Ugo Palheta’nın Historical Materialism’in web sitesinde yayımlanan “Faşizm, faşistleşme ve anti-faşizm” başlıklı yazısıyla başlayan faşizm tartışmasına bir katkı olarak kaleme aldığı bu yazıda Valerio Arcary, Brezilya özelinde yaşanan gelişmeler ışığında Bolsonaro’nun politik konumunu tartışıyor.
Ugo Palheta’nın Historical Materialism’de yayımlanan “Faşizm, faşistleşme ve anti-faşizm” başlıklı yazısına cevaben kaleme aldığı bu yazıda Ken Kawashima, faşizmi kapitalizmin emperyalist aşamasında yaşanan krize yönelik bir reaksiyon olarak ele almayı öneriyor.
Ugo Palheta’nın Historical Materialism’de yayımlanan “Faşizm, faşistleşme, anti-faşizm” başlıklı makalesine yanıt olarak kaleme aldığı bu yazısında Enzo Traverso, son yıllarda küresel ölçekte yükselen aşırı sağ hareketlerin “post-faşist” olarak nitelediği özgün yanlarını anlatıyor. Evrensel bir “faşistleşme” dalgasına karşılık Traverso, ulusal bağlamların çeşitliliğini gözeten bir anti-faşist mücadeleye olan ihtiyacı vurguluyor.
Peru’da 6 Haziran’da yapılan devlet başkanlığı seçimini, Özgür Peru Partisi’nin sol adayı Pedro Castillo kazandı. Chota eyaletindeki çiftçi bir ailenin oğlu olan Pedro Castillo’nun zaferi, Peru Solu açısından oldukça önemli.
Andy Merrifeld bu yazısında, Marx’ın lümpen proletarya kavramını odağına alarak, ama ona Frantz Fanon ve Bakunin üzerinden eleştiri de getirerek, “tehlikeli sınıflar” etrafında örülebilecek bir siyasallığın imkânlarını tartışıyor. Spinoza’nın dediği gibi, “avam korkmazsa korkutucu olur”; Merrifield da, Kara Panterler’den Balzac romanlarının lümpen karakterlerine, Amerikan gettolarından Paris banliyölerine kadar bir dizi örnek üzerinden, korkulan olmanın, tehlikeli olmanın, işsiz olmanın, boş zamana sahip olmanın, Marx’ın kavrama yüklediği olumsuzluğun aksine, tahripkar bir siyasallığın bileşenleri olabileceğini iddia ediyor.
Covid-19, toplumsal patolojik fay hatlarını derinleştiriyor, hâlihazırda “tükenmiş” toplumumuzu daha da yıpratıyor ve bizi toplu bir hâlsizliğe sürüklüyor. Bu sebeple, koronavirüsün “yorgunluk virüsü” olarak anılması da gayet yerinde olur. Yakında virüsü alt etmek için yeteri kadar aşımız olacak, lakin depresyon pandemisi için aynı şey geçerli değil.
Time Dergisi’nde yayımlanan bu kısa değerlendirmesinde Judith Butler, yaşadığımız gezegenle kurduğumuz ilişkiyi COVID-19 ve toplumsal eşitsizlikler bağlamında yeniden ele alıyor. Pandemi ile pekişen karşılıklı bağlılık hissine vurgu yapan yazar, yaşanabilir bir dünya yaratmanın yolunun katılaşmış bireyselliklerimizi dağıtmaktan geçtiğini söylüyor.
Dijital yayın platformları, müzikteki tekel pozisyonlarını pandemi boyunca büyütürken, Ted Mair, bu tekelleşmenin ortaya serdiği sonuçların şarkıların yapılarında dahi fark edilebilir hale geldiğini öne sürüyor.
Sokakların boşalıyor olmasının yol açtığı umutsuzluk, kayıtsızlığa teslim olmanın hissettirdiği suçluluk ve örgütün çözülüşünün getirdiği endişe… Tükenmişlik, tarihsel bir dönem, bir “çağ” teşkil ediyor mu? Bu durum hakkında ne yapabiliriz? Bu soruyu cevaplamak, ciddi ve rahatsız edici bir şekilde tükenmişlikle hesaplaşmak anlamına geliyor.
Feminist hareket, kamu borçluluğu meselesinin henüz gündemin ana belirleyeni hâline dönüşmediği günlerde bile özel/aile-içi olarak görülen borçlandırma ile kamusal borçlandırma arasındaki köprüyü kurabilmişti. Bu başarısının arkasında yatan ise, feminist hareketin borcun bizatihi kendisini bir çeşit itaat üretme makinesi olarak ortaya koyabilmesidir.
Günümüz felsefesinin en yaratıcı ve belki de bu sebeple en ayrıksı isimlerinden Jacques Rancière’nin kısa metinlerini bir araya getiren “Dissensus: Politika ve Estetik Üzerine” başlıklı derleme geçtiğimiz günlerde Ayrıntı Yayınları etiketiyle Türkçe olarak raflarda yerini aldı. Todd May’in kaleme aldığı bu inceleme 2010 yılında Notre Dame Philosophical Reviews’da yayımlandı. İncelemeyi, kitabın Türkçe baskısı vesileyle okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.
Temel antagonizma kurulu düzen ile Sol arasındadır. Bunun en açık şekilde ortaya çıktığı yer son başkanlık münazarası. Trump münazarada Biden’ı “Ücretsiz Sağlık Sigortası”nı savunmak ve “Sanders’la aynı fikirde” olmakla itham etti. Biden’ın cevabı ise “Ben Bernie’yi yenerek geldim.” oldu. Bu cevabın mesajı açık: Biden yalnızca Trump’ın daha insancıl gözüken bir versiyonu, birbirlerine muhalif olsalar da düşmanları bir.
Yabancılaşmış emeğin üstesinden gelme çabasında praksis, özgün bir eleştiri ortaya koyabilmek için umutsuzluk ile barışmayı, ve sonrasında da bu umutsuzluğun öğretilmesini gerektirir. Öyleyse ana ilke, bu gibi bir eleştiriyi işçiler ile kemer sıkma politikalarının tesir ettiği öteki kesimlerin birlikte kuracağı bir dayanışma üzerine düşünmek için kullanmak olmalıdır.
Bilginin değerine ilişkin birbiriyle çelişen bu iki anlayış, üniversitenin fildişi kulesinin ötesine doğru genişleme, toplumsal organizasyona ilişkin iki farklı tahayyülü tetikleme potansiyeli taşıyor: biri meta üzerine kurulu, bilginin, kaynakların ve hakların özel mülkiyetini esas alan, diğeri ise müştereklerden ilham alan tahayyül. Öyleyse, politik olarak önümüzde duran soru şu: Her şeyi mülkiyet ve yatırım nesnesine indirgeyen neoliberal projeye karşı müşterekleri nasıl geliştirebilir, ortaklığı nasıl özneleştirir ve bir yaşam biçimi haline getirebiliriz?
2008 krizinin ardından hegemonya bunalımı yaşayan neoliberalizmin yıllar süren özelleştirme ve kemer sıkma politikaları sonucunda işlevsiz hale getirdiği “kamusallığı” tartıştığı bu yazısında Chantal Mouffe, mevzubahis krizi Covid-19 bağlamında ele alıyor ve sağ’a kaptırılmaması gereken bir imkân olarak değerlendirilmesi gerektiğini iddia ediyor.
Eleştirel düşüncenin özgün kalemlerinden Walter Benjamin, 80 yıl önce bugün Nazilerin işgali altındaki Fransa’dan kaçmaya çalıştığı sırada yaşamına son verdi. Benjamin’in ölüm yıl dönümünde, onun önemli metinlerini İngilizce’ye çevirmiş olan Esther Leslie’nin 5 yıl önce kaleme aldığı metinden parçaları çevirdik.
Verso yayınlarından çıkan Mistaken Identity adlı kitabın yazarı Asad Haider, “iptal kültürü” terimini ifade özgürlüğü tartışmalarının tarihselliği içerisinden okumayı teklif ettiği bu yazısında tartışmaların beslendiği maddi olayları özetleyip; ortaya çıkan kutupların sınırlarını netleştiriyor.
Deneyimli gazeteci Patrick Cockburn, kendi “salgın” ve “savaş gazeteciliği” deneyimlerinden hareketle günümüzün koronavirüs salgınını ve onun yarattığı “pandemi gazeteciliğini” ele alıyor. “Gazetecilik yaptığım savaşların hiçbiri kesin olarak bitmiş değil. Fakat bunların unutulmasının asıl sebebi, artık haber bültenlerinde yer almıyor olmaları.” diyen Cockburn’e göre, başarılı bir aşı bulunamazsa, benzer bir durumun Covid-19 için yaşanması işten bile değil.
Çağdaş kapitalist kentleşmenin acımasızlığı ve çağdaş konut sisteminin rekabetçiliği, bakım krizini şiddetlendirmekte ve kendi çıkarına kullanmaktadır. Eğer şehirciliğin bir geleceği olacaksa, barınma ve toplumsal yeniden üretim arasındaki ilişkilerin hem daha iyi anlaşılması hem de kökten değiştirilmesi gerekir.
Birlikte yazmanın temel sırrı, neticede ortaya çıkan metnin yazarların kendi başlarına üretebileceklerinin toplamından çok daha öteye geçebilmesinde yatıyor. Çalışma süreci elbette bileşik bir araştırma üzerine kurulu. Ancak argümanlara karar verme ve de özellikle yazma sürecinde bir çeşit simyacılık vuku buluyor ve Marx’ın bizzat işbirliğinden doğmakta olduğunu söylediği üretici gücü andıran bir şekilde, yeni bir element meydana geliyor.