılan röportaj bu anlamda çarpıcıdır:

Biz her yerde işimizi aradık zaten ama Yenidoğan-Çinçin çevresinde oturduğumuz için kimse iş imkânı sunmadı… Yenidoğan-Çinçin’in ismi Türkiye’nin her yerinde var.[41]

Buna karşılık kentsel dönüşüm projeleri, ana akım medya tarafından Çinçin’in çeşitli sosyal ve ekonomik sorunlarına çare olarak sunulmuştur. Haber ajansları Çinçin’e “değişim rüzgârı” getirdikleri gerekçesiyle övgüyle kentsel dönüşüm projelerinden bahsederken, mahallede “bakımsız gecekonduların” yerini “lüks konutların” aldığını belirtmişlerdir. Bu söylemlere göre kentsel dönüşüm projeleri, “Çinçin’in kötü imajını” ortadan kaldıracak, mahalleyi bir “cazibe merkezi”  hâline getirecekti; dahası “turizmi canlandıracak” ve bu sayede bölgede “yaşam kalitesi yükselecek”ti. Tüm bunlar kentsel dönüşümün bölgeye medeniyet ve kentlilik kültürü kazandıracağını ve suç oranlarını azaltacağını öne süren devlet yetkilileri tarafından sıkça kullanılmıştır. Örneğin kentsel dönüşümün bireyler üzerinde “rehabilite edici” bir etki yaratacağını iddia eden TOKİ Ankara Büyükşehir Belediyesi A.Ş. (TOBAŞ) Genel Müdürü Ferhat Ertürk, bir konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştır:

Yani bu bataklığı kurutmak gibi bir şey. Meşhur Çinçin suç örgütlerinin, hırsızlık şebekelerinin olduğu bir yerdi. Çinçin Projesi’nde niye suç oranları düştü? Onu da analiz ettik. Kat mülkiyetine geçtiğinde hani ‘Allah’tan korkmaz, kuldan utanır’ şeyi devreye giriyor, rehabilite oluyor efendim. Önceden adam ayakkabısını kapının önünde çıkarıyor, hesap vereceği kimse yok. Çöpünü istediği saatte çıkarıyor, istediği yere atıyor; hesap vereceği, bunu kınayacak kimse yok. Ama bir toplum içerisinde yaşamanın getirdiği kuralları orada öğreniyor. Belki suça meyilli bir yapı olmadığı için artık o eski alışkanlıklarından vazgeçiyor.

Benzer bir şekilde mahallenin eski muhtarı İbrahim Çağlar, kentsel dönüşümden önce mahallede hırsızlığın “çöp bidonlarının içleri boşaltılmış çanta ve cüzdanlarla” dolacak kadar yaygın olduğunu savunurken halkın “artık bu durumdan bezmiş olduğunu” ve bu yüzden TOKİ’lerin bölgeye kolayca girebildiğini iddia etmiştir.

2012 yılında Ankara’nın reklam panolarında yer alan Altındağ Belediyesi ilanları, belediyenin kentsel dönüşüm ve gecekondulara bakışı açısından çarpıcıdır. Şekil 2’de görülebileceği üzere ilanda iki ayrı fotoğraf yer almaktadır. Yukarıdaki fotoğraf, Çinçin’in gecekondu yerleşimlerinin bir görüntüsünü sunarken aşağıdaki fotoğrafta aynı bölge gecekondu yerleşimlerinin yıkılmasından ve kentsel dönüşümden sonra görülmektedir. İkinci görüntüye aynı zamanda eski Altındağ Belediye Başkanı Tiryaki’nin gülümsemesi eşlik etmektedir. Reklamda bir mahallenin topyekûn yok edileceği açıkça dile getirilmekle birlikte on binlerce gecekondunun yıkılması ve gecekondu sakinlerinin yerlerinden edilmesi bir kamu hizmeti olarak sunulmaktadır. Bu tür ifade ve söylemler, kentte çeşitli “hastalıklara” yol açan “kronik olarak sorunlu” kentli yoksullar ile “kangrenden kurtulmak” için “her derde deva” olacak ilaca sahip olan şehir planlamacıları arasında toplumsal bir hiyerarşi inşa etmiştir.[42]

Şekil 2: Altındağ Belediyesi’nin 2012’deki kentsel dönüşüm reklamları

Öte yandan Türkiye’de kentsel dönüşüm süreçlerine devletin zor aygıtlarının ve polis müdahalelerinin eşlik ettiğini vurgulamak önemlidir. Aslında bu, Türkiye’de iç güvenliğin 2000’li yıllarda polis teşkilatını daha da güçlendirecek ve devletin artan bir şekilde şiddete başvurmasını mümkün kılacak biçimde yeniden yapılandırılmasıyla sağlanmıştır.[43] Çinçin de özellikle 2010’lu yıllarda helikopterler, silahlı kuvvetler ve özel harekât timleri gibi zor aygıtlarının kullanıldığı polis müdahalelerine maruz kalmıştır. Şekil 3, 2019 yılında Altındağ’da 245 adrese 500 ekip ve 3.500 polisin katılımıyla yapılan eş zamanlı bir polis müdahalesinin görüntüsünü sunmaktadır.

Şekil 3: 2019’da Altındağ’da 245 adrese yapılan eş zmaanlı polis müdahalesi. Kaynak: Anadolu Ajansı

Ana akım medyanın bu konuda da normalleştirici ve meşrulaştırıcı bir rol oynadığını söylemek mümkündür. Nitekim bu tür polis müdahaleleri “Uyuşturucu satıcılarına geçit verilmiyor” şeklinde haberleştirilmiş ve polisin müdahalesi haklı ve gerekli olarak sunulmuştur. Türkiye’de adi suçlulara ve gecekondulara yönelik polis müdahalesini meşrulaştırma ve normalleştirmeye dayanan bir habercilik pratiği oldukça yaygındır. Örneğin ana akım medyanın en tanındık gazetecilerinden Fatih Altaylı, “Meydan İtlere Kaldı” başlıklı köşe yazısında şu ifadelere yer vermektedir:

İstanbul son birkaç yıldır “dehşet kenti.” Soygun, kapkaç, cinayet, gasp ve her türlü suç gırla gidiyor. Bu durumu İstanbul Valisi’ne aktardığım zaman polis kadrosundaki eksikten söz edip, “10 bin yeni polis alacağız” demişti. Ancak İstanbullular’da 10 polisi bekleyecek hal kalmadı.”

Ana akım medyada benzer söylemlerle sık sık karşılaşmak mümkündür. Bu bağlamda kimi köşe yazarları devleti hırsız, katil ve teröristlere “örtülü af” getirmekle, kimileri ise “polisin maddi ve manevi imkânlarını” geliştirmemekle eleştirmiştir. Kentsel alanlardaki suç sorununa toplumsal çözümler yerine cezai çözümler talep eden ve suçun toplumsal bağlamını görmezden gelen bu söylemlerin, artmakta olan devlet şiddetini haklı gören bir kamuoyunu pekiştirdiği görülmektedir. Örneğin Ankara’da bazı vatandaşlar, polisin yürüttüğü farklı güvenlik uygulamalarından çok memnun olduklarını belirtirken İstanbul’da bazı vatandaşlar devleti suça ve kaçak yapılaşmaya karşı yeterince sert davranmamakla eleştirmiştir:

Köyde böyle oynarken falan yanlışlıkla bir koyunu ısıran köpeklere ne yaparlar biliyor musun? Vururlar. Hani zalim olduklarından falan değil. Lazım çünkü bu; çünkü köpek bir kere kanın tadını alınca bir daha ısırır ve tabii bu defa bilerek. Türkiye’de sistem çok sorunlu. Suçluları sokağa salıveriyorlar, masum insanları da saçma sapan suçlamalarla, politik sebeplerle içeri atıyorlar. İşte bunlara da sistem sebep oluyor. Bu adamların devletin arazisini işgal etmesine göz yumdular. Bunlar böyle yamuk yumuk işlerle, devletin arazisine yaptıkları apartmanları sata sata, milyonlar kazandılar. Kanın tadını aldılar, anlatabiliyor muyum? Şimdi sen bunları durdurmazsan, bunlar kendi kendine durmaz. Her yaptıklarının yanlarına kalmasına izin vererek, sistemin kendisi bunları besliyor ve normal vatandaşları mağdur ediyor.”[44]

Sonuç Yerine

Çinçin örneği üzerinden gecekonduların ana akım medyadaki temsilini irdeleyen bu makale, neoliberal dönemde kentli yoksullar, medya ve kentsel dönüşüm arasındaki ilişkiye ışık tutmayı amaçlamıştır. Çinçin bölümünde ana hatlarıyla belirtildiği gibi Türkiye’de ana akım medya kentli yoksulları suçlulaştırmış, kentsel mekânlarda suç korkusu yaymış ve kentsel dönüşümü, kentsel alanın suç ve yoksulluk gibi çeşitli sorunlarına karşı bir çare olarak tasvir etmiştir. Peki Türkiye’de kentsel dönüşüm gerçekten suçu ve yoksulluğu azaltabilmiş midir? Birçok çalışma bunun gerçekleşmediğini gösterir.[45] Örneğin kentsel dönüşümün en sık dile getirilen vaatlerinden biri, gecekondu sakinlerinin yeni inşa edilen TOKİ binalarında kendi dairelerine sahip olacaklarıdır. Oysa eski Gültepe (Çinçin) muhtarının da dile getirildiği üzere TOKİ dairelerinin çoğuna bölge dışından gelen memur ve beyaz yakalılar yerleşmiştir. Yine ilçede bir çalışma kapsamında yapılan anketlerin sonucunda mevcut sakinlerin %66’sının mahallede 5 yıldan daha az süredir yaşadığı ve mevcut sakinlerin sadece %1’inin eski gecekondu sakinlerinden oluştuğunu dile getirilmiştir.[46]

Öte yandan TOKİ dairelerine yerleşebilen eski gecekondu sakinleri, çeşitli ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır. Nitekim Mercan ve Şen’e göre, kentsel dönüşüm projeleri gecekondu sahiplerinin “sosyoekonomik durumunu ve borç ödeme gücünü hiçbir zaman dikkate almamıştır”. Sonuç olarak gecekondu sakinlerinin TOKİ bloklarına taşınması, yaşam koşullarını daha da kötüleştirici nitelikte yüksek borçlara girmelerine yol açmıştır. Başka bir sorun da gecekondu sakinlerinin TOKİ bloklarına yerleşmesinden sonra sosyal yardım mekanizmalarının dışında tutulmalarıdır. Zira Altındağ’da daha önce sosyal yardımlarla geçinen birçok aile, TOKİ apartmanlarına taşındıktan sonra bu yardımlardan yararlanma hakkını kaybetmiş ve bu da ekonomik durumlarını daha da kötüleştirmiştir.[47]

Kentsel dönüşüm projelerinin suç oranlarını düşürdüğünü iddia etmek de mümkün değildir. Yine bölgede saha araştırması yapan Aksoy ve Kocataş, 2010 ve 2013 yılları arasında Çinçin ve çevresindeki birçok mahallede başta uyuşturucu ticareti olmak üzere suç oranlarının arttığını dile getirmiştir. Çalışmaları kapsamında mülakat gerçekleştirdikleri mahalle sakinlerinin çoğu, hala “sokak aralarında uyuşturucu satışından, komşuluk ilişkilerinin yok olmasından, (ve) çocuklarının güvenle sokağa çıkamamasından” yakınmıştır.[48] Bölgede 2017, 2018 ve 2019 yıllarında kentsel dönüşüm projelerinin büyük bir kısmı tamamlandıktan sonra dahi uyuşturucu kaçakçılığı ve ticaretine karşı “Türkiye’nin en büyük uyuşturucu operasyonu” olarak haberleştirilen geniş çaplı polis müdahaleleri gerçekleşmiştir.

Esasen kentsel dönüşüm ve neoliberal politikalar bölgedeki suç oranlarının artmasına neden olmuş olabilir. Birincisi, gecekonduların yıkılmasından sonra birçok gecekondu sakini mahalleyi terk etmek zorunda kalmıştır. Bu da eskiden gecekonduların bulunduğu birçok boş ev ve bölgeyi  “uyuşturucu ticareti için mekânsal olarak avantajlı yerler” haline getirmiştir.[49] İkinci olarak da neoliberal dönemde kentli yoksullar ile üst sınıflar arasındaki sosyoekonomik uçurumun genişlemesi ve neoliberal politikaların mekânsal eşitsizliklere, dışlanmaya ve sınıf karşıtlıklarına yol açması, bu dönemde kentsel mekânlarda şiddetin ortaya çıkmasını tetiklemiş olabilir. Bu bağlamda, neoliberal dönemde inşaat ve hizmet sektörleri başta olmak üzere birçok sektörün “ekonomik küçülme, geçici personel sayısını artırma ve taşeron işçi çalıştırma” gibi yöntemlere başvurması, bu sektörlere “işleyiş biçimi” itibarıyla “suça neden olan” (criminogenic) bir özellik atfetmiştir.[50] Neoliberal politikalar nedeniyle “eşitsizlik, dışlanma, yoksulluk ve yabancılaşma” oranlarındaki yükselme, “radikal ve kriminal bir şiddet dalgasının ortaya çıkmasına” yol açarken bu dalgaya bağlı “artan devlet baskısı” da “kitlelerin tabandan yukarı doğru bir direniş göstermesine” neden olmuş olabilir. Dolayısıyla neoliberalizmin “kendi kendini besleyen” bir döngü yaratmış olması olasıdır.[51]

Öte yandan neoliberal dönemde seri üretimin genişlemesi ve zincir mağazaların artması, küçük ölçekli imalat ve ticaret işletmelerini sekteye uğratmıştır. Bu ise esnaf, seyyar satıcı, işportacı ve marangoz gibi mesleklerde çalışan gecekondu sakinlerinin iş fırsatlarının azalması yol açmıştır. Çinçin’de yerel bir züccaciye dükkanının sahibi bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:

İşler artık yolunda değil! Birinci etap geldiğinden beri burada esnaf da azaldı, işportacılar da azaldı. Bakkal manav hiç kimse kalmadı. TOKİ’ler çıkıp bizden almıyor. TOKİ’lerin içinde zaten artık kendi marketleri var.[52]

Dışlanan kentli yoksulluk, güvencesiz yaşam koşulları ve sosyal devlet anlayışının ortadan kalkmasıyla birleştiğinde uyuşturucu kaçakçılığı da dâhil olmak üzere alternatif geçim yolları arayışına yol açmış olabilir. Altındağ’daki uyuşturucu kaçakçılığı üzerine kapsamlı araştırmalar yapan Mercan, “terkedilmiş mahallelerdeki dışlanmış ve alt sınıf gençlerin” ekonomik imkanlara sahip olmamaları ve toplumda değer görmemeleri nedeniyle uyuşturucu ticareti açısından en savunmasız grup olduğunu belirtmiştir.[53] Altındağ’da pazarcılık yapan 29 yaşındaki bir genç, sosyoekonomik dışlanma ve uyuşturucu kaçakçılığı arasındaki ilişkiyi şu şekilde özetlemiştir:

Esrar iyi para getiriyor ama kimsenin zengin olduğu yok. Burada herkes sadece yaşamak için bu işleri yapıyor. Marketlerin sayısı arttıkça pazarcılık da bitiyor. Yarın benim için de ne olur kimse bilmez.

Dolayısıyla, geçim koşulları ve suç arasındaki ilişki sanılanın aksine epey karmaşık olmakla birlikte egemen üretim ilişkileriyle yakından bağlantılıdır. Bu nedenle toplumsal suçu tarihsel ve yapısal süreçlerle birlikte ve toplumsal ve siyasal bağlamı içinde ele almak, günümüzde hayati önem arz etmektedir.[54]


[1] Chattaraj, S. (2020). Squatter Settlements. Oxford Bibliographies. Retrieved from https://www.oxfordbibliographies.com/view/document/obo-9780190922481/obo-9780190922481-0007.xml#backToTop; Hardoy, J. E., & Satterthwaite, D. (1989). Squatter citizen: life in the urban third world. London: Earthscan.

[2] Gilbert, A., & Crankshaw, O. (1999). Comparing South African and Latin American Experience: Migration and Housing Mobility in Soweto. Urban Studies 36(13), 2375–2400; Huchzermeyer, M. (2004). Unlawful occupation: informal settlements and urban policy in South Africa and Brazil. Trenton, NJ: Africa World Press; Jackson, J. C. (1974). Urban Squatters in Southeast Asia. Geography, 59(1), 24-30.

[3] Karpat, K. H. (1976). The gecekondu : rural migration and urbanization in Turkey. Cambridge ; New York: Cambridge University Press; Keyder, C. (1999). The housing market from informal to global. In C. Keyder (Ed.), Istanbul: Between the Global and the Local Rowman & Littlefield.

[4] Karpat (1976), a.g.e., s. 73-74

[5] Koçal, V. (2013). Bİr Sİyasal Değİşme Etkenİ Olarak Göç: Kürt Kimliğinin Siyasal Evriminde Göç Dinamiği Örneği- Nedenler ve Sonuçlar. Ege Üniversitesi Lisansüstü Göç Sempozyumu’na sunulmuş bildiri, s. 6

[6] Dölek, Ç. (2019). Thieves, Kabadayıs, and Revolutionaries on the Margin: A Social History of the Police in the Altındağ Slums in Ankara, Turkey (1920s-1970s). (PhD). Carleton University, Ottawa, s. 124; Erman, T., & Eken, A. (2004). The “Other of the Other” and “unregulated territories” in the urban periphery: gecekondu violence in the 2000s with a focus on the Esenler case, Istanbul. Cities, 21(1), 57-68, s. 62;

[7] Karpat (1976), a.g.e., s. 89; Mercan, B. A., & Şen, M. (2020). Advanced marginality and criminalization: the case of Altındağ. Turkish Studies, s. 5.

[8] Gönen, Z., & Yonucu, D. (2011). Legitimizing Violence and Segregation: Neoliberal Discourses        on Crime and the Criminalization of Urban Poor Populations in Turkey. In A. Bourke, T. Dafnos, & M. Kip (Eds.), Lumpen-City: Discourses of Marginality | Marginalizing Discourse. Red Quill, s. 25

[9] Koç, Y. (2010). Türkiye Işçi Sınıfı Tarihi: Osmanlı’dan 2010’a Ankara: Epos, s. 300

[10] Bedirhanoğlu, P., Hülagü, F., & Dölek, Ç. (2016). The Transformation of Internal Security and         of the State in Turkey during the AKP Rule: A Class-Based Analysis. Journal für Entwicklungspolitik, 32, 21-41, s. 25

[11] Gönen & Yonucu (2011), a.g.e.; Yonucu, D. (2008). A Story of a Squatter Neighborhood: From the place of the “dangerous classes” to the “place of danger”. Berkeley Journal of Sociology, 52, 50-72.

[12] Aykaç, G. (2020). Muhtelif İşlerin Kentsel Dönüşümü: Çinçin Bağları Saha Notları Üzerinden Eleştirel Bir Çerçeve. Ankara Araştırmaları Dergisi, 8(2), 187-213, s. 204

[13] Mercan & Şen (2020), a.g.e., s. 5

[14] Özçetin, D. (2014). Stigmatization and Criminalization of Urban Poor Through News Discourse in Turkey: Portrayal of Purse-Snatching and ‘Troubled’ Lower Class Neighborhoods. (PhD). Middle East Technical University. 2000 sonrası dönemde Türkiye’de kentsel dönüşümle ilgili yasal düzenlemelerin detaylı incelemesi için bkz  Bektaş, Y. (2014). Bir Kentleşme Stratejisi Olarak Yasanın Kentsel Mekanı Dönüştürmedeki Etkisi: Ankara Örneği. Planlama, 24(3), 157-172..

[15] Keyder (1999), a.g.e.; Koşukoğlu, N. (2011). Criminalizing The Dangerous Others In Istanbul: The Middle Class and The Fear Of Crime In The 2000s. (MA). Boğaziçi University.

[16] Özçetin (2014), a.g.e., s. 31

[17] Candan, A. B., & Kolluoğlu, B. (2008). Emerging spaces of neoliberalism: A gated town and a public housing project in ‹stanbul. New Perspectives on Turkey, 39, 5-46, s. 20

[18] Wacquant, L. J. D. (1996). The Rise of Advanced Marginality: Notes on its Nature and Implications. Acta Sociologica, 39(121), s. 122-3

[19] Erman & Eken (2004), a.g.e., s. 66

[20] Koşukoğlu (2011), a.g.e., s. 35

[21] Koşukoğlu (2011) a.g.e., s. 49-50

[22] Gönen & Yonucu (2011), a.g.e., s. 79

[23] Silverman, E. B., & Della-Giustina, J.-A. (2001). Urban Policing and the Fear of Crime. Urban Studies, 38(6-6), 941–957; Yonucu (2008), a.g.e., s. 54

[24] Gönen & Yonucu (2008), a.g.e.

[25] Erman, T. (2001). The politics of squatter (Gecekondu) studies in Turkey: The changing representations of rural migrants in the academic discourse. Urban Studies, 38(7), 983-1002. doi: 10.1080/00420980120051620, s. 996

[26] Koşukoğlu (2011), a.g.e., s. 34-5

[27] Silverman & Giustina (2001), a.g.e., s. 943-4

[28] Dolliver, M. J., Kenney, J. L., Reid, L. W., & Prohaska, A. (2018). Examining the Relationship Between Media Consumption, Fear of Crime, and Support for Controversial Criminal Justice Policies Using a Nationally Representative Sample. Journal of Contemporary Criminal Justice, s. 16

[29] Parenti, C. (2000). Crime As Social Control. Social Justice, 27(3), 43-48, s. 43

[30] Bedirhanoğlu et al. (2016), a.g.e., s. 27

[31] Dölek, Ç. (2020). ‘The law of the city?’: Social war, urban warfare and dispossession on the margin. In P. Bedirhanoğlu, Ç. Dölek, F. Hülagü, & Ö. Kaygusuz (Eds.), Turkey’s New State In The Making (pp. 276-294): ZED, s. 280

[32] Islam, T. (2010). Current urban discourse: Urban transformation and gentrification in Istanbul. Architectural Design, 58-63, s. 60

[33] Mercan & Şen (2020), a.g.e.

[34] Aykaç (2020), s. 207

[35] Bektaş, Y., & Türkün, A. (2017). Kentsel Dönüşümde Karma Gelirli Konut Stratejisi ve Türkiye’ye Özgü Dinamikler: Ankara Altındağ-Gültepe Örneği. Megaron, 11(2), 263-279.

[36] Aykaç (2020), a.g.e., s 192

[37] Bektaş & Türkün (2017) a.g.e.; Güney, Y. (1977). Soba Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz: İthaki Yayınları.

[38] Savran, S., & Sat, N. A. (2019). Ankara’da Suriyeli Göçmenlerin Yer Seçimi Tercihlerinin İncelenmesi ve Bir Etnik Kentsel Adacık Örneği Olarak Önder, Ulubey, Alemdağ Mahalleleri*. Ankara Araştırmaları Dergisi, 7(2), 283-302.

[39] Mutlu, S. (2007). Türkİye’de Yaşanan Gecekondulaşma Sürecİ ve Çözüm Arayişlari: Ankara Örneği (Master’s Degree). Ankara Ünİversİtesİ Sosyal Bİlİmler Enstİtüsü, s. 87

[40] Mercan & Şen (2020), a.g.e., s. 6

[41] Yamanoğulları, M. A. (2006). Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları ve Yoksulluğun Yeniden Üretimi. iletiim : arat›rmalar›, 4(1), 9-48, s. 28

[42] Özçetin (2014), a.g.e., s. 34

[43] Bedirhanoğlu et al. (2016), a.g.e.

[44] Koşukoğlu (2011), a.g.e., s. 108-9

[45] Dölek (2020), a.g.e.; Mercan & Şen (2020), a.g.e.

[46] Aksoy, E., & Kocataş, Ö. G. (2017). Gecekondu Alanlarinda Uygulanan Kentsel Dönüşüm Projelerİnİn Meşruİyet Zemİnİ Olarak Yoksulluk ve Suç. Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Dergisi, 14, s. 287

[47] Mercan & Şen (2020), a.g.e., s. 8-9

[48] Aksoy & Kocataş (2017), a.g.e., s. 288-9

[49] Mercan, B. A. (2020). The Drug Business as a Field of Struggle in Turkey. Deviant Behavior, s. 5-6

[50] Lea, J. (1999). high rates of inequality, exclusion, poverty, and  alienation, which yield a rising tide of both radical and criminal violence, which triggers more state coercion, which, in turn, encourages more violent resistance from below’. Theoretical Criminology, 3(3), 307-325, s. 321

[51] Sanchez, M. (2006). Insecurity and Violence as a New Power Relation in Latin America. The Annals of the AAPSS, 606, 178-195., s. 180

[52] Aykaç (2020), a.g.e., s. 209

[53] Mercan (2020), a.g.e., s 13

[54] Dölek (2019), a.g.e.; Gönen, Z. (2012). Yoksulluğun Suçlulaştırılması, Suçun Irksallaştırılması: Kapitalizmin Tarihsel Mirası ve Türkiye Örneği. Praksis, 28.