Kapitalizm sizi unutmaz

"Günümüzde sol adına krizde olan şey, devrim fikrinin ta kendisi." O hâlde çağdaş teorinin, "devrimci" praksisin imkânlarından söz etmek nasıl mümkün olabilir? "Aklın Sol Yarısı" kitabının yazarı Razmig Keucheyan, bu söyleşisinde, eleştirel teorinin çağdaş akımları, stratejik düşünce ve solun krizi bağlamlarında bu sorunun yanıtını arıyor. Kapitalizmin, eleştirel teorilerin gündeminden büyük ölçüde çıktığını vurgulayan Keucheyan'a göre, siz onu unutmaya çalışsanız da kapitalizm sizi unutmaz.

Razmig Keucheyan'ın "Aklın Sol Yarısı" başlığıyla Türkçeye çevrilen kitabının İspanyolca özgün baskısının kapak görseli.

Aklın Sol Yarısı kitabınızın alt başlığı, Bugün Eleştirel Teoriyi Haritalamak. Neden “haritalamanın” bugün sol için stratejik bir önem taşıdığını düşünüyorsunuz?

Her ordu, savaş alanında iyi haritalara ihtiyaç duyar. Harita size düşmanınızın nerede konumlandığını, kim olduğunu, güçleriyle zayıflıklarını ve böylece nasıl saldırılacağını anlatır. Ayrıca bir harita, arazi hakkında, onun nelerden oluştuğu ve potansiyelleriyle ilgili bilgi vermelidir. Örneğin, şehirlerde veya ormanlarda savaşmak farklı savaş planları ve silahlanmayı gerektirir.

Elbette sadece Jorge Luis Borges’in romanlarında harita, gerçekliğin kesin bir taklididir. Harita tanımı gereği, bir tahmin ya da yalınlaştırmadır. Karmaşık bir gerçekliği basitleştirilmiş terimlerle temsil etmekten başka bir amacı yoktur. Hatta, aynı gerçeklik için farklı işlevlere sahip birkaç harita bir arada bulunabilir.

Kısaca haritalamak, stratejinin koşuludur. Bu sebeple, haritaların her daim devlet ve ordu kontrolü altında olması tesadüf değildir.

Teorileri, özellikle eleştirel teoriyi haritalamak, güncel politik konjonktürün haritalandırılması gibi daha genel bir çabanın parçasıdır. Şüphesiz yirminci yüzyıl boyunca sol için – reformist ve devrimci sol – işler hiç de iyi gitmedi. Günümüzde sol adına krizde olan şey, devrim fikrinin ta kendisi – ne var ki, bu onun artık geçerli olmadığı anlamına gelmiyor.

Solun gücünün ve teorilerinin şu anda zaman alabilecek bir yeniden yapılanma sürecinde olduğunu kabul etmek gerekir. Yirmi birinci yüzyıl bizler için bilinmeyen bir kıta gibi olsa da, bu yeni savaş alanını doğru haritalarla temsil etmeye çalışmalıyız. Aklın Sol Yarısı kitabımda yapmaya çalıştığım şey bu.

Razmig Keucheyan
Razmig Keucheyan

Şunu ortaya koymak gerekir ki çağdaş pek çok eleştiri vardır. Eleştirel teorilerin parçalara ayrıldığı bir sürece şahitlik ediyoruz. Bu en azından 1970’lerden bu yana devam eden siyasi “öznelerin” parçalanma sürecini yansıtmaktadır. İşçi sınıfı, 19.yüzyılın ilk yarısından beri toplumsal ve politik değişimin uygulayıcısı olarak solun merkezinde yer almıştır. Proletarya, her zaman diğer “özneler” ile bir arada bulunmuştur. Bununla birlikte, siyasal etkileri işçi sınıfına nazaran daha az önem teşkil etmekteydi.

Kuşkusuz, bugün işçi sınıfı hâlâ varlığını sürdürmektedir ancak sol üzerindeki politik merkeziliği zayıflamıştır. Ayrıca, mesleki ve etnik açıdan daha çeşitlidir ve bu da siyasal temsiliyetini daha zor hâle getirmektedir.

Diğer hareketler – örneğin, kadın hareketi ya da sivil haklar ve ırkçılık karşıtı örgütlenmeler – ivme kazanmıştır. Elbette, bu hareketleri modern dünya görüşlerinin merkezine koyan teoriler de öyle.

Kitabınızda çağdaş eleştirel teorilerin kusurlarından birisinin stratejik düşüncenin zayıflığı olduğunu vurguluyorsunuz. Kapitalizmin 2008’de başlayan krizinin bu perspektiften değişikliklere yol açabileceğini düşünüyor musunuz?

1980’lerden beri Marksist olmayan teoriler çok iyi bir konuma geldi: post-yapısalcılık, kültürel çalışmalar, post-kolonyal çalışmalar, Axel Honneth’in tanınma teorisi (Frankfurt Okulu’nun üçüncü jenerasyonu), Jacques Rancière’in radikal eşitlikçiliği vb. Yirminci yüzyılın eleştirel teorilerinde, Marksizm çeşitli biçimlerde birçok ülkede baskındı. Ancak, artık değil.

Bu Marksist olmayan eleştirel teoriler birbirlerinden oldukça farklıdır. Bununla birlikte, en azından iki varsayımı paylaşırlar. Bunlardan birincisinde sınıf, modern dünya görüşlerinin merkezinde olmaktan çıkar. Bazen ise bütünüyle namevcut hâle gelir ya da ikincil önemde olur.

İkinci olarak, bu teoriler her türlü “bütünleştirmeye”, modern dünyanın herhangi bir şekilde tutarlı bir “sistem” olarak temsil edilmesine karşı güvensizdir. Bu da “kapitalizm” kavramının neden hiçbir yerde bulunmadığını açıklamaktadır.

Kapitalizmin varlığını zor da olsa unutmayı deneyebilirsiniz. Ancak, kapitalizm sizi unutmaz. Bir başka ifadeyle, kapitalist sömürü ve yabancılaşma hâlâ somut bir gerçektir. Gramsci’nin deyimiyle “organik krizin” bir parçası olan, 2008’de başlayan ve halen devam eden kriz bunu açıkça ortaya koymuştur.

Bu kriz, eleştirel teoriler arasındaki güç ilişkilerinde bir değişime neden oluyor. Örneğin, post-kolonyal teori ya da Jacques Rancière’in kapitalizmin krizi hakkında söyleyecek pek bir şeyi yok. Çünkü, kapitalizmin kendisi hakkında söyleyecek bir şeyleri yok. Peki bugün krizin dinamiğini anlamamıza yardımcı olan teorisyenler kimler? Leo Panitch, Nancy Fraser, Robert Brenner, Perry Anderson, Ellen Meiksins Wood, Anwar Shaikh, Giovanni Arrighi, Claudio Katz, Mike Davis, Gérard Duménil… Hepsi o ya da bu şekilde Marksist.

Bunun sonucu olarak, ilerleyen yıllarda “Marksizmin dönüşü”ne şahit olacağımızı düşünüyorum. Bununla birlikte, Marksizm geçmişteki gibi geri dönmez. Marksizmin tarihi, Marksist dünya görüşünün merkezi yönlerini korurken, yeni konjonktürün ana unsurlarını kavramasını sağlayan kavramsal bir mutasyon sürecinden geçtiğini göstermektedir.

Keucheyan’ın “Aklın Sol Yarısı” başlığıyla Türkçeye kazandırılan kitabı: İletişim Yay., 2016, çev. Selen Şahin

Örneğin, Marx ve klasik Marksizm’de finans teorisi vardır. 1910’da yayımlanan Finans Kapital kitabında Rudolf Hilferding, bugün hâlâ geçerli olan bir yaklaşım geliştirdi. Ancak sermayenin 1970’lerden bu yana geçirdiği finansallaşma sürecinin, Marksistlerin kapitalizmin tarihinin bu özel aşamasının işleyişini anlamak için kafa yormasını gerektirdiği açıktır. Birçok çağdaş Marksistin yaptığı da tam olarak budur. Marksistler, geleneklerinin zihinsel hazinelerini el üstünde tutmalı ancak yeni gelişmeler karşısında da değişiklik yapmaya hazır olmalıdır.

Pek çok çağdaş eleştirel teoride, işçi sınıfı artık merkezi “özgürleşmenin öznesi” konumunda değil. Bununla birlikte, pek çok toplumsal hareketin kalkış noktası artık sınıf değil, toplumsal cinsiyet ve ırk olsa bile bu hareketin üyeleri ortak maddi koşulu paylaşmaktadırlar. Bir başka ifadeyle, bunun farkında olsalar da olmasalar da onlar işçi sınıfının bir parçası. Size göre, bu hareketler gelecekte bir noktada birleşebilirler mi ve işçi sınıfı siyaseti canlandırabilir mi?

Kesinlikle. Stuart Hall’un dediği gibi bazı tarihsel bağlamlarda ırk, sınıfın belirli kesimleri tarafından öznel olarak deneyimlenme biçimidir. Aynısı toplumsal cinsiyet ve diğer politik kimlik biçimleri için de söylenebilir. Bununla birlikte bu, modern dünyada bütün toplumsal ilişkilerin “son kertede” sınıfa indirgeneceği anlamına da gelmiyor. Irk ve toplumsal cinsiyet ayrı ayrı “görece özerk” bir dinamiğe sahiptir. Bu, bütün ezilenlerin ortak bir hareket inşa ederek maddi bir çıkarı paylaştıkları anlamına gelir. Bu nedenle işçi hareketi, yirminci yüzyılın sonundan beri şiddetli krizler geçirse de şüphe yok ki kalıcıdır. İşçi hareketi, uzun tarihi boyunca pek çok kriz geçirmiştir.

Bugün bizim için zor sorular şunlardır: Birincisi, yirmi birinci yüzyılda işçi hareketinin ağırlık merkezi Küresel Güney’de mi olacak yoksa Kuzey’de mi kalacak? Güçlü işçi sınıfı hareketleri, ulusal özgüllükleriyle Çin’de, Hindistan’da, Güney Afrika’da ya da Brezilya’da yükseliyor. Öbür taraftan, Amerika’da ve bazı Avrupa ülkelerinde “demokratik sosyalizm” Bernie Sanders ve Jeremy Corbyn’in ya da Fransa’da Jean-Luc Mélenchon’un kampanyaları ile yeniden siyasi gündemde. Bu liderlerin ve hareketlerin kendi sınırları bulunmaktadır ve Marksistler onlara yönelik eleştirel bir tavır takınmalıdır. Ancak hepsinin bir şekilde sınıf dilini konuştuklarını ve bunu genellikle diğer söylemsel unsurlarla harmanladıklarını da kabul etmek gerekir.

İkinci olarak, işçi hareketi ne tür politik örgütler kurmalı? Yirminci yüzyıl boyunca devrimci partiler, evrildiler ve koşullara adapte oldular. Bir diktatörlükte ya da demokraside faaliyet göstermek, işçi hareketinin üstleneceği siyasi müdahalenin türü açısından büyük önem taşır. Kısacası, Lenin’in öncü partisi Togliatti’nin kitle partisi değildir. Peki, bugün söz konusu devrimci siyasi biçimler ne olabilir?

Kapitalizm ve doğa arasındaki ilişki hakkında, Nature Is A Battlefield başlıklı bir kitap yazdınız. Marksist perspektiften ekolojik krizi nasıl kavradığınızı biraz daha anlatabilir misiniz?

Ekolojik Marksizm, çağdaş Marksizmin John Bellamy Foster, Jason Moore, Daniel Tanuro, Andriana Vlachou, Michael Löwy, James O’Connor, Ted Benton gibi yazarlarla en ilgi çekici kısımlarından birisidir. Yeni bir çağın zihinsel zorluklarına uyum sağlama kapasitesi, bir siyasi geleneğin canlılığının değerlendirilebileceği ana kriterdir ve Marksizmin bu testi geçtiğinin oldukça açık olduğunu düşünüyorum. Teorik olarak, Marksizm bana bugün en ilginç dönemini yaşıyor gibi görünüyor. Sorun, Marksizmin popüler sınıflar üzerindeki siyasi etkisini kaybetmiş olmasıdır. Marksizm için hayati önem taşıyan teori ve pratik arasındaki bağ zayıflamış ve birçok ülkede tamamen ortadan kalkmıştır.

Marksizm ve çevre krizi arasında iki görme biçimi bulunmaktadır ve her ikisi de ilgi çekicidir. Bunlardan ilki, geri dönüp Marx’ı ve Marksist geleneği okumak, ardından kapitalizmin getirdiği ekolojik felaketler konusunda oldukça açık bir farkındalığa sahip olduklarını göstermektir. Örneğin, John Bellamy Foster’ın Marx’ın Ekolojisi adlı müthiş kitabında yaptığı şey budur.

Ya da Marksist kategorileri – değer, sınıf, fetişizm, emperyalizm… – çevre krizini daha ampirik bir şekilde anlamlandırmak için kullanabiliriz. Bu da genellikle onları Marx’ın doğal olarak bilmediği günümüz gerçekliğine uyarlamayı gerektirir. Nature is A Battlefield adlı kitabım ile Ekolojik Marksizm’in ikinci kısmına katkı yapmayı denedim.

Örnek vermek gerekirse, kapitalizm ve doğa arasındaki ilişkide sık sık gözden kaçırılan kritik nokta asla dolaysız olmamalarıdır. Bunlar, her zaman Devlet tarafından dolayıma sokulmaktadırlar. Marx’ın Grundrisse’de söylediği gibi, “Dünya pazarını yaratma eğilimi doğrudan sermaye kavramının kendisinde mevcuttur.” Bununla birlikte, dünyanın her tarafında dolaşıma girmek için metaların altyapıya ihtiyacı vardır: taşımacılık ve iletişim araçları ya da enerji sistemleri. Bu altyapılar eş zamanlı bir şekilde doğayı yok eder ve üretir.

Peki, bu altyapıların inşasından, bakımından ve yenilenmesinden kim sorumlu? Genellikle Devlet. Böylece kapitalist Devlet, egemen sınıfların elinde güçlü bir doğa üretim aracı olarak görülmelidir. Bu aracın amacı, Marx’ın “üretim koşulları” dediği şeyi garanti altına alarak kapitalizmin mantığını gezegene yaymasına yardımcı olmaktır.

Böylece, Devletin kapitalist değer biçme süreçleriyle bağlantısını koparmak için ilerlemeci ve devrimci hareketlerin hedeflerinden birisi, Devletin kontrolünü geri kazanmak ve onu demokratikleştirmek olmalıdır.

Birkaç ay önce yazdığınız bir makalede, Onet grevcilerinin Gramsci’nin hakiki varisleri olduklarından söz ettiniz. Bu ne anlama geliyor?

Tuhaftır ki, Gramsci geçtiğimiz dört ya da beş yılda Fransa’da moda oldu. Ancak, kötü anlamda. Siyasetçiler ve ana akım gazeteciler, Hapishane Defterleri’nden belirli bölümleri, özellikle de “kültürel cephe”, fikirlerin “kültürel savaşı”nı yürütme ihtiyacı ve kriz zamanlarında ortaya çıkan “hastalıklı fenomenler” ile ilgili olanları alıntılamayı ya da yanlış alıntılamayı alışkanlık haline getirdiler.

Diğer ülkelerde olduğu gibi Fransa’da da, sağ-kanat güçler ve entelektüeller Gramsci ile ilgilendi. Aşırı sağın [Nouvelle droite] arkasındaki esas düşünür Alain de Benoist, 1980’lerde “Sağ Gramscicilik İçin” başlıklı bir makale kaleme aldı. Benoist, bu makalede, 1968 hareketlerinden sonra iktidarın yeniden ele geçirilmesi için, sağ ve aşırı sağın öncelikle “kültürel” savaşı kazanması gerektiğini ilan eder. Onun “metapolitika” konseptinin arkasındaki temel fikir tam da budur. Bunun yanı sıra, Alain de Benoist’in Amerika’daki “Alt Right” hareketi üzerinde büyük bir etkisi olduğunu da belirtmek gerekir.

Bu politikacı ve entelektüellerin tamamı, Gramsci’nin Marksist ve modern dünyaya dair bakış açısının sınıf temelli olduğu gerçeğini unutuyorlar. Gramsci için, “kültürel cephe” “ekonomik cephe” ve “politik cephe”den ayrı bir şekilde düşünülemez.

Onet, bir Fransız temizlik şirketi. 2017 yılında işçilerinden bazıları Paris’in kenar mahallelerinde düşük ücret ve kötü yaşam koşulları karşısında greve başladı. İçlerinde sadece fakir işçiler yoktu; çoğu Fransa’ya yeni gelmiş göçmenlerdi ve bazıları kaçaktı. Grev sırasında, Le Monde Diplomatique’te bir makale yayınladım ve Gramsci’nin bugün hayatta olsaydı tüm enerjisini bu işçileri desteklemek için harcayacağını söyledim. Onet işçileri, hakkında daha önce konuştuğumuz yeni işçi sınıfını temsil etmektedir. Gramsci her zaman anti-kapitalist praksisin yeni biçimlerini gözetlerdi. Ona göre “kültürel cephe”, nihai hedefi kapitalizmin üstesinden gelmek olan daha geniş devrimci bir siyasetin parçasıdır.


*İspanyolca aslından yapılan İngilizce çevirisi 2018’de yayımlanan bu söyleşi, Bartu Şanlı tarafından, versoblog’daki versiyonu baz alınarak, textum için Türkçeye çevrilmiştir.