Ugo Palheta’nın Historical Materialism’de yayımlanan “Faşizm, faşistleşme, anti-faşizm” başlıklı makalesine yanıt olarak kaleme aldığı bu yazısında Enzo Traverso, son yıllarda küresel ölçekte yükselen aşırı sağ hareketlerin “post-faşist” olarak nitelediği özgün yanlarını anlatıyor. Evrensel bir “faşistleşme” dalgasına karşılık Traverso, ulusal bağlamların çeşitliliğini gözeten bir anti-faşist mücadeleye olan ihtiyacı vurguluyor.
Devamını Oku →Komünizm nedir? Ya da, komünizmden ziyade komünizmlerden mi söz etmek gerekir? Müteveffa antropolog David Graeber bu yazısında aşkın bir ideal, sınıfsız bir toplum teorisi, mutlak bir tarih anlayışı, bir devlet biçimi olarak bizi “gelecekte” bekleyen “mistik” Komünizmin yanında, aslında neredeyse insanlık kadar eski ve her türden insan ilişkisini düzenleyen içkin bir dayanışma ve işbirliği ilkesi, tatbik edilmesi gereken bir pratik olarak hep yanı başımızda olan “gündelik” komünizme doğru ufkumuzu genişletiyor.
Kimilerine göre, fuzuli işlerin yapay zekâ ve robotlar tarafından yapıldığı, işçilerin ise sanat ve spor faaliyetleri ile ilgilendiği gelecek artık uzak değil. Amazon’un Mekanik Türk’ü de dâhil olmak üzere mikroiş sitelerindeki kitlesel sömürünün izini süren Phil Jones, bu sırça masallar köşküne bir taş atıyor. Görkemi dağılan hayalin arkasındaki gerçek ise korkutucu: Platform Kapitalizmi hepimiz için geliyor; hem de 19. yüzyıldan miras sömürü yöntemlerini geliştirerek. Jones’un yeni kitabından alınan bu kesit, mikroiş sitelerindeki ücret, puanlama sistemleri gibi mekanizmalara odaklanarak uzaktan çalışmanın acımasız yüzüne projeksiyon tutuyor.
Salgın sonrası dünyada kapitalizmin merkez ve çevre ülkelere sunduğu yol haritaları arasındaki farka dikkat çektiği bu yazısında Prabhat Patnaik, IMF’nin iktisadi politikalarını ele alarak kapitalizmin doğasına dair mülahazalar yapıyor. IMF’nin mevzubahis politikalarda uyguladığı çifte standartların bugün palazlanan bir fenomen olmadığını, bilakis bunların kapitalizmin doğasına ve işleyişine has çifte standartlar olduğunu iddia eden Patnaik, iki yılı geride bırakan salgın ve kapitalizm ilişkisine üçüncü dünyadan bir ışık tutuyor.
“Kavramları reklamcıların elinden kurtarmalıyız” diyordu Deleuze. Komünizmin sürekli “yokluk”, “kemer sıkma”, “zevksiz mimari” gibi çağrışımlarla yapılan reklamı da kapitalizmin gündelik yaşamımız, anlam dünyamız üzerindeki iktidarının uyguladığı manipülasyondan başka bir şey değil. Komünizmin aslında yaşamın kapitalizm tarafından gasp edilen şaşaasını, zenginliğini ve renklerini geri kazanmanın tek yolu olduğunu söyleyen Frédéric Lordon bu yazısında, etik, politik ve estetik düzlemlerin kesişiminde gündelik hayatı mesele edinen bir komünist siyaset rotası çiziyor.
Jacques Rancière, ironik bir üslupla ırkçılığın yayılması için belirli ‘talimatlar’ verdiği bu metninde bir ideoloji olarak ırkçılığın nasıl işlediğinin, siyasetin kurumsal veçhelerinden gündelik hayata nasıl sirayet ettiğinin ve toplumsal nazar’ı belirli nesnelere yönlendirerek nasıl kurucu bir hakikat çerçevesine dönüştüğünün ipuçlarını veriyor. 1997 yılında yayımlanan, ırkçılığın ve aşırı sağın siyasal sahneyi yeniden kuşattığı bugünün dünyasında aradan geçen yirmi beş yıla rağmen güncelliğini koruyan bu metin, önemli bir ikaz mahiyeti taşıyor.
Fransa’da neoliberal Macron ile faşist Le Pen arasında geçen cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunun üzerinden iki hafta geçti. Solun dağınık ve güçsüz olduğu bir ortamda merkez siyasetin popüler figürü Macron, Le Pen karşısında bir kez daha galip geldi. Aradan geçen beş yılda pek az şeyin değiştiğini ortaya koyan Fransız düşünür Alain Badiou, seçimlerin 10 Nisan’da gerçekleşen ilk turunun hemen ardından yaptığı bu konuşmasında, sahici bir siyasallığın oy vermekten öte, hatta bunun tam aksi kutbunda bir edim olduğunu vurguluyor.
Amazon’un New York City’deki en büyük deposunun çalışanları, tüm baskılara rağmen şirkette sendikaya örgütlenen ilk işçiler oldu. Sendikalaşma için yapılan oylama 1 Nisan Cuma günü 2 bin 654 oya karşı 2 bin 131 oyla sendika lehine sonuçlandı. Bu sonuç, 1930’lardan bu yana Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en önemli işçi kazanımlarından biri. Eric Blanc’ın Amazon İşçi Sendikası’ndan Angelika Maldonado ile gerçekleştirdiği söyleşi, bu başarıya ilişkin içeriden bir muhasebe.
Kapitalizm basitçe bireyselliğin hüküm sürmesi değildir, o da kendi müşterek dünyasını organize eder. Eşitsizlik üzerine kurulu olan ve mütemadiyen yeniden ürettiği dünyasını… Bu dünyanın gözle görülür kesinliği karşısında eşitlik dünyası ise daima müphem ve deneyseldir; kendilerine özgü zamansallıkları ve kendilerine özgü etki biçimleri olan tekil eylemler, ilişkiler ve bağlar icat edilmesi ve bu icatların çoğulluğu yoluyla sürekli yeniden kurulması ve tekrar tekrar yeniden şekillendirilmesi gerekir.
Neoliberal devletlerin dayattığı önceliklere karşı yaygın ve aktif bir direnişe tanık olmamıza rağmen, bu direniş özgürleşme ve demokratik kontrole dayalı alternatif projelerin zayıflığı ile de maluldü. Kısmen “yalıtılmışlık” faktörü yüzünden kısmen de eski özgürlük dilinin bir kıymet-i harbiyesinin olmadığına inanılması ve yeni bir dilin de henüz üretilememiş olması yüzünden, bu projelerin güdük kalmış veya ancak belli bir ölçüde geliştirilebilmiş olduğunu görüyoruz.
Finansal Çöküş’ün damgasını vurduğu dönemde politikleşenler, hiçbir şeyin, hatta sonrasında uygulanan kemer sıkma politikalarının bile politik olarak tanımlanamadığı zamanları hatırlayacaktır. Bugünlerdeyse her şey siyaset. Öte yandan insanların böylesi geniş boyutlardaki yoğun politikleşmelerine karşın pek az kişi bir zamanların klasik, yirminci yüzyıl tarzı siyaset olarak tanımlayabileceğimiz türden örgütlü çıkar çatışmalarına dâhil oluyor. Anton Jäger’e göre bu, ‘post-politika’dan ‘hiper-politika’ya doğru yaşanan bir geçiş.
Pandemi tüm dünyada devletleri ekonomi başta olmak üzere yaşamın her alanına dönük güçlü müdahalelere zorladı. Devletin bu “geri dönüşü”, pek çokları gibi Marksistler açısından da yeni tartışmaların tetikleyicisi oldu. Panagiotis Sotiris, pandemi boyunca öne çıkan kimi argümanları vesile ederek, yönünü Marksist devlet teorisine ilişkin klasik tartışmalara çeviriyor. Devletin, sosyalizmin “bekleme odası” olamayacağı vurgusuyla bizi, ikili iktidar kavramını yeniden düşünmeye davet ediyor.
Kazakistan’daki toplumsal hareketlilik bir anda tüm dikkatleri üzerinde topladı. Bölgeye dair analizleri önemle takip edilen isimler arasında yer alan Pepe Escobar, olup bitenler karşısında ihtiyatlı davranmak gerektiğini söylüyor.
İngiltere Yüksek Mahkemesi, ABD’nin WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange’ın iadesi için açtığı davada ABD lehine karar verdi. Başta ABD olmak üzere çok sayıda ülkenin savaş suçlarını açığa çıkardığı için uzun yıllardır hedefte olan Assange, 2012 yılında Londra Ekvador Büyükelçiliğine sığınmıştı. 2019 yılında tutuklanarak İngiltere’de cezaevine konulan Assange, bu kararın ardından her an ABD’ye iade edilme tehdidi ile karşı karşıya. CounterPunch’ta yayımlanan bu yazıda John Pilger, Assange’a yönelik son operasyonun bir muhasebesini yapıyor.
Antonio Gramsci, Marksist düşünceye hediye ettiği kavramlarla bu düşünsel geleneğe en özgün katkılardan birini yaptı. Yirminci yüzyılın önde gelen entelektüel figürlerinden biri olan İtalyan komünistin fikirleri Hapishane Defterleri’nden Seçmeler’in 50 yıl önce yayımlanan İngilizce çevirisi ile dünya çapında yayılmaya başladı. O günden bu yana etkili bir referans kaynağı olmayı sürdürüyor.
Yaklaşık iki yıllık aranın ardından kampüslerine dönmeye hazırlanan üniversite öğrencilerinin karşı karşıya kaldığı fahiş kira artışları ve yetersiz yurt kapasitesi ile bir kez daha gündeme gelen barınma krizi, artık herkesin dilinde. Bu, yalnızca Türkiye’ye has bir kriz olmadığı gibi, öyle gelip geçici bir sorun da değil. Konut ve barınma, yoksullar için hep krizdeydi. David Madden ve Peter Marcuse, Engels’ten Lefebvre’e teorik bir gezintiyle, bu krizin yapısal nedenlerini ve kapitalizme içkin politik doğasını vurguluyor.
Weimar Cumhuriyeti döneminde yaşamış solcu bir şair olan Erich Kästner’in yeni şiir kitabına yönelik kaleme aldığı bu eleştiri yazısında Walter Benjamin, ilk defa “sol melankoli” tabirini kullanıyor. “Erich Kästner’in Yeni Şiir Kitabı Üzerine” alt başlığını taşıyan Benjamin’in 1930 tarihli bu metni, günümüzün sol melankoli tartışmaları açısından da halen önemini koruyor.
Gerek ulusal gerekse küresel ölçekte yaşanan politik süreçleri anlamak adına, belki de daha önce hiç olmadığı kadar, faşizm analojisine başvurulduğu bir dönemdeyiz. Alberto Toscano, Bloch’tan Adorno’ya, Sartre’dan Banaji’ye yirminci yüzyılda geliştirilen bir dizi faşizm teorisinden hareketle, bu analojinin bize ne gibi bilişsel ve stratejik olanaklar sunduğu üzerine kapsamlı bir tartışma yürütüyor. Geçmiş faşizm teorilerinin izini bugünde süren Toscano, öne sürdüğü “geç faşizm” kavramsallaştırması ile günümüze güçlü bir ışık tutuyor.
Dünya büyük bir yıkımın eşiğinde, hatta tam ortasında. Orman yangınları, seller, kıtlık, kuraklık, iklim değişikliği, salgın, göçmen karşıtlığı, faşizm tehlikesi… Bitmek bilmeyen bir felâketler silsilesi, bir kıyamet döngüsü. Dünya bir yok oluşa, korkunç bir sona doğru sürüklenirken bu döngüden “çıkış” nasıl mümkün olacak? Alternatif yok mu? Jodi Dean, dünyanın değil, kapitalizmin sonunu tahayyül etmenin gerekliliğinden hareketle, giderek yaygınlaşan “kapitalizmin alternatifsizliği” hissiyatına karşı, mücadelenin, yoldaşlığın ve dayanışmanın önemine dikkat çekiyor.
Ugo Palheta’nın Historical Materialism’in web sitesinde yayımlanan “Faşizm, faşistleşme, anti-faşizm” başlıklı yazısına cevaben kaleme aldığı bu yazısında David Renton, faşizmin şiddet ile ilişkisi üzerine bir tartışma yürütüyor.
Ugo Palheta’nın Historical Materialism’in web sitesinde yayımlanan “Faşizm, faşistleşme ve anti-faşizm” başlıklı yazısıyla başlayan faşizm tartışmasına bir katkı olarak kaleme aldığı bu yazıda Valerio Arcary, Brezilya özelinde yaşanan gelişmeler ışığında Bolsonaro’nun politik konumunu tartışıyor.