Sol melankoli

Weimar Cumhuriyeti döneminde yaşamış solcu bir şair olan Erich Kästner'in yeni şiir kitabına yönelik kaleme aldığı bu eleştiri yazısında Walter Benjamin, ilk defa “sol melankoli” tabirini kullanıyor. "Erich Kästner’in Yeni Şiir Kitabı Üzerine" alt başlığını taşıyan Benjamin'in 1930 tarihli bu metni, günümüzün sol melankoli tartışmaları açısından da halen önemini koruyor.

Theo Angelopoulos'un Ulis'in Bakışı (Özgün adı: Yunanca: Το βλέμμα του Οδυσσέα / To Vlemma tou Odyssea) adlı filminden bir sahne.

Kästner’ın şiirleri üç heybetli cilt halinde hâlihazırda günümüzde mevcut.[1] Bu dörtlüklerin karakterini incelemek isteyenler için, ilk ortaya çıktıkları biçime bağlı kalmaları daha iyi olacaktır. Bu dörtlükler, kitaplarda sıkışık ve biraz boğucu dursalar da, günlük gazeteler arasında tıpkı sudaki bir balık gibi gezinir dururlar. Su her zaman en temizi değilse ve içinde yüzen birçok çerçöp varsa bile, şiirselliği o denizdeki balıkçıklardan beslenen bir yazar için bu durum hiç de fena değil.

Bu şiirlerin popülaritesi, ekonomik iktidar konumunu açıkça ele geçiren ve ekonomik fizyonomisinin çıplaklığından ve maskesizliğinden yararlanan bir tabakanın yükselişiyle bağlantılı. Bu, yalnızca başarıyı hedefleyen ve başka hiçbir şeyi tanımayan bu tabakanın en güçlü mevkileri ele geçirmiş olduğu anlamına gelmez. Bu tabakanın ideali bunun için fazla elverişsizdir. Bu, kodamanların aksine, on yıllar boyunca ailelerinin değil, yalnızca kendilerinin mevsimlik geçimliğini sağlayan, nereden geldiği önemsiz sonradan görme, çocuksuz öznelerin [Agenten] idealidir. Onların boynuz çerçeveli gözlüklerin ardındaki hülyalı bebek gözlerini, geniş solgun yanaklarını, tereddütlü seslerini, jest ve düşünce tarzlarındaki kaderciliklerini kim göz ardı edebilir? Baştan beri şairin hitap ettiği yalnızca ve yalnızca bu tabakadır; onların aleyhine olmaktan daha az lehine olduğu sürece methettiği bu tabakadır. Dörtlükleri arasındaki boşluklar boynundaki yağ kıvrımlarıdır, kafiyeleri kalın dudakları, duraklamaları onların etindeki gamzeler, onun kapanış sözleri ise onların gözbebekleridir. Konusu ve etkisi işte bu tabakayla sınırlı ve Kästner ironisiyle fabrika sahiplerine dokunmaktan ne kadar acizse, isyankâr aksanıyla da mülksüzleri etkilemekten bir o kadar acizdir. Bunun nedeni, görünüşüne rağmen, bu lirizmin, her şeyden önce orta tabakadaki öznelerin, gazetecilerin, yöneticilerin kurumsal çıkarlarını koruyor olmasıdır. Küçük burjuvaziye yönelttiği bu nefretin kendisi de çok samimi bir küçük burjuva tadındadır. Öte yandan büyük burjuvazi [Großbourgeoisie] karşısında nüfuzunu gözle görülür bir biçimde kaybeder ve sonunda patrona olan özlemini bir iç çekişle ortaya koyar: “Ah, keşke çok parası olan bir düzine akıllı olsaydı.” Kästner’ın bir “ilahi”de bankacılarla hesaplaşmasında, “Bir Anne Hisse Alır” başlığı altında proleter bir kadının gece yarısı düşüncelerini sunarken çarpık bir şekilde ekonomik olduğu kadar, yine aynı biçimde dolaylı olarak ailevi olmasına da şaşmamalı. Nihayetinde, ev ve gelir, daha iyi durumdaki bir sınıfın, çökmekte olan şairin üzerinde yürüdüğü koşu bantları olarak kalır.

Bu şair tatminsiz, hatta melankoliktir. Ancak onun melankolisi rutinden gelir. Çünkü rutinde olmak, kişinin kendine has özelliklerini feda etmesi, tiksinme huyundan vazgeçmesi demektir. Ve melankoliyi çağıran da budur. Bu duruma Heine’ninkiyle belirli bir benzerlik kazandıran da bu koşuldur. Kästner’ın bu cilalı çocuk toplarına rugby topları görünümü vermek için şiirlerine çentik attığı notlar rutindir. Ve hiçbir şey, yoğrulmuş kişisel görüş hamurunu bir fırıncı gibi kabartmasına izin veren ironiden daha rutin olamaz. Onun küstahlığının politik güçlerle olduğu kadar emrindeki ideolojik güçlerle de orantısız olması ise sadece talihsiz bir durum. Hepsinden önemlisi, provokasyonlarının dayandığı rakibin gülünç bir halde küçümsenmesi, bu solcu radikal entelijansiyanın konumunun ne kadar kayıp olduğunu ortaya koyuyor. İşçi hareketiyle pek ilgisi yok. Daha ziyade, bir burjuva ayrışma tezahürü olarak, imparatorluğun [das Kaiserreich] yedek teğmende hayran olduğu feodal taklitçiliğin karşılığıdır. Kästner, Mehring veya Tucholsky gibi radikal sol gazeteciler, parçalanmış burjuvazinin proleter taklididir. İşlevleri, siyasi açıdan partiler değil zümreler, edebi açıdan okullar değil modalar, ekonomik açıdan üreticiler değil aracılar yaratmaktır. Ve gerçekten de bu sol entelijansiya, on beş yıldır aktivizmden dışavurumculuğa ve yeni nesnelliğe kadar tüm entelektüel patlamaların faili oldu. Ne var ki, bunların politik önemi, devrimci reflekslerin -burjuvazi içinde ortaya çıktıkları müddetçe- dikkat dağıtıcı, eğlenceli tüketim nesnelerine dönüştürülmesiyle tükendi.

Böylece Aktivizm, sağduyunun sözde-sınıfsız belirsiz yüzünü devrimci diyalektiğe empoze edebildi. Bu, bir bakıma entelijansiya mağazasının indirim haftasıdır. Dışavurumculuk, devrimci hareketi, havaya kalkmış kolu, kağıt hamuruyla sıkılmış yumruğu sergiler. Bu reklam kampanyasından sonra Kästner’in şiirlerinin kaynağı olan Yeni Nesnellik de kataloğa eklenir. “Entelektüel elit” o halde duygularını değerlendirmeye başladığında ne keşfeder? Bu duyguların kendilerini mi? (Duygular) uzun zaman önce satılmıştır. Geriye, bir zamanlar tozlu koleksiyonerlerin kalplerinde yatan doğa ve sevgi, coşku ve insanlık gibi duyguların boşluğu kalır. Şimdi içi boş formlar dalgın dalgın, dikkatsizce okşanır. Her-şeyi-bilirim ironisi, bu sözde şablonların şeylerin kendilerinden çok daha fazlasına sahip olduklarına inanır; sefilliğini gözler önüne serer ve bu derin boşluğu bir kutlamaya dönüştürür. Çünkü bu nesnellikte yeni olan şey budur — burjuva, maddi ürünlerle övündüğü kadar, eski manevi ürünlerin izleriyle de övünür. Böylesi rahatsız bir durumda hiç bu kadar rahat düzenlemeler yapılmamıştır.

Kısacası, bu sol radikalizm, tam da artık hiçbir siyasi eyleme tekabül etmeyen bir tavırdır. Şu ya da bu eğilimin solunda değil, genel olarak mümkün olanın solundadır. Çünkü başından beri aklındaki tek şey, somurtkan [negativistisch] bir sessizlik içinde eğlenmektir. Politik mücadelenin bir karar verme zorunluluğundan bir zevk nesnesine, bir üretim aracından bir tüketim malına dönüşmesi işte bu edebiyatın yaptığı son süksedir. Çok yetenekli olan Kästner’ın tüm imkânları parmaklarının ucunda. Bunların en önemlisi, birçok şiirinin başlığında çoktan dile getirilmiş bir tavırdır. Bunlar arasında “Yumurtalı Elegie”, “Kimyasal Olarak Arındırılmış Noel Şarkısı”, “Halka Açık Havuzda İntihar”, “Stilize Bir Zencinin Kaderi” vb. sayılabilir. Peki, nedendir bu şaşırtmacalar? Çünkü eleştiri [Kritik] ve bilgi [Erkenntnis] müdahaleye hazırdır; ama tat kaçırırlar ve hiçbir koşulda konuşmalarına izin verilmemelidir. Bu yüzden şair onları susturmakla yükümlüdür ve onların umutsuz çırpınışları şimdi bir akrobatın oyunlarında olduğu gibi, zevkine güvenmeyen geniş bir kitleyi eğlendirmeye yarar. Morgenstern’de saçmalık, teozofiye kaçısın yalnızca öteki yüzdür. Ama Kästner’ın nihilizmi, esnemek için açılmış bir ağız gibi, hiçbir şeyi gizlemez.

Şairler, umutsuzluğun bu tuhaf çeşidini erkenden tanımaya başladılar: ıstıraplı bir aptallık. Çünkü geçmiş on yılların gerçekten politik olan şiiri, olayların büyük ölçüde habercisi olarak öncü bir konumdaydı. Georg Heym’in, 1912 ve 1913 yıllarına ait şiirleri, 1914 Ağustos’unda gün yüzüne çıkan kitlelerin o zamanlar hayal bile edilemeyen akıl almaz durumunu, kolektiflerin daha önce hiç görülmemiş garip betimlemelerinde öngörüyordu: intihar, tutsak, hasta, denizci veya deli. Onun dörtlüklerinde yeryüzü, kızıl tufan tarafından kaplanmak üzere konuşlanır. Ve Goldmark’ın onca felaketin üzerinde yükselen tek -ve etrafı Freßsack, Gürtelpelz ve Naschkatz[2] ile kuşatılmış- zirve olmasından çok önce, savaşın ilk günlerinde yaşamını yitiren Alfred Lichtenstein, Kästner’ın şablonu için bulduğu bu kasvetli ve şişirilmiş figürleri gün yüzüne çıkarmıştı. Şimdi, hâlâ dışavurumculuk-öncesi erken versiyonda olan burjuvayı daha sonraki dışavurumculuk-sonrası halinden ayıran şey, onun eksantrikliğidir [Exzentrizität]. Lichtenstein’ın şiirlerinden birini bir palyaçoya ithaf etmesi boşuna değildi. Onun burjuvasında, hâlâ derinlerde bir yerde umutsuzluğun palyaçosu yatar. Henüz kendilerinden metropol eğlencesinin nesnesi olarak bir eksantriklik yaratmamışlardı. Henüz tam anlamıyla doymamış ve ufuktaki krizi şimdiden gözüken bir metayla karanlık işbirliğini [Solidarität] hissedemeyecek kadar tam bir özne/aktör/aracı [Agenten] haline gelmemişlerdi. Ardından barış geldi, yani işsizlik olarak bildiğimiz, insan biçimindeki metaların dolaşımındaki o durgunluk hali. Ve Lichtenstein’ın şiirlerinde yayıldığı gibi, bu metaları/malları ucuzdan satmak intihar sayılırdı. Kästner’ın dörtlüklerinde bunlardan eser yok. Onların ritmi, yoksul-zenginlerin [die armen reichen Leute] tutturdukları kederli türkülerin ezgilerini takip eder; bütün parasını midesine ayıramayan doygun adamın kederine seslenirler. Istıraplı aptallık: melankolinin iki bin yıllık başkalaşımının ürünü.

Kästner’in şiirleri yüksek gelirliler, yoluna çıkan her şeyi ve herkesi çiğneyen, kederli melankolik budalalar içindir. Zırhlarının sağlamlığıyla, hareketinin yavaşlığıyla, eylemlerinin körlüğüyle adeta tankın ve tahtakurularının insanda aynı anda buluşmasını sağlar. Bu şiirler borsa kapandıktan sonra şehirde bir kafe gibi onlarla dolup taşar. Ne gariptir ki, işlevleri bu tip bir insanı kendisiyle uzlaştırmak ve bu insanların “insanlık” diye anladıkları, ancak aslında hayvani olan iş yaşamı ve özel yaşam arasındaki o kimliği yaratmaktır, çünkü gerçek insanlık – günümüz koşullarında – ancak bu iki kutup arasındaki gerilimden doğar. Tefekkür [Besinnung] ve eylem [Tat] onda biçimlenir; onu yaratmak her politik şiirin görevidir ve bugün en sıkı haliyle Brecht’in şiirlerinde yerine getirilir. Kästner’da ise kendini kayıtsızlığa [Süffisanz] ve kaderciliğe bırakmak zorunda kalır. Bu, üretim sürecine en uzak olanların ve piyasanın belirsiz hamleleri karşısındaki tutumları, kendisini mutlu rastlantılara bırakan bir kişinin tutumuna benzeyenlerin kaderciliğidir. Elbette bu dizelerdeki öfke nöbetlerinin yıkımdan çok hazımsızlıkla ilgisi vardır. Kabızlık ve melankoli hep el ele gitmiştir. Ancak toplumsal bedende akan sıvılar durduğundan, donukluk her fırsatta karşımıza çıkar. Kästner’in şiirleri de ortamın havasına iyi gelmez.


[1] Erich Kästner, Ein Mann gibt Auskunft. Stuttgart, Bcrlin: Deutsche Verlags-Anstalt (1930). IU S.

[2] Erich Kästner’in şiirlerinde satirik-fantasmagorik alegori figürleri (ç.n.)


*Walter Benjamin’in 1930 yılında kaleme aldığı “Linke Melancholie Zu Erich Kästners neuem Gedichtbuch” başlıklı bu yazısı, Merve Ergün tarafından Almanca aslından Türkçeye çevrilmiştir. Metnin son okuması, İngilizce çevirisi ile karşılaştırmalı bir biçimde yapılmıştır. Özgün metnin kaynağı: Benjamin, W. (1981). Linke Melancholie Zu Erich Kästners neuem Gedichtbuch. In Walter Benjamin Gesammelte Schriften III (pp. 279–283). essay, Suhrkamp Verlag.