Marnie Holborow: “Kapitalizm ve Ev”

Koronavirüs krizi evin toplumsal rolüne bir ışık tuttu. Ve toplum bu durumdan epey fena bir şekilde çıkıyor.

Fotoğraf: UNDP Regional Bureau for Europe and Central Asia

“Evde Kal” çağrılarını, televizyonun karşısına uzanmış, bir yandan hükümetlerin gece saatlerine denk düşen açıklamalarını beklerken; diğer yandan da radyo ve sosyal medyaya kulak kabartmış bir halde kucakladık.

Her ne kadar evde kalmanın mantığı pandeminin şiddetli saldırısına karşı güvende kalmak olsa da, bu davranış aynı zamanda krizle birlikte çözülmeye başlayan kimi genel kabul görmüş toplumsal varsayımlara da dayanmakta.

‘Ev’ kavramı sayısız sembolizmi de beraberinde getirir: teselli edicidir, koruyucudur, yalnızca size ve ailenize ait olandır, özel hayatınızın biricikliğini sağlayandır. Üstelik ev kavramıyla özdeşleşen bu tip tanımlamalar, bazı anlarda bazılarımız için gerçeklik kazanmış bile olabilir.

Fakat kapitalizm koşullarında ev, birçok insanın ulaşamadığı pahalı bir meta haline gelmiş durumda. Son on yıl içinde evsiz insan sayısı çarpıcı şekilde arttı. Tahminlere göre geçen sene Avrupa Birliği’nde, 700.000’in üzerinde insan, en az bir gecelerini ya sokakta ya da acil durum konaklaması imkânı sunan yerlerde uyuyarak geçirmiş: bu, on yıl önceki rakamlara kıyasla %70 oranında bir artışa işaret ediyor.

Gençler ve hatta otuzlarını yaşayan insanların çoğu, ebeveynlerinin evlerinden ayrılmayı ücretlerinin düşüklüğü ve kiraların yüksekliği nedeniyle göze alamıyor. Artık yalnızca çocuklar değil yetişkinler de hüsranın ve gerilimin eksik olmadığı, anne/babalarıyla aynı evi paylaşmaya devam ediyor.

Ev evrensel bir kavram değildir; kişinin toplumsal sınıfına bağlı olarak şekillenen büyüklük, imkânlar ve alan gibi özelliklerinin etkisiyle, farklı biçimlerde deneyimlenir. COVID-19 ve evden öğrenimin beraberinde getirdiği sorunlar, bu eşitsizlik uçurumunun ne kadar derin olduğunu gözler önüne serdi.

Ev, ayrım gözetmeden huzur veren bir sığınak da değildir. Pandemi dönemi boyunca %30 oranında artan ev içi şiddetin de gösterdiği gibi ev, kaba kuvvetin ve dehşetin hüküm sürdüğü bir yer de olabilir. Konut yetersizliğinden dolayı pek az insan evini terk etme seçeneğine sahip. Mevcut imkânların ve kadın sığınma evlerinin azlığı, birçokları için gidilebilecek başka hiçbir yer olmadığı anlamına geliyor.

Ana akım öğretide, “ev” kavramı özel hayatın ve bireyselliğin tamamen özgürce yaşanabildiği bir mekâna işaret ediyor. Fakat gerçekte, özel hayat ya da bireysel tercihler olarak sunulan ve evin mekânsallığı ile örtüşen şey ise yemek pişirmek, çamaşır-bulaşık yıkamak, temizlik yapmak, çocuklarla ilgilenmek, tamir ve onarım işleri ile uğraşmak dışında bir şey değildir. Üstelik bahsi geçen bu işlerin pek çoğu, herhangi bir ülkedeki herhangi bir evde hemen hemen benzer saatlere denk düşecek şekilde gerçekleşir.

Pandemi döneminde, tüm bu iş yükünün katlandığını da vurgulamak gerekir.

Bir de buna ek olarak, insanların evden çalışmaya devam etmek zorunda olduğu hesaba katılmıyor bile. Mevcut Fine Gael/Fianna Fáil hükümetinin hazırladığı taslak programı, 2021 yılında kamu sektörü işverenlerini ve üniversiteleri %20 oranında evden ve uzaktan çalışmaya zorluyor. Evden çalışmak bazıları için elverişli olsa da diğerleri için yeni baskılar oluşturmakla sonuçlanabiliyor. Kutu gibi bir alanda çalışmaya devam etmenin getirdiği bazı zorluklardan bahsedebiliriz: yapılan işi, öngörülen hedef kılıfına uydurmak için daha çok baskı uygulanması; işin kolektif yapısını kaybedip bireyselci ve de atomize olmuş bir yapı kazanması gibi.

Okulların kapanmasıyla birlikte çocuk bakımı, gerisingeri ebeveynlerin tümüyle evde baş etmek zorunda kaldığı biçimine döndü.

Koronavirüs krizi evin toplumsal rolüne bir ışık tuttu. Ve toplum bu durumdan epey fena bir şekilde çıkıyor.

Bakım Hizmetleri ve kapitalizm

Pandeminin yarattığı olağandışılıktan uzak gündelik hayatımızda dahi çocuk bakımının yükünü çeken asli mekânın “ev” olduğunu söylemek mümkün. NERI’nin (Nevin Ekonomik Araştırma Enstitüsü) yakın zamanda yayımlanan araştırmasına göre, İrlanda Cumhuriyeti’nde çocuk bakımı, %50 oranıyla aileler tarafından sürdürülüyor. %34 oranında çocuk bakıcısı, %25 oranındaysa kreş, oyun grubu veya okul sonrası grupları aynı görevi üstlenmekte. Üstelik bazı çocuklar birden fazla çocuk bakımı türünün birlikte yürütülmesiyle büyütülüyorlar. Kuzey İrlanda’da da ise çocuk bakımı, %47 oranında aile, %26 oranında kreş, %18 oranında kreş-dışı kurumlar ve %4 oranında ise çocuk bakıcısı tarafından üstleniliyor.

Üstelik bu durum işgücüne katılan kadınların sayısı arttığı halde böyle. Pandemi halinde çocuk bakımının bir sorun olarak bu denli göz önüne serilmesi zorunlu sektörlerde çalışan işçilerin büyük çoğunluğunu kadınların oluşturmasından kaynaklanıyor.

Kapitalizm, işlerin tıkırında gidebilmesi için bakımın evde yürütülmesine muhtaç.

Ayrıca, kapitalizm üretim sürecinin ve sunulan hizmetlerin devamlılığını sağlamak için daima sabit bir işgücü arzına ihtiyaç duymaktadır. Başka bir deyişle, çalışmak için hazır bekleyen insanlar olmaksızın kapitalizm karlılığını sürdüremez. Bahsi geçen işgücü arzı; eğitim, sağlık ve türlü sosyal hizmetler ile desteklenen hane halkı tarafından temin edilmektedir. Gönüllülük esasına dayanan ev-içi bakım hizmetini yukarıda sıraladığımız hizmetlerden farklı kılan ise onun ücretsiz bir biçimde yürütülüyor olmasıdır.

Bir yandan ücretlendirme sistemi ve maaş seviyeleri, emek piyasasında ihtiyaç duyulan nitelikler ve kişinin kalifiye özellikleri ile doğrudan ilişkili. Fakat diğer yandan kişilerin ödemekle yükümlü olduğu kira, ev kredisi, faturalar, mutfak giderleri, sosyal aktivite harcamaları gibi giderlere de oldukça bağımlı.

Son zamanlarda daha açık bir şekilde görünür olan bir gerçeklik mevcut: emekçilerin reel ücretleri temel ihtiyaç giderlerini bile gideremeyecek bir seviyeye gerilemiştir. Saatlik ücretler ve maaşlar, emekçinin ellerinden çıkmış olan işin, toplumsal değerinden bağımsız olarak; işverenin uygun gördüğü “işin ederi” üzerinden belirleniyor. Kapitalist sömürü dediğimiz şey, tam da bu ikilikte hayat buluyor.

Marksist literatürün içerisinden ifade etmek gerekirse emek-gücünün değeri, kendisini yeniden üretmek için gerekli olan emeğin ederidir. Fakat bu ücret, emekçinin çalışma saatleri içerisindeki toplam üretiminden sağlanacak ücretin yalnızca bir kısmına denk düşer. Artı-değer kavramı emekçinin eline geçen ücret ile üretiminden elde edilen esas ücret arasındaki farka işaret etmektedir. Bilindiği gibi aradaki farka, yani artı-değere, işveren el koyar. “Ev” mekânı ise, emek-gücünün toplumsal yeniden üretiminin sağlandığı mekândır.

Ücretsiz ev emeği de bundan ayrı bir durumu ifade etmemekte ve kapitalizmin çalışma mantığının işleyen bir parçası olarak onun payına düşen; emekçilerin zinde, sağlıklı ve sosyal olmalarını sağlamak ve emek gücünün devamlılığını garantilemektir.

Görünürlük

Kapitalist sistemde gönüllülük esasına dayanan ev-içindeki bakım hizmeti çoğunlukla tanınmamakta ve karşılığı ödenmemektedir. Böylesi bir emeğin toplumsal işlevi, “ev” kavramı özel alana hapsedilerek gizlenir.

Bu noktada yapılması gereken, gönüllülük esasına dayanan ev-içi bakım hizmetini ebeveynlerin bireysel yükümlülüklerine ya da annelerin ‘doğal’ sorumluluklarına indirgemeden, toplum için taşıdığı hayati önemi alenen vurgulamaktır.

Bu gerekliliğin nasıl yerine getirileceği ise farklı tartışmalara kapı açar. Bir yanıyla, evi-içi bakım hizmetini sunan kadınlara karşılığında bir ücret ödenmesi talebi yükseltilmiştir. Örneğin, İtalyan asıllı Amerikalı feminist Sylvia Frederici’ye göre, ev işlerine karşılık ücret ödenmesi kadının yaşamını ve toplumsal gücünü politik olarak dönüştürecektir. Ona göre, ev-içi ücretsiz emek, başlı başına yeni bir sömürü zemini yaratmaktadır.

Fakat böyle bir talep aynı zamanda tartışma zemininin kaçırılmasına neden olmaktadır. Asli olan, ev-içi ücretsiz emeğin kapitalist sistemin işleyişini sağlayan çarklardan biri olduğunun ortaya çıkarılmasıdır. Kadının ücretsiz ev-içi emeği, sermaye lehine işlemektedir. Yıllık olarak ortalama 38 milyon saat karşılığı ödenmemiş ev-içi emek hizmetinin sonucu olarak, kadınlar İrlanda ekonomisine 24 milyar euroluk bir katkı sağlıyorlar.

Dahası, pek çok kadın bir yandan para kazandıkları işlerde çalışmaya devam ederken çocuklarıyla da ilgilenebilmek istiyorlar. Kadınlara, evde kalmaları ve bakım hizmetlerini üstlenmeleri için para ödemektense devlet tarafından sübvanse edilen kreşler, toplum merkezleri ve de yaşlı bakım evleri talep etmeliyiz. Demeye çalıştığım şey şu: bu hizmetleri kadınlar bireysel olarak sırtlanmamalı; toplumsal olarak paylaşmalıyız.

İrlanda, dünya genelinde çocuk bakım giderlerinin en yüksek olduğu ülke. Ebeveynler kazançlarının yaklaşık %28’ini çocuk bakımına harcarken, Avrupa Birliği ortalaması %12.  Fine Gael/Fianna Fáil hükümeti Ulusal Çocuk Bakımı Tasarısı’nda bir dizi değişiklik önerdi, fakat ebeveynlere sağlanan sübvansiyonlar, ancak ve ancak özel koşullar sağlanırsa erişilebilir oluyor.

Özel kreşler için sağlanan vergi indirimleri ya da sübvansiyonlar aradığımız cevap değil. Bunun yerine herkes için ulaşılabilir bir kamusal çocuk bakım sistemine ihtiyacımız var. Ancak bu sayede COVID-19 krizi geçip de dışarı çıkmak güvenli olduğunda bütün ebeveynler işlerine dönebilir.

Kadın ve Ücretli İstihdam

Kapitalizm bir yandan gönüllülük esasına dayanan ev-içi bakım hizmetine muhtaçken; diğer yandan, kadınların iş gücü piyasasına dâhil olmasına da ihtiyaç duyar. 2018 yılı verilerine göre, Kuzey İrlanda’da kadınların çalışma oranı %66,7 iken; bu oranın, küçük çocuğu olan kadınlar arasında radikal biçimde düştüğünü görüyoruz. Üstelik emek piyasasında istihdam edilen kadınlar, genellikle 35-49 yaşları arasında.

İrlanda Cumhuriyetinde 2018 yılında kadınların %77’sinden fazlası işgücüne katılım sağladı. Aynı yıl için İrlanda Cumhuriyeti’nden gelen veriler ise, kadınların %77’den fazlasının iş gücü piyasasına dâhil olduğunu söylüyor. Bu oran 2009 yılını takip eden 10 sene içerisinde %72’den bu noktaya gelmiş. Eğer referans noktası olarak Kelt Kaplanı öncesi dönem alınırsa, artışın çok daha yüksek olduğu görülecektir. Dublin’deki Debenhams işçilerinin ve ülkenin dört bir yanından emekçilerin de harikulade şekilde gösterdiği gibi, kadınların sessizce eve dönmeye hiç niyeti yok.

Ücretli istihdam ile kadınların kendilerini toplumsal hayattaki konumlandırmaları radikal biçimde dönüştü. Covid-19 krizi boyunca, vazgeçilmez sektörlerde çalışan çoğu işçinin kadın olduğunu gördük. Kadın özgürlük hareketinin en önemli mücadele alanlarından birisi de “eşit işe eşit ücret” ilkesi.

Neoliberal dönemde, devletler refah uygulamalarını terk edip sosyal hizmetleri özelleştirirken, burada doğan boşluğu ev-içi bakım hizmetleri aracılığıyla hane halklarına yüklediler. Avrupa Birliği, toplumsal cinsiyet eşitliğine ve ebeveynler arası eşitliğe sözde destek verse de çocuk bakımı veya yaşlı bakımına devlet sübvansiyonuyla evrensel bir erişim için çağrı yapmaktan kaçınıyor. Zira bu durum AB’nin mali politikasına uymuyor.

Eleştirel düşünür Nancy Fraser’ın deyimiyle, Batı toplumlarında kar odaklı ve serbest piyasa temelli politikalar sonucu ortaya çıkan durum bir “bakım hizmetleri krizi”. Kapitalizm, her geçen gün daha fazla kadını istihdam piyasasına çekse de kadınların bu piyasada aktif olmalarını sağlayacak temel kamu hizmetlerini sağlamak konusunda yetersiz olduğunu ortaya koymuştur. Bu çelişki, kapitalizmin meşruiyetine meydan okuyan bir toplumsal dinamik oluşturmuştur.

Bugün, İrlanda işçi sınıfının kadın karakteri hiç olmadığı kadar güçlü. Kadınlar her türlü sosyal bakımın, çocuk bakımı dâhil olmak üzere, devlet tarafından karşılanması uğruna savaşmak için daha güçlü bir pozisyonda. COVID-19 krizi bu açıdan bir dönüm noktası oldu. Ve biz toplumun parasını ödemeyeceği bakım masraflarını ‘evin’ karşılamasına izin veremeyiz.


*Marnie Holborow’un 28 Mayıs 2020’de Rebel News’de yayımlanan “Capitalism & Home” başlıklı yazısı Alkım Belevi tarafından textum için Türkçe’ye çevrilmiştir. Çevirmen, çeviri sırasındaki desteklerinden ötürü Kübra Altaytaş’a teşekkür eder. Kaynak: http://www.rebelnews.ie/2020/05/28/capitalism-the-home/