Paris Komünü: Zamanı aşan bir kurtuluş övgüsü

Karl Marx, kızı Jenny ile birlikte Paris Komünü'ne hayali bir yolculuk yapsaydı neler olurdu? Michael Löwy ile Olivier Besancenot'nun bu fikirden hareketle kaleme aldıkları "Marx à Paris, 1871: Le cahier bleu de Jenny" [Marx Paris’te, 1871: Jenny’nin Mavi Defteri] başlıklı kitap vesilesiyle kitabın yazarlarından Besancenot ile gerçekleştirilen bu söyleşi, 150. yılını kutladığımız Paris Komünü'nün barikatları arasında okuru kısa bir yolculuğa çıkarıyor.

18 Mart 1871 tarihinde Komünar Ulusal Muhafızları tarafından kurulmuş bir barikat.

Marx’ın Komün döneminde Paris’e yaptığı [hayali bir] ziyareti anlatan bir siyasi kurgu olduğunu da düşündüğümüzde bu kitap için epey özgün bir “format” seçtiniz. Neden bu seçim?

Bu düşünce, Michael’la yaptığımız bir tartışmanın ardından geldi ve kanaatimce böyle bir fikri, şu ana kadar zaten yapılanlardan ve Komün’ün 150. yıldönümü için yine tekrar edileceklerden başka bir çizgide bir şeyler üretmek için ilk öne atan da Michael oldu.[1] Temelde derdimiz, Marx’ın Paris Komünü hakkındaki görüşlerini sahnelemek için anlamlı ve özgün bir şeyler bulmaktı. Bu nedenle, Marx’ın Komün hakkındaki siyasi düşüncesini ortaya koymak için kızı Jenny’nin önderliğinde Marx’ın, Komün’e bu gizli ve olası olmayan yolculuğunu ve bu yolculuk sırasında Komün’den önde gelen bazı isimlerle görüşmeler yaptığını kurguladık. Aslında Marx’ın siyasi düşüncesinin hangi noktada sıcaklık kazandığını kaydetmek olağanüstü. Enternasyonal’e çağrısı ile Fransa’da İç Savaş böyle sıcak bir tefekkür ama aynı zamanda siyasi, stratejik ve küresel bir sorgulama. Bu, Marx’ın en büyük güçlerinden biridir: Kâğıt üzerinde, düşünce kuruluşlarında ve hatta Enternasyonal bürolarında hayal bile edemeyeceğimiz bir kurtuluş sürecinin, [toplumsal] olayların patlak vermelerinden doğabileceğini anlayabilmek. Nihayet Komün’den söz ederken bulunan bu ünlü kurtuluş gücü üzerine Marx’ın yazıları, işçi hareketinin ve devrimci hareketin bir dizi kesimiyle mukayese edildiğinde son derece gelişmiştir ve hatta yer yer bazı liberterlerden dahi daha özgürlükçü bir mizaç taşımaktadır. Kurtuluş, devlet aygıtıyla yüzleşme ve siyasal, demokratik egemenlik biçimleri inşa etme ihtiyacı üzerine derinlemesine bir tefekkür…

Michael Löwy ile Olivier Besancenot’nun birlikte kaleme aldıkları “Marx à Paris, 1871: Le cahier bleu de Jenny” [Marx Paris’te, 1871: Jenny’nin Mavi Defteri] adlı kitap.
Kesinlikle. Çok sentetik bir şekilde ifade etmek gerekirse: Komün, Marx için neyi değiştirdi?

Toplumsal sınıflar açısından, sivil toplumu ve demokrasiyi bastıran baskıcı bir sistem, Marx’ın ifadesiyle bir “boa yılanı” olan devletin doğasını değiştirmek için, devlet aygıtının el değiştirmesinin yeterli olmadığı düşüncesi olduğunu söyleyebilirim. Bu nedenle devlet sönümlenmeli, devleti yok etmeye doğru hareket edilmelidir. Bu yok oluşun olası yollarından birisi, Komün’ün eylemlerindeki politik boyuttur: Seçilmiş görevlilerin geri alınabilirliği, bu görevli ve hâkimlerin ücretlerine üst sınır getirilmesi ve benzeri uygulamalar yoluyla devlet aygıtı olan bürokrasinin kalbini sorgulayan bütün bu somut politikalardan söz ediyoruz. Komün ile birlikte, Komün’ün [kısıtlı] süresi nedeniyle gün ışığını tam olarak göremeyen böyle bir yok edilişin başlangıcı vardı.[2] Marx bunu hemen anladı ve analiz etti. Bu durumun, Marx’ın düşüncesine, genel olarak işçi hareketinin tartışmalarına ve kültürüne kayda değer bir etkisi oldu.

Marx, tüm tartışmaları, dünyada neler olup bittiğini, toplumsal ve siyasi durumları takip ederdi. [Komün’ün patlak verdiği] bu dönemde de kapitalist düzen ve krizleri üzerine tahliller yapmakla meşguldü. Ayaklanmanın Paris’ten geleceğini tahmin etmemiş ve buna şaşırmış olsa da derhal Komün’ün tahliline girişti. Marx’ın gücü, olayların ışığında analizler üretmek, olayların kapsamlarını anlamaktı.

[Kitabınızda] bütün bunları sahnelemek için, ayaklanma sırasında Marx ve Komün’den belirli isimlerin Paris’te buluştuklarını kurguluyorsunuz. Kitabı okuduğumuzda, kayda değer bir kadın varlığı fark ediyoruz: Louise Michel, Élisabeth Dmitrieff, Nathalie Lemel ve elbette babasına eşlik eden Jenny Marx. Paris ayaklanmasında kadınların rolünü özellikle vurgulamak mı istediniz?

Bu özel olarak kuramsallaştırılıp inşa edilmedi, ancak somut karakterleri düşündüğümüzde Komün’ün toplumsal ve siyasi tarihinde kadınların merkezî bir rol oynadığını fark ettik. Ayaklanmanın başlangıcından beri durum buydu. Özellikle Louise Michel çevresindeki Montmartre vatandaşlarından olma ihtiyat komitesinin çağrısı üzerine silahların, Versaylılar tarafından ele geçirilme olasılığına karşı Montmartre sokaklarında korunmasından başlayarak bu durumun böyle olduğunu görüyoruz. Ama aynı zamanda [Komün sırasında] kadınların, zamanın ruhuna karşı oynadıkları rol ve tuttukları yeri de görmeliyiz çünkü o dönem Enternasyonal’de ve çeşitli devrimci kulüplerde bile maçoluk mevcuttu. Komün gibi devrimci bir olay, tüm devrimci olaylar için de geçerli olduğu üzere, toplumda aylardır veya hatta daha uzun süredir kaynamakta olan olguların taşmasıdır. Bilhassa kadınların gittikçe daha fazla dahil olduğu çok sayıda devrimci kulübe ev sahipliği yapan Paris’te durum buydu. Aynı zamanda, Nathalie Lemel’in, toplumsal dayanışmanın ve karşılıklı yardımlaşmanın merkezinde bulunan “La Ménagère” kooperatifi ve “La Marmite” restoranını arkasına alarak açlıktan ölen yaklaşık 10.000 Parislinin yardımına koştuğu Prusyalıların Paris kuşatmasını da düşünebiliriz. Dolayısıyla Komün kasırgasının ortasında kurulan Kadınlar Sendikası, önceki tüm bu çalışmaların ürünüydü ve Élisabeth Dmitrieff (Enternasyonal temsilcisi) gelip Kadınlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldığında, [bu sendikanın] birçok etkinliği hâlihazırda kök salmış ve devam etmekteydi.

Komün, yalnızca başarısızlıklarından ibaret değil; zaman karşısında yaşayan bir ilham kaynağı, tüm sınırlarına rağmen halkın kurtuluşu ve iktidarının, sömürülenlerin ve ezilenlerin gücünün on yıllardır bize konuşan ilk deneyimi.

Élisabeth Dmitrieff demişken… “Komünün kadınları”nı düşündüğümüzde akla en çok gelen kişi Louise Michel’ken birçok zaman, hatta sıklıkla Élisabeth Dmitrieff’i “unutmakla” müştereğiz. Komün sırasındaki rolüyle orantılı olarak önemli bir yer tuttuğu kitabınızda durum böyle değil.

Dmitrieff’in, Louise Michel’den daha az tanındığı doğru. Birçokları için bu ad, bir şeyler çağrıştırır ama gerçekten bu çağrışımın neye dair olduğunu bilmezler. Bununla birlikte Dmitrieff’in adı, feminist mücadelenin ve Kadınlar Sendikası ile Komün’ün kalbine yerleşmiş kadın hakları mücadelesinin de ötesine geçerek öz yönetimle bağdaşır. Élisabeth Dmitrieff ve eylemi, bu ölçekte öz yönetimin ilk örneklerinden birini temsil ediyor.

Dmitrieff, kendisi Komün’ün bir ürünü olduğu kadar Komün’ü de etkiledi. Chernyshevsky’nin Nasıl yapmalı? romanına tutulmuş genç bir Rus göçmen kadından bahsediyoruz. Bir roman düşünün ki romanın kadın kahramanı, kendisini görücü usulü evliliklerle örülü bir ortamdan kurtarıyor. Rus köylülüğünün bazı yörelerinde var olan, adına obchchina [obşina] denilen geleneksel mal ve üretim havuzlama biçimlerinden ilham alarak bunu işçi kooperatiflerine taşıyor.

Bu romanı okumak, Élisabeth Dmitrieff’i tutuşturdu. Kendisini içine doğduğu ortamdan kurtaran Dmitrieff, Marksistlerle de tanıştığı İsviçre’de siyasi mültecilerle birlikte politize oldu; ardından Londra’ya gitti, Marx’la tanıştı ve onunla tartıştı… Kristin Ross, L’Imaginaire de la Commune [Komün’ün Hayali] adlı kitabında tüm bunları tek tek anlatıyor. Marx, yan yana geldiklerinde Dmitrieff’i takdir ediyor ve onu Komün sırasında Paris’e elçisi olarak gönderme noktasına geliyor. Öyle ki Marx, Dmitrieff onun gözü kulağı olabilir mi diye değerlendiriyor.

Gerçekten de birkaç gün sonra Dmitrieff kendisini, Nathalie Lemel ve diğerleriyle birlikte Kadınlar Sendikası’nın başında buldu. Léo Frankel ile üstüne konuştuğu ilk projesi, kadın işçilerin kendi maaşlarını kendileri verecekleri, kendi kendini yöneten işçi kooperatifleri oluşturmaktı. Bu kooperatifler, örneğin siperlere dizilecek kum torbaları veya Ulusal Muhafızlar’ın üniformaları için kumaş üretecekti. Demek ki Dmitrieff, aynı zamanda Komün’ün kısa süreli olması nedeniyle maalesef vazgeçilen bir deneyimi de temsil ediyordu.

Marx’ın kitabınızda karşılaştığı farklı karakterleri nasıl seçtiniz? “Bütünlüklü bir bakış” vermek için ölçütler mi bulmaya çalıştınız yoksa bu karakterler işin kendi olağanlığında kendilerini mi dayattılar?

Bir rol dağıtımına gitmedik, bunu daha ziyade içgüdüsel olarak yaptık diye düşünüyorum. Birlikte yazdığımız her seferde, Michael ve ben bölümleri birbirimizle paylaştık ve belli adlar kendilerini dayattılar, böylece de kitaba dahil oldular… Kendimize sorduğumuz soru, siyasi kurgu roman türünün de böyle bir sınırı olduğu için, Komün’ün tarihini zaten bildiğimiz adlarla biraz fazla “yukarıdan aşağıya” yeniden yazma riskiydi. Ama bize yol gösteren, Marx’ın Komün üzerine yazılarıydı. Bu nedenledir ki Marx’ın o sırada genellikle belirli bir mesafeden sürdürdüğü siyasi ilişkiler zincirini takip etmek ve böylece bu andığımız kişilerle tartışmasını sağlamak zorundaydık.

“Vive la Commune” – “Yaşasın Komün”

Toplamda, Komün üzerine, Marx’ın düşüncesi üzerine bir kitap ama aynı zamanda güncel olan üzerine de bir şeyler söylemeyi amaçlayan bir kitap mı?

Komün, zamanı aşan bir kurtuluş övgüsüdür ve tüm bürokratik kusurlar karşısında iyi bir hatırlatmadır.

Komün, aynı zamanda enternasyonalizmde kendimizi beslemenin de bir yoludur. Çünkü evet, Komün, kuşatmaya ve Bismarck’ın birliklerinin ilerleyişine karşı savaşı kazanma arzusuyla ortaya çıkan bir halk ayaklanmasından doğmuştur. Ama Komün’ün büyük isimleri arasında, adı meçhul Komünarlar arasında da olduğu gibi, genellikle siyasi ama aynı zamanda iktisadi binlerce sürgün vardı: Prusyalılar, İtalyanlar, Polonyalılar, Ruslar… Komün, enternasyonalist bir edimdi.

Ve Komün, aynı zamanda siyasi tarihimizin 1917 Rus Devrimi ile başlamadığını hatırlamanın bir yoludur. Siyasi tarihimizin daha öncelere uzanan kökleri var ve Komün’ün ezilmesinin ardından uluslararası işçi hareketine nüfuz eden tüm tartışmalar, özellikle Komünarların yapmakta başarısız olduklarını vurgulayan –Fransa Bankası’nı ele geçirmek, Versay’a yürümek gibi- tartışmalar, Bolşeviklerin siyasi takıntılarının neler olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor. Rus devrimi, Komün’den bir gün fazla “dayandı” diye neden Lenin’in karda o meşhur dansını ettiğini daha iyi anlıyoruz.[3]

Komün, yalnızca başarısızlıklarından ibaret değil; zaman karşısında yaşayan bir ilham kaynağı, tüm sınırlarına rağmen halkın kurtuluşu ve iktidarının, sömürülenlerin ve ezilenlerin gücünün on yıllardır bize konuşan ilk deneyimi. Ve 150 yıl sonra, Komün’ün, iktidar sahipleriyle çözülmemiş bir mesele olduğunun farkındayız: Komün, hâkim görüşte hâlâ iyi bir yer tutmuyorken Versaylı düşüncenin ne ölçüde ortadan kalkmadığını da görüyoruz.


[1] Çevirmenin Notu: Bu kitabın İngilizcesi, Marx in Paris 1871 adıyla 15 Mart 2022 tarihinde Haymarket tarafından yayımlanacaktır.

[2] Çevirmenin Notu: Paris Komünü, 18 Mart 1871’den 28 Mayıs 1871’e toplam yetmiş iki gün ayakta kalmıştır. 26 Mart Seçimleri gözetildiğinde Komün, resmi olarak yalnızca iki ay gibi çok kısa bir süre Paris’te yönetimi elinde tutmuştur.

[3] Çevirmenin Notu: Bir iddiaya göre Bolşevik Hükümeti’nin, 1871 Paris Komünü’nün kısa ömrünü doldurduğu gün Lenin, Moskova’da karda dans etmiştir. 1924’te Moskova’ya Fransız komünistler tarafından getirilen Komün’e ait bir kızıl bayrak, hâlâ Lenin’in yattığı mozolesinde yanı başındadır. https://www.newframe.com/what-the-paris-commune-taught-the-bolsheviks/


*18 Mart 2021 tarihinde Hebdo l’Anticapitaliste dergisinde yayımlanan bu söyleşi, Ozan Siso tarafından Türkçeye çevrilmiştir.