Merhaba!
Teknolojik gelişmelerin çalışma ilişkileri üzerindeki etkilerini ve bunun toplumsal çıktılarını ele almayı hedeflediğimiz bu dosya çalışması, 6 Şubat Depremlerinin yarattığı büyük siyasal, toplumsal ve psikolojik kriz ortamının gölgesinde şekillendi. Böylesi çetrefilli meseleleri bir arada ele almayı amaçlayan bu türden bir çalışmanın, yalnızca akademik analizleri değil, aynı zamanda toplumda var olan itirazları da dinlemesi gerektiğinin en başından itibaren farkındaydık. Ne var ki içinden geçtiğimiz süreç, yazılı sosyal bilim pratiğimizi sürdürmek konusunda teşvik edici olmadı. 50 binden fazla insanımızı kaybettiğimiz depremin ardından yaşadıklarımızın dosya hazırlık sürecini de etkilemesi kaçınılmazdı. Bu süreçte, depremin ardından ortaya çıkan toplumsal dayanışmanın bir parçası ve örgütleyicisi olmak önceliğimiz oldu; yayım tarihinde yaşadığımız gecikmenin başlıca nedeni de buydu. Bu gecikmeyi hoşgörüyle karşılayan okurlarımıza ve bu çalışmaya katkıda bulunan yazarlarımıza bir teşekkürle başlayalım.
***
Varoluşumuzun her ânını dijital bir kayıt altına alıp bizi zamandan ve mekândan bağımsız hale getiren teknolojik ütopya, ya da daha doğrusu distopya, günümüz dünyasının yeni Geist’ı gibi görünüyor. Bu Geist, her bir nefesimizi, kalp atışımızı, adımımızı sayan, işleyen, ihtiyaçlarımız ve isteklerimiz üzerinde doğrudan etkisi olan devasa bir algoritma. Çalışma biçimlerimiz, eğlenme faaliyetlerimiz, sosyalleşme alışkanlıklarımız dönüşüyor; deneyimlerimiz ve kimliklerimiz dâhil olmak üzere her şey, teknolojinin belirlediği bir algoritma içinde işlenerek kontrol edilebilir ve ölçülebilir hale geliyor. Öyle ki, Marx’ın meşhur sözünü şöyle değiştirmek bile mümkün görünüyor: Katı olan her şey verileşiyor.
Teknoloji dediğimiz mefhumun gelişimini kendinden menkul bir süreç olarak anlama eğiliminde olanlar, bu gelişmeleri mest olmuş bir şekilde izliyor. Söylenenlere bakılırsa dünyanın geleceği ve refahı da bu sözüm ona bilimsel yaklaşımda yatıyor: Robotların pizzalarımızı ayağımıza getirdiği, serbest zamana erişimin kolaylaştığı ve böylece herkesin kendi yaşamına daha fazla değer katabildiği (“kendilerine daha fazla yatırım yapabildiği”) bir toplum. Ne var ki, bugünümüz üzerinde şimdiden bir hâkimiyet kurmuş gibi görünen, geleceğe dönük ufkumuzu da esir alması muhtemel bu türden anlatıların, hayati önemde olan bu meseleleri anlamlandırma, açıklama ve ona müdahale etme açısından yeterli güce sahip oldukları kuşkulu. “Teknoloji, İş ve Toplum: Günümüz Kapitalizminde Emeğin Görünümleri” başlıklı bu çalışmada işte bu tartışmaları somut bir zemine oturtacak ve yöntemsel açıklık getirebilecek katkılar sunabilmeyi umuyoruz.
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, bize göre, dosyanın mesele edindiği üç olgunun (İş, Teknoloji, Toplum) birbirleriyle özgün ilişkilenme biçimlerini anlamanın yolu bu olguları tarihselleştirmekten geçer. Sınıflar mücadelesinin içeriklendirdiği bu tarihsellik de ancak mülkiyet ilişkilerini konu edindiği, onu sorguladığı ölçüde bir anlam kazanabilir. Teknoloji ve İş arasındaki ilişkinin Toplumsal boyutu da bu sayede görünür olacaktır, zira sınıflar arasındaki mücadelenin belirleyici olduğu bir bağlamda teknolojik gelişimin ardındaki motorun basitçe insan merakı ve bir grup mucidin keşifleri olmadığını; aynı zamanda (ve aslında) daha fazla kâr elde etmekle, emek süreçlerini daha fazla kontrol etmekle de ilgili olduğunu görürüz: etrafımızda, bizi işten özgürleştireceği vaadiyle hayatımıza giren “insansı robotlar”dan daha çok sermaye için artık değer üretme ve yaşamak için emek gücünü satma zorunluluğu içinde sıkıcı, rutin ve bütün özgürlük imkanları günbegün gasp edilen “robotlaşmış insanlar” görüyor olmamızı başka türlü nasıl açıklayabiliriz?
***
Bütün bu tartışmalara bir noktasından dokunacak içeriklere geçmeden önce, editörlerimiz Kübra Altaytaş, Mustafa Çağlar Atmaca ve Burak Ceylan’ın gerek dosyaya can veren hattı berraklaştıran gerekse de bizim açımızdan belirleyici bir çerçeve çizen sohbeti ile başlıyoruz. Altaytaş’ın sorularının yönlendiriciliğindeki bu tartışmanın aynı zamanda okuru dosya hazırlık sürecine dâhil etmek gibi bir işlevi olduğunu da düşünüyoruz. Hazırlık çalışmaları boyunca Fredric Lordon, Beverly Silver, Phil Jones gibi birçok farklı ismin ve elbette Karl Marx ve Gilles Deleuze gibi klasiklerin zihin dünyasının etrafında dolaşıp işin toplumsal etkilerini ve teknolojik gelişmelerle meydana gelen kırılmalarını tartışarak düşünce pratiğimizi haritalandırmaya çalıştık. Birbirleriyle yer yer uzlaşabilecek, ama sıklıkla da çatışma halinde olan fikirlerden beslenerek yaptığımız bu düşünce pratiğinin dosya konumuz hakkında farklı perspektifler sunmamıza yardımcı olduğunu düşünüyoruz. Bu söyleşide Atmaca ve Ceylan, dosyada yer alan çalışmaların bir şekilde temas ettiği emek, ücretli emek, güvencesizlik ve esneklik, kapitalist işin günümüzdeki görünümleri ve bunun toplumsal yansımalarına dair çok temel meselelere farklı hatlardan yaklaşımlar sunmaya çalışıyor.
Sayı editörlerinin bu sohbetini, “Otomasyon ve İşin Geleceği” başlıklı kitabı yakınlarda Türkçeye çevrilen Aaron Benanav ile gerçekleştirdiğimiz bir söyleşi takip ediyor. Bu söyleşide Benanav ile otomasyonun iktisadi tarihinden Evrensel Temel Gelir’e, teknolojinin komünist toplumun inşasındaki rolünden bu gelişimin Küresel Güney üzerindeki özgün etkilerine kadar birçok konuyu masaya yatırıyoruz. Benanav’a göre, güvencesiz işçilerin işlerini kaybetmelerine ve geçimlerinin geleceği hakkında kaygılanmalarına yol açacak esas neden robotların ve yapay zekâ uygulamalarının bu işleri müthiş bir hızla ortadan kaldırması değil. Aksine, hizmet sektörünün imalattan daha fazla doğrudan insan emeğine dayandığını hatırlatan yazar, sanayinin hızlı bir şekilde genişlemesini sağlayan makineleşme ve otomasyonun hizmet sektöründe çalışanlar için aynı sonuçlara yol açmayabileceğini vurguluyor. Ona göre, eskiden olduğu veya olması gerektiği kadar hızlı iş yaratamayan ve kalıcı bir iş ve ekonomik güvenlik duygusu oluşturamayan kapitalizm, sorunun ta kendisi.
“Platform Kapitalizmi” başlıklı kitabı özellikle meseleye eleştirel yaklaşan literatürün demirbaşlarından biri hale gelen Nick Srnicek’in henüz Türkçeye çevrilmemiş bu çalışmasından aynı adla çevirdiğimiz kısa bir bölüm, gündelik hayatlarımızı esir almış platformların berrak bir analizini sunuyor. Candaş Ayan’ın tercümesiyle yayımladığımız bu kısa ama etkili metinde Srnicek, kapitalizmin geçmiş dönemlerinde benzer örneklerine rastlansa da günümüzdeki teknolojik değişimle birlikte kullanılabilecek veri miktarının artmasının yeni bir olgunun doğmasına sebep olduğunu iddia ediyor. İnternetin yaygınlaşması ve şirketlerin dijital iletişime bağımlı hale gelmesiyle verilerin giderek daha fazla önem kazandığını vurgulayan yazara göre bu durum, verilerin işlenmesi için geliştirilen platformların her geçen gün daha büyük miktarlarda veriyi tekelleştirip ayıklama, analiz etme ve kullanma gibi amaçlar için evrilmesine yol açıyor. Platform kapitalizmi tartışmaları açısından oldukça aydınlatıcı bir giriş yazısı niteliğinde olan bu metin, platformların işlevselliğini ve piyasayla olan ilişkilerini göz önüne alarak sınıflandırılmasıyla platform kapitalizminin somut bir biçimde ele alınmasını ve açıklanmasını amaçlıyor.
Srnicek’in sunduğu bu tabloyu, Melih Yeşilbağ’ın “Platformlaşma ve Türkiye Kapitalizmi: Bir Eşitsiz Gelişim Öyküsü” başlıklı yazısı tamamlıyor. Sermaye birikim süreçlerindeki konumları, pazar hâkimiyetleri, devlet nezdinde elde ettikleri güç ve emek piyasasında yarattıkları dönüşümlerle dijital platformların ekonomi-politik analizinde mutlaka dikkate alınması gereken önemli aktörler olduğuna işaret eden bu yazısında Yeşilbağ, platformların etkisiyle üretim süreçlerinden ticaret ağlarına birçok alanda yaşanan dramatik değişimlerin, günümüz toplumları üzerindeki çok boyutlu sonuçlarını tartışıyor. ABD ve Çin gibi teknoloji devi olarak bilinen coğrafyaların sınırları dışına yayılan bu değişimler, Türkiye örneğinde de kendini gösteriyor. Bu yazıyla Yeşilbağ, Türkiye’deki platformların (âdeta kapitalizminin eşitsiz ve bileşik gelişimini kanıtlarcasına) büyük teknoloji şirketlerine bağımlılıklarını sürdürmekle birlikte nasıl da kısa sürede büyüyerek farklı sektörlere açıldığını; altyapısal platform ve sektörel platform gibi ayrımları nasıl da geçersizleştirdiğini ortaya koyuyor.
Öte yandan, Özgür Yılmaz’ın yazısı, platform kapitalizminin ekonomi politiğine, teknoloji mefhumunun iş ve toplum ile temasını sınıf ilişkileri bağlamında anlama çabasıyla dâhil oluyor. “Dijital”, “neo” ya da “tekno” öneki ile tartışmayı “feodalizm” bağlamında yeniden düşünmeyi öneren tartışmaların eleştirel bir değerlendirmesini sunan yazar, ilgili literatürün sınıf kavrayışına ilişkin kapsamlı bir haritalandırmaya girişiyor. Dijitalleşmenin yeni (ve yoğun) bir proleterleşme dalgası yarattığını, ancak buna eşlik eden kuralsızlaştırma süreçlerinin de sınıfı örgütsüzleştirdiğini ve yalnızlaştırdığını vurgulayan yazar, bu yeni durumun yarattığı kolektif direniş imkânlarını da soruşturuyor.
Fuat Filizler ise günümüz bilişim-iletişim teknolojilerinin “neo-Taylorize” edici etkilerini Kurumsal Kaynak Planlama sistemlerini odağına alarak inceleyen “Sınıf Mücadelesinin Yeni bir Evresi ve Cephesi: Bilişim-İletişim Teknolojileri” başlıklı yazısında, bu teknolojilerin emek ve yaşam süreçleri üzerindeki parçalayıcı etkilerini tartışıyor. ERP sistemlerinin kullanımından veri işleyişe, kapitalizmin yeni araçlarının genel bir portresini sunan yazar, tartışmayı Türkiye sağlık sistemi vakasında özelleştirerek meseleyle ilgili somut tespitler de yapıyor. Yazı, bilişim-iletişim teknolojilerinin, tüm parçalama girişimine karşı emeğin daha ileri toplumsallaşma biçimlerini de ortaya çıkardığı iddiasından hareketle, bu teknolojilerin yeni bir toplumsallığı inşa edecek sınıf mücadelesinde kullanılmasının olanaklarını da sorguluyor.
Özlem İlyas, “Emeğin Geleceğine Evden Bakmak: Covid-19 Pandemisinde Hane İlişkileri ve Sınıfsal Dönüşüm” başlıklı yazısında, günümüz emek rejiminin önemli dinamiklerinden olan uzaktan çalışma olgusunun sınıfsal niteliğini ele alıyor. İlyas, Covid-19 pandemisiyle birlikte o âna dek olmadığı ölçüde hayatımızda yer almaya başlayan freelance iş ve uzaktan çalışma biçimlerinin hanenin kendisini, sınıfsal sömürüyü, bakım emeğini, yeniden üretimi, toplumsal cinsiyet ilişkilerini ve öznellik biçimlerini nasıl etkilediğini tartışıyor. Pandeminin ardından uzaktan çalışmaya başlayan emekçilerle yaptığı görüşmelere dayanan yazısında İlyas, mevzubahis dönüşümle birlikte geniş ve çeşitli bir alana yayılan sınıfsal çatışmayı belirleyen toplumsal süreçlerin çoklu yapısına ve bu dönüşümün içerisinde yer alan mücadele etme, farklı olanı arzulama ihtimaline dikkat çekiyor.
Dosya kapsamında son olarak McKenzie Wark’ın bir “Dijital işçiye mektubuna” yer veriyoruz. Dilara Öztekin’in çevirdiği bu mektupta “dijital emekçilere” seslenen Wark, dijital emeğin bedensel ve duygulanımsal maliyetlerine dikkat çekiyor. Bu mektup, kafelerin armut koltuklarında “kendini gerçekleştiren”, dünyayı geze geze çalışan dijital işçi imajının ardındaki uykusuz saatleri, göz torbalarını ve özgürlük kılığına bürünmüş güvencesiz ve esnek yaşamları da ortaya koyuyor. Wark’a göre dijital emek, bedenlerimizi yorgun ve tükenmiş hissettiriyor, zihnimizi karıştırıyor ve duygusal olarak bizi yıpratıyor. Dijital emekten verimlilik elde etmek için, analog dünyanın dokunuş ve duyularından feragat etmek zorunda kalıyoruz. Endüstrinin bu duruma çözüm olarak sunduğu masaj, terapi veya seks işçileri gibi önerilerle içinden çıkılmaz bir kısır döngüde sıkışıp kalıyoruz. Ancak, yazarın da hatırlattığı üzere, kazanmamız gereken bir dünya var ve bir çıkış yolu bulmamız şart.
Bu dosyayı, tam da bu çıkış yolunun nereden geleceğine işaret eden bir günün, 1 Mayıs’ın arifesinde yayımlıyoruz. “Paylaşım ekonomisi”, “işbirlikçi ekonomi” gibi süslü kavramların ve Uber gibi firmaların fütürist söylemlerinin ardında yatan, geleneksel işçi-işveren ilişkilerinin ötesindeki asimetri ve sömürüyü ifşa etmeye soyunan bu çalışmanın, meydanlarda karşılaşmamıza vesile olmasını dileriz. Teknolojiyle beraber yeni bir dünyaya açılacak bir portalın olmadığını biliyoruz. Bugün hayatımızın her alanına sızmış olan platformların ortaya çıkardığı yeni sömürü biçimlerini, dijitalleşmenin getirdiği işimize, iş arkadaşlarımıza ve kendimize yabancılaşmayı, sadece yüksek kârlılık hedefiyle hareket eden şirketlerin tekno-normatif vaatlerine boyun eğmeyi reddettiğimizi daha yüksek bir sesle vurgulamak için meydanlarda görüşmek üzere.
Yaşasın 1 Mayıs!
Dayanışmayla,
Sayı Editörleri: Mustafa Çağlar Atmaca, Burak Ceylan, Halil Can İnce