Küba Komünist Partisi 8. Kongresi: Güncel Durum ve Perspektifler

Küba Komünist Partisi 8. Kongresi, 16-19 Nisan tarihleri arasında gerçekleşti. Fidel Castro’nun ardından devlet başkanlığı görevini üstlenen Raúl Castro’nun, partinin genel sekreterliği görevini de yeni devlet başkanı Miguel Díaz-Canel'e bıraktığı bu kongre, aynı zamanda Küba’da 1959’da başlayan “Castro Dönemleri”nin de sonu anlamına geliyor. Küba’nın içinden geçtiği yıkıcı ekonomik kriz ve devrimin geleceği açısından oldukça dikkat çekici olan bu kongre üzerine Kübalı Marksist tarihçi ve komünist Küba yayınlarının dijital arşivciliğini yapan Frank García Hernández’in, La Izquierda Diario’dan Diego Dalai’nin sorularını cevapladığı bu röportaj, kongrede öne çıkan temel dinamiklerin başarılı bir özetini sunuyor.

Raúl Castro, Küba Komünist Partisi 8. Kongresi'nde konuşuyor

Kongre, nasıl bir ekonomik bağlamda gerçekleşti?

Yaklaşık olarak 30 yıldır görülmemiş bir kriz, ekonomik bağlamın esas belirleyicisiydi. Covid-19 sebebiyle 2020 yılında Küba, 3.189.638 turistten sağlayacağı geliri kaybetti. Bu rakam bizlere 2019’a kıyasla %76,4 oranla daha az yabancının kıtayı ziyaret ettiğini söylüyor. Ekonominin temel lokomotifinin turizm olduğu bir ülke için, oldukça ağır olan rakamlardan bahsediyoruz. Gayrisafi Yurtiçi Hasılanın (GSYH) %11 oranında düşmesinin nedenlerinden birisi bu durumdu. Böyle bir oran, 1990’lar krizinin zirve yaptığı, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa Sosyalist Bloku’nun çözülmesinden kaynaklanan ve bu sebeple Özel Dönem Krizi olarak adlandırdığımız 1992 yılında görülmüştü.

Aralık 2019’da parlamentoya sunduğu bilgilendirmede Ekonomi Bakanı Alejandro Gil, 2020 yılında GSYH’da %1’lik bir büyüme için 4.5 milyon turistin ülkeye giriş yapması gerektiğini söylüyordu. Bu rakama erişmek şöyle dursun, Küba 3.189.638 turist kaybetti. %1 oranında bir büyüme için Küba’nın ihtiyaç duyduğu bir diğer gereklilik de uluslararası piyasalarda fiyat istikrarıydı. Bunun tam aksine, alının sağlık önlemlerinin sonucu olarak ekonomik faaliyetlerin donduğu uluslararası düzeyde bir ekonomik kriz gördük. Latin Amerika’nın bütün ülkeleri ve özellikle de kıtanın lokomotifleri olan Arjantin, Brezilya, Meksika ve Şili, GSYH’da oldukça ciddi düşüşler yaşadı. Bütün bu gelişmelerin Küba üzerindeki etkisi, oldukça yıkıcı oldu.

Elbette günümüz krizi ve Özel Dönem Krizi arasında farklılıklar olsa da, günümüz krizini “sosyalist kamp” olarak andığımız Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nin 1989 ve 1991 yılları arasında yaşanan çözünmesi ile ortaya çıkan ve Küba ekonomisi üzerinde yıkıcı etkileri olan kriz ile karşılaştırmanın nedenleri var. Küba’nın ticari faaliyetlerinin %85’i bu blok ile gerçekleştiriliyordu. Günümüz krizinde herhangi bir ticari bağımızı kaybetmemiş olsak bile, ticari ilişkilerimizi sürdürdüğümüz bütün ülkeler krizde. Büyüme açıklayan Çin’i bu değerlendirmenin dışında tutmalıyız fakat bu durum da Küba’nın ekonomisini rahatlatmıyor.

Aslına bakarsanız günümüzde durum daha da karmaşık bir hâl alıyor. 1992 yılında, Küba’da bir burjuvazi yoktu; fakat günümüz gerçekliğinde[1], Küba’da özel piyasa özellikle servis sektöründe yoğunlaşıyor ve dolayısıyla işçi sınıfının ihtiyaçlarını doğrudan etkiliyor. Burjuvazi, gastronomi sektöründeki faaliyetlerine devam edebilmek için oldukça yüksek miktarda gıda ve temizlik malzemesi kullanıyor. Bu durumda ortaya bir tezat çıkıyor: Özel restoranlarda daima et bulunabilirken; işçi sınıfının karne ile verilen ve yalnızca birkaç kilo olan eti satın alabilmek için saatlerce sırada beklemesi gerekiyor. Aynı zamanda hesaba katılması gereken bir önemli nokta daha var: Kaybedilen 3.189.638 turistten elde edilen döviz geliri, hükümetin ülke dışından yiyecek satın almak için ayırdığı bütçe ile eşit. Tükettiği gıdanın %80’ini yurtdışından ithal eden bir ülke için akıl almaz çarpıcılıkta olan bir durumdan bahsediyoruz. Bütün bu gerçekliğin üzerine, bir de Küba’ya uygulanan abluka dahil edilmeli. Trump’ın dayattığı yaptırımlar oldukça yıkıcıydı ve Biden, bu yaptırımların hiçbirini kaldırmadı.

2021 yılına baktığımızda, GSYH’da %7’lik bir büyüme öngörülüyor olmasına rağmen nüfusun ve özellikle de işçi sınıfının, yaşanan ekonomik darbeyi 2020 yılına kıyasla çok daha sert bir biçimde hissedecek olduğu bir gerçek çünkü 2020 yılı boyunca, 2019’da elde ettiğimiz ekonomik rezervlere sahiptik. 2021’in rezervleri ise 2020 yılından geliyor. 2020’den devraldığımız tek şey eksi %11’lik bir ekonomik düşüş. Ayrıca 2020 yılında ‘Regülasyon Görevi’[2] henüz yürürlüğe konmamıştı. Döviz kurunun (24 Küba pesosu 1 Dolara eşit olacak şekilde) yeniden ayarlanmasını içeren bu görev, 1 Ocak 2021 tarihiyle yürürlüğe kondu ve enflasyonda ciddi bir artışa neden oldu. Karaborsada 1 dolar, 50 Küba pesosuna eşitken, resmi döviz bürolarında 1 dolar, 24 Küba pesosuna eşit. Her ne kadar “Regülasyon Görevi”nin hayata geçirilmesi ile birlikte kamu sektöründeki fiyat artışının düzenlenmesi ve düşürülmesi büyük ölçüde gerçekleştirilmiş olsa da yaşanan fiyat artışı işçi sınıfını yıkıcı bir şekilde etkilemeye devam ediyor. Söz gelimi, Havana’daki kamusal toplu taşıma ücreti %500 artmış durumda. ‘Regülasyon Görevi’ aynı zamanda sosyal politikalarda kesintileri de içeriyordu, ya da ülke yönetiminin kullandığı dil ile söylersek “gereksiz bahşiş” diye anılan giderlerin ortadan kaldırılması da bu görevin bir parçasıydı. Bu noktada da Raúl Castro’nun Küba Komünist Partisi 8. Kongresi’nin açılışında okuduğu parti raporunu hatırlamakta fayda var. Raúl Castro bu konuşmasında, 1 Ocak tarihinden beri uygulanan ekonomik önlemlerde “bu önlemlerin uygulamasından sorumlu olan kadro ve yetkililerin politik hassasiyet eksikliği” olduğunu ve bu eksikliğin de “yüksek fiyatlar ve elektrik, su, gaz, işçi sınıfının öğünleri[3] gibi kamu hizmetlerinde uygulanan vergilendirmeden doğan hoşnutsuzlukların oluşması”na neden olduğunu dile getiriyor. Kesin olan nokta, 1 Ocak tarihinden beri hükümetçe uygulanan yüksek vergilendirmeye dayalı fiyatlandırmaların büyük bölümünde dikkate değer bir düşüş sağlandığı; ancak başka alanlarda yüksek fiyatların hâlâ gerçekliğini sürdürüyor olduğudur.

Eleştirel aydınları, devrim düşmanı ya da hükümetin güçlü bir biçimde vurguladığı üzere emperyalizm tarafından maaşları ödenen bir grup ajan olarak görmek mümkün değil. Üstelik 27N’nin bir parçası olmayan, beni de dahil edebileceğimiz pek çok komünist var fakat bizler de bir aydın için temel değerler olan sansür ve yaratıcı serbestlik söz konusu olduğunda çeşitli farklılaşmalar gösteriyoruz.

Peki ya kongrenin gerçekleştiği politik bağlam hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Bahsettiğim bu ekonomik kriz, kıtlığın artması, yukarıda belirttiğim hatalar ve diğerleri elbette ki siyasi alanda da kümülatif olarak biriken bir gerilim yarattı. Hatta sanırım şöyle söyleyebilirdim: Bütün bu arka plan, hükümetin siyasi meşruiyetinde belli bir çatlağa neden oldu. Bu durumun ortaya çıkmasında 27 Kasım’da yaşanan, yaklaşık 300 aydın ve sanatçının oluşturduğu bir grubun sansüre karşı olan bir dizi talep ile Kültür Bakanlığı önünde gerçekleştirdikleri oturma eyleminin de etkisi oldu. Bu eylemi takiben, bakan yardımcısı, grup içinden 30 kişiyle görüşmeyi kabul etti ve 28 Kasım tarihinde sabaha karşı vakitlerde, bu grup ile Kültür Bakanlığı arasındaki diyaloğun süreceğini taahhüt eden bir yol haritası oluşturuldu. 28 Kasım akşamında, başkan yardımcısı kamu televizyonuna ait haber programının en çok izlendiği saatte bir müdahalede bulundu. Bu durumda aydınlar, sanatçılar, Kültür Başkanlığı ve genel olarak hükümet arasında yeni bir diyalog oluşacağa benziyordu. Aynı zamanda sansür ve yaratıcı serbestlik konusunda hükümet politikası açısından bir farklılık olacak gibiydi ancak hareketsizlik de dahil olmak üzere belli faktörler, bu müzakerelerde elde edilenlerin ciddi şekilde gerilemesine sebebiyet verdi. Çizilmiş olan yol haritası, bir haftadan kısa bir sürede silinip gitti. Gelinen noktada yaşanan durum, Julio César Guanche ya da Ariel Dacal gibi sağcı Küba muhalefetiyle hiçbir ilgisi olmayan eleştirel entelektüellerin üzerindeki sansür ve tacizin artması oldu. Üstüne üstelik aydınlarla bağlantılı olan bloglar  ve diğer önemli devlet dışı medya organları, karşı-devrimciler olarak damgalandı. Bu noktada açık bir biçimde sosyalist karaktere sahip La Joven Cuba örnek olarak gösterilebilir. Ek olarak sivil toplumun bir kısmı da karşı-devrimci olarak işaret edildi, ki bu noktada da özellikle LGBTIQ+ hakları için aktivizm yapan kısım veya onun temel yayın organlarından olan ve açık bir biçimde Marksist metinler yayınlayan Tremenda Nota’dan söz edebiliriz.

Bu durum, homofobik bir politikaya değil; hükümetin öngörülemeyen yeni bir sivil toplum sektörü ile başa çıkmaktaki yetersizliği. Belli bir sivil toplum sektörü, piyasadaki özel sektörün genişlemesi ile ortaya çıktı. Açık konuşmak gerekirse sivil toplum, burjuvazidir. Burjuvazinin yeniden doğuşu ve genişlemesi onun kendisine ait kültürünü, kendi politik dinamiklerini ve dolayısıyla sivil toplumun genişlemesini ifade eder. Hayır, bahsettiğim bu aktivist kolektifler ve onların basın araçları, burjuvaziyi temsil etmiyor ve evet, bu kolektifler burjuvazinin yeniden doğup büyümesinin yarattığı sivil toplumun kaçınılmaz genişlemesinin bir sonucu. Bu durum kaçınılmaz, tarihsel ve sınıf mücadelesine içkin bir olgu. Aktivist kolektiflerin oluşturduğu bu yeni sivil toplum sektörü ile Devletin ilişkisi iki şekilde olabilir: ya bu yeni dinamiği siyasi projenin içerisine entegre edersiniz; ya da onu düşmanlaştırırsınız ve onunla savaşmaya başlarsınız. Hükümet ile sivil toplum içerisinde yeni oluşan bu sektör arasındaki ilişki de büyük ölçüde ikinci hattı takip ediyor. Bu durumun elbette ki sosyalist projenin siyasi meşruiyeti üzerinde ciddi bir etkisi var. Anti-komünist propaganda, Marksizmin sansür anlamına geldiği söylemini yeniden üretecek gerçekler buluyor ve bu bir yanlış.

Kültür Bakanlığı önünde yapılan eylemden bir fotoğraf

Bu gelişmelerin ardından, 27 Kasım’da Bakanlık ile görüşen bir grup sanatçı birleşerek 27N adını verdikleri oldukça ilginç bir platform kurdular. Çok kısa bir süre önce, -Lenin’in adlandırdığı haliyle- demokratik reformlar talep eden bir manifesto yayımladır. Bu grup, benim adına “yeni kültürel muhalefet” adını verdiğim oldukça ilginç bir fenomen inşa ediyor. İşin daha da ilgi çeken kısım şu ki, 27N feminist bir platform olmamasına rağmen, platformun ana figürleri kadınlardan oluşuyor ve hiçbir figürün diğeri üzerinde bir dominasyonu söz konusu değil. Özetlemek gerekirse karşımızda üç açıdan oldukça yenilikçi bir fenomen var: Bir ilk olarak 300’ün üzerinde aydın ve sanatçı 27N’de söylendiği şekliyle kültürel muhalefet platformu kuruyor; bir topluluk karakterine sahip bu platform, özellikle feminist olmamasına rağmen kadınlar ana politik projenin yürürlüğe koyucuları oluyor. Hetero-patriyarkal siyaset içerisinde kadınların bir azınlık olarak belli bir grubun parçası olması, aynı zamanda bu hetero-patriyarkal siyasetin meşruiyetini de yeniden üretir fakat bu örnekte bu durumun tam tersini görüyoruz. Bu hareket içerisinde, politik erkek yalnızca bir eklenti, ki bana sorarsanız bu eklenti, aynı zamanda politik erkeklikle beraber gelen liderlik ruhunun sonucu olarak 27N’ye zarar verecek aksiyonlara da neden oldu. Elbette ki bu söylediğim, yalnızca benim fikrim. 27N’nin temel odağının demokratik reformlar olduğunu söylediğimde, burada piyasa özgürlüğü de dahil olmak üzere daha fazla yurttaşlık hakkı, yaratıcı serbestlik, sansürün bastırılması gibi çağrılardan bahsediyorum. Her ne kadar bu grup, aydın ve sanatçılar arasında önemli bir etki yaratmayı başarmış olsa bile, bu durum eleştirel sanatçı ve aydınların yalnızca 27N çevresinde toplandığı anlamına gelmiyor. Üstelik 27N’nin Havana’da bulunan bir platform olduğunu da unutmamak gerekir. Kendilerinin yayınladığı manifestoya göre, 300 aydın ve sanatçıdan bahsediyoruz. Açık bir biçimde kendilerinin de bu manifestoda söyledikleri üzere, 27N içerisinde her türden ideoloji mevcut. Dahası 27N’nin perspektifinden, yayımlanan manifesto ile bile ciddi farklılıklar söz konusu olabilir, ki bu durum onlara göre 27N’i güzel kılan şey. Öte yandan, 27N içerisinde sosyalist bir hat oluştuğunu ve ardından bu hattın, 27N sosyalist bir karakter kazanana kadar genişlediğini görmek oldukça ilgi çekici olurdu. Böyle bir senaryoda, Küba için benzersiz bir durum ortaya çıkardı: 300’ün üzerinde aydın ve sanatçı, “bizler de sosyalizm inşa etmek istiyoruz, ancak ülke yöneticileri tarafından önümüze koyulan sosyalizmle ciddi farklılıklarımız var” demiş olurlardı.

Eleştirel aydınları, devrim düşmanı ya da hükümetin güçlü bir biçimde vurguladığı üzere emperyalizm tarafından maaşları ödenen bir grup ajan olarak görmek mümkün değil. Üstelik 27N’nin bir parçası olmayan, beni de dahil edebileceğimiz pek çok komünist var fakat bizler de bir aydın için temel değerler olan sansür ve yaratıcı serbestlik söz konusu olduğunda çeşitli farklılaşmalar gösteriyoruz.

Üstüne üstlük bütün bu dinamikler, 11,5 milyon nüfusu olan Küba’da, 4,4 milyonun telefonları aracılığıyla internete erişebildiği, 5,5 milyonun ise en az bir sosyal medya hesabına sahip olduğu ve internetin Küba toplumunun %63’üne yayıldığı bir gerçeklikte ortaya çıkıyor. 27N’nin sosyal medyadaki etkisi, üzerine düşünülmesi gereken bir nokta. 27N’nin en göz önünde olan üyeleri veya Carolina Barrero gibi yol arkadaşları üzerinde uygulanan taciz politikaları sistematik şekilde artıyor ve bu haberler, her gün sosyal medya üzerinden yayılıyor. 27N ve yol arkadaşlarının sürdürdüğü faaliyetlerden ziyade, kendilerine yöneltilen taciz politikalarına verdikleri tepkilerden dolayı tanınır olduğu bir noktaya ulaştık. Bütün bu yaşananlar 27N için zararlı olduğu kadar, eleştirel aydınlar, hükümet ve ötesinde sosyalist proje için de zararlı çünkü hoşgörüsüzlüğün büyüdüğü bir ortam ortaya çıkıyor. Hâlihazırda krizde olan bir toplumda gerilim mütemadiyen yükseliyor, sansür artıyor ve bütün bunlar uygulanan anti-komünist propagandayı daha da pekiştiriyor.

Raúl Castro’nun ayrılışı, hâlihazırda uygulanan ve uygulanacak olan reformlar açısından bir ilerleme anlamına gelecek mi?

Raúl Castro, merkez komitesi raporunu paylaştığı konuşmasında, oldukça önemli bir yönelimin ana hatlarını da vurguladı. Özel piyasayı güçlendiren son ekonomik politikalarla ilgili olarak, bu bahsettiğim rapor şöyle yazıyor: Yürürlüğe koyulan ve özel sektörü güçlendiren son ekonomik reformlar, “kapitalist restorasyon ve halk mülkiyetine ait olan temel üretim araçları üzerinde kitlesel bir özelleşme hayali kuranlar nezdinde yetersiz olarak değerlendirilmiştir.” Bu noktada, Küba’da özel piyasayı güçlendirme ve genişletme hayali kuranlara yapılan ciddi bir uyarı var. Partinin en üst düzeyi, bu hayali kuranların aksiyonlarını “kapitalist restorasyon” çabası olarak nitelendiriyor.

Rapor aynı zamanda, “bencillik, açgözlülük ve daha yüksek gelir elde etme arzusu”na karşı da bir uyarı içeriyor. Raúl Castro bu gibi duyguların, “bazı insanlarda sosyalist bir toplumun temelini ve özünü yok edebilecek bir özelleştirme sürecinin başlaması arzusunu teşvik ettiğini, (…) [ve] bu gibi konuların, parti yönetimi ve parti üyeleri açısından herhangi bir kafa karışıklığı ve herhangi bir toyluk gösterilmeyecek” konular olduğunu dile getirdi. Bu sözler oldukça çarpıcı bir eleştiri. Eleştirinin yöneltildiği hedef ise Çin’den kopyalanan iktisadi politikaların uygulanmasını destekleyen kamu sektörü.

Raúl Castro yaptığı konuşmada, devletin sahip olduğu dış ticaret tekelinde oluşabilecek herhangi bir zayıflama ihtimali tartışmalarına da tamamıyla son verdi -ki bu nokta oldukça kritikti. “Devlet-dışı bir iç ticaret sisteminin kurulması yoluyla özel ve ticari ithalata izin verilmesini talep eden”, ve “sosyalist bir ilke olan Devletin dış ticaret üzerindeki tekelini kırmayı bekleyenler” olduğunu söyledi. En azından önümüzdeki beş sene boyunca, radikal ekonomik reformlar konusunda ısrarcı olan Çin destekleyici sektörün beklentilerinin durdurulacağı söylenebilir. Dolayısıyla bu beş sene, ülke ekonomisi ve siyasetinin hangi yöne gideceği konusunda belirleyici olacak. Ocak 2021’de uygulanan politikalar, pek çoğumuza Devletin dış ticaret tekelini kaybedileceği ve özel piyasanın, ülke ekonomisinin stratejik sektörlerine de yayılabileceğini düşündürmüştü; fakat böyle bir senaryonun tam tersi olacak gibi gözüküyor. Bu açıdan bakınca, rapor bize şahane bir haber veriyor çünkü dış ticarete yönelik bu tutum Kongre Raporu’nda yer aldığı ölçüde, parti başkanlığından ayrılan ve pek yakında ömrünün sonuna gelecek olan Raúl’un sözleri niteliğini aşıyor ve partinin dış ticarete yönelik tutumunun oldukça net olduğunu söylüyor. Tabii ki her sorunun çözüme kavuşturulduğunu söylemeye çalışmıyorum. Şu an için yenilgiye uğratılmış olsa bile yeniden gün yüzüne çıkmaya çalışacak bir sektör gerçekliğini koruyor. Üstelik burjuvazi hâlihazırda zaten mevcut. Göründüğü gibi, burjuvazinin genişlemesinden iktisadi çıkarları olacak bir grubun varlığından da bahsedebilmek mümkün.

Yeni ABD yönetiminin Barack Obama dönemine benzer yaklaşımlar geliştirebileceğine dair herhangi bir beklenti mevcut mu?

Demokrat Parti’nin seçimler için hazırlamış olduğu platformun Küba’yı ilgilendiren bölümünde herhangi bir siyasi düşmanlık tavrı olduğunu anımsamıyorum. İlgili bölüm, yeni yönetimin ABD halkının kaybettiği çıkar ve yatırımları kurtarmak için çalışılacağını söyleyerek başlıyor. Burada ifade edilen elbette ki Küba’da yatırım yapan iş insanları ve burjuvazi, ki kendileri Trump döneminde ağır darbe almıştı. ABD ve Küba ilişkilerinin pozitif açılardan zirve yaptığı 2015-2016 yılları arasını hatırlarsak, Küba’nın bu dönem %6 büyüdüğünü ve tarihinde ilk kez 4 milyon turist sayısına eriştiğini not düşmeliyiz. Açık konuşmak gerekirse hâlihazırda iş dünyası ile ilişki kurmakla uğraşan Biden’ın, ilerleyen dönemde yavaş yavaş Küba’ya yaklaşacağından şüphem yok. Bu yakınlaşmanın sebebi tabii ki Biden’ın Küba’ya olan ilgisi olmayacak. Tam tersine, Trump dönemi boyunca Küba’ya yaptığı yatırımları kaybeden ve bu sebeple kendisine oy veren burjuvazi ile birlikte hareket ettiği için bunu yapacak. Bir yandan Miami’nin sağ kanadının ekonomik baskılar, ablukayı arttırma, ülke içi yıkıcılığı destekleme gibi yollarla Komünist Parti’yi devirmeye çalıştığını biliyoruz ve bu kanat elbette ki Küba ile olan ilişkilerde herhangi bir normalleşme istemiyor. Diğer yandan ise Trump’un takip ettiği politikadan dolayı zarar gören, yüklü miktarda para ve varlık yatırımında bulunmuş kesimlerin de gittikçe büyüyen ve şiddetlenen baskısı mevcut. Bu iki tezat kutbun üzerine, Çin ve Rusya ekonomisi tarafından tamamen doldurulmadan önce Küba ekonomisi içerisinde kendisine güçlü bir konum kapmaya yönelik bir ilgi de mevcut. ABD kanadı açısından Küba marketi, pratik anlamda oldukça el değmemiş ve kendilerine coğrafi olarak oldukça yakın ve üstelik, Küba hükümeti de kendileri ile ekonomik düzlemde ilişkiler kurmaya istekli duruyor.


[1] La Izquierda Diario’nun dipnotu: Röportajcı Frank García Hernández, burada Marksist “üretim araçlarının mülkiyeti” tanımını takıp ederek, toplumun varlıklı kesimlerine işaret ediyor. Bu kesim restoran ve diğer ticari (küçük) dükkanlara sahip olan ve buralarda maaşlı olarak çalışanların emeklerini sömüren insanlara tekabül ediyor.

[2] Çevirmenin Notu: Küba’da verilen adıyla la Tarea de Ordenamiento. Olivia Marín Álvarez’in kaleme almış olduğu ayrıntılı bir özet için bkz. Álvarez (2021). Todo lo que necesitas saber de la Tarea Ordenamiento. Periodismo de Bario. Resmi gazetede yayımlanan karara erişmek bkz. Decreto-Ley No. 17 De La Implementación Del Proceso De Ordenamiento Monetario (2020, 10 Aralık). Resmi Gazete, Sayı 68.

[3] Çevirmenin Notu: Belli bir menü üzerinden günlük olarak Küba halkına sunulan yemek hizmeti. Ayrıntılı bilgi için Küba resmi kaynağına ait olan şu linke bakılabilir: https://www.mfp.gob.cu/inicio/noticia.php?id=590


*18 Nisan 2021 tarihinde La Izquierda Diaro’da yayımlanan bu söyleşiyi Kübra Altaytaş textum için Türkçeye çevirdi.