Andy Merrifeld bu yazısında, Marx’ın lümpen proletarya kavramını odağına alarak, ama ona Frantz Fanon ve Bakunin üzerinden eleştiri de getirerek, “tehlikeli sınıflar” etrafında örülebilecek bir siyasallığın imkânlarını tartışıyor. Spinoza’nın dediği gibi, “avam korkmazsa korkutucu olur”; Merrifield da, Kara Panterler’den Balzac romanlarının lümpen karakterlerine, Amerikan gettolarından Paris banliyölerine kadar bir dizi örnek üzerinden, korkulan olmanın, tehlikeli olmanın, işsiz olmanın, boş zamana sahip olmanın, Marx’ın kavrama yüklediği olumsuzluğun aksine, tahripkar bir siyasallığın bileşenleri olabileceğini iddia ediyor.
Devamını Oku →Kapitalizm basitçe bireyselliğin hüküm sürmesi değildir, o da kendi müşterek dünyasını organize eder. Eşitsizlik üzerine kurulu olan ve mütemadiyen yeniden ürettiği dünyasını… Bu dünyanın gözle görülür kesinliği karşısında eşitlik dünyası ise daima müphem ve deneyseldir; kendilerine özgü zamansallıkları ve kendilerine özgü etki biçimleri olan tekil eylemler, ilişkiler ve bağlar icat edilmesi ve bu icatların çoğulluğu yoluyla sürekli yeniden kurulması ve tekrar tekrar yeniden şekillendirilmesi gerekir.
Neoliberal devletlerin dayattığı önceliklere karşı yaygın ve aktif bir direnişe tanık olmamıza rağmen, bu direniş özgürleşme ve demokratik kontrole dayalı alternatif projelerin zayıflığı ile de maluldü. Kısmen “yalıtılmışlık” faktörü yüzünden kısmen de eski özgürlük dilinin bir kıymet-i harbiyesinin olmadığına inanılması ve yeni bir dilin de henüz üretilememiş olması yüzünden, bu projelerin güdük kalmış veya ancak belli bir ölçüde geliştirilebilmiş olduğunu görüyoruz.
Finansal Çöküş’ün damgasını vurduğu dönemde politikleşenler, hiçbir şeyin, hatta sonrasında uygulanan kemer sıkma politikalarının bile politik olarak tanımlanamadığı zamanları hatırlayacaktır. Bugünlerdeyse her şey siyaset. Öte yandan insanların böylesi geniş boyutlardaki yoğun politikleşmelerine karşın pek az kişi bir zamanların klasik, yirminci yüzyıl tarzı siyaset olarak tanımlayabileceğimiz türden örgütlü çıkar çatışmalarına dâhil oluyor. Anton Jäger’e göre bu, ‘post-politika’dan ‘hiper-politika’ya doğru yaşanan bir geçiş.
Pandemi tüm dünyada devletleri ekonomi başta olmak üzere yaşamın her alanına dönük güçlü müdahalelere zorladı. Devletin bu “geri dönüşü”, pek çokları gibi Marksistler açısından da yeni tartışmaların tetikleyicisi oldu. Panagiotis Sotiris, pandemi boyunca öne çıkan kimi argümanları vesile ederek, yönünü Marksist devlet teorisine ilişkin klasik tartışmalara çeviriyor. Devletin, sosyalizmin “bekleme odası” olamayacağı vurgusuyla bizi, ikili iktidar kavramını yeniden düşünmeye davet ediyor.
Kazakistan’daki toplumsal hareketlilik bir anda tüm dikkatleri üzerinde topladı. Bölgeye dair analizleri önemle takip edilen isimler arasında yer alan Pepe Escobar, olup bitenler karşısında ihtiyatlı davranmak gerektiğini söylüyor.
İngiltere Yüksek Mahkemesi, ABD’nin WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange’ın iadesi için açtığı davada ABD lehine karar verdi. Başta ABD olmak üzere çok sayıda ülkenin savaş suçlarını açığa çıkardığı için uzun yıllardır hedefte olan Assange, 2012 yılında Londra Ekvador Büyükelçiliğine sığınmıştı. 2019 yılında tutuklanarak İngiltere’de cezaevine konulan Assange, bu kararın ardından her an ABD’ye iade edilme tehdidi ile karşı karşıya. CounterPunch’ta yayımlanan bu yazıda John Pilger, Assange’a yönelik son operasyonun bir muhasebesini yapıyor.
Antonio Gramsci, Marksist düşünceye hediye ettiği kavramlarla bu düşünsel geleneğe en özgün katkılardan birini yaptı. Yirminci yüzyılın önde gelen entelektüel figürlerinden biri olan İtalyan komünistin fikirleri Hapishane Defterleri’nden Seçmeler’in 50 yıl önce yayımlanan İngilizce çevirisi ile dünya çapında yayılmaya başladı. O günden bu yana etkili bir referans kaynağı olmayı sürdürüyor.
Yaklaşık iki yıllık aranın ardından kampüslerine dönmeye hazırlanan üniversite öğrencilerinin karşı karşıya kaldığı fahiş kira artışları ve yetersiz yurt kapasitesi ile bir kez daha gündeme gelen barınma krizi, artık herkesin dilinde. Bu, yalnızca Türkiye’ye has bir kriz olmadığı gibi, öyle gelip geçici bir sorun da değil. Konut ve barınma, yoksullar için hep krizdeydi. David Madden ve Peter Marcuse, Engels’ten Lefebvre’e teorik bir gezintiyle, bu krizin yapısal nedenlerini ve kapitalizme içkin politik doğasını vurguluyor.
Weimar Cumhuriyeti döneminde yaşamış solcu bir şair olan Erich Kästner’in yeni şiir kitabına yönelik kaleme aldığı bu eleştiri yazısında Walter Benjamin, ilk defa “sol melankoli” tabirini kullanıyor. “Erich Kästner’in Yeni Şiir Kitabı Üzerine” alt başlığını taşıyan Benjamin’in 1930 tarihli bu metni, günümüzün sol melankoli tartışmaları açısından da halen önemini koruyor.
Gerek ulusal gerekse küresel ölçekte yaşanan politik süreçleri anlamak adına, belki de daha önce hiç olmadığı kadar, faşizm analojisine başvurulduğu bir dönemdeyiz. Alberto Toscano, Bloch’tan Adorno’ya, Sartre’dan Banaji’ye yirminci yüzyılda geliştirilen bir dizi faşizm teorisinden hareketle, bu analojinin bize ne gibi bilişsel ve stratejik olanaklar sunduğu üzerine kapsamlı bir tartışma yürütüyor. Geçmiş faşizm teorilerinin izini bugünde süren Toscano, öne sürdüğü “geç faşizm” kavramsallaştırması ile günümüze güçlü bir ışık tutuyor.
Dünya büyük bir yıkımın eşiğinde, hatta tam ortasında. Orman yangınları, seller, kıtlık, kuraklık, iklim değişikliği, salgın, göçmen karşıtlığı, faşizm tehlikesi… Bitmek bilmeyen bir felâketler silsilesi, bir kıyamet döngüsü. Dünya bir yok oluşa, korkunç bir sona doğru sürüklenirken bu döngüden “çıkış” nasıl mümkün olacak? Alternatif yok mu? Jodi Dean, dünyanın değil, kapitalizmin sonunu tahayyül etmenin gerekliliğinden hareketle, giderek yaygınlaşan “kapitalizmin alternatifsizliği” hissiyatına karşı, mücadelenin, yoldaşlığın ve dayanışmanın önemine dikkat çekiyor.
Ugo Palheta’nın Historical Materialism’in web sitesinde yayımlanan “Faşizm, faşistleşme, anti-faşizm” başlıklı yazısına cevaben kaleme aldığı bu yazısında David Renton, faşizmin şiddet ile ilişkisi üzerine bir tartışma yürütüyor.
Ugo Palheta’nın Historical Materialism’in web sitesinde yayımlanan “Faşizm, faşistleşme ve anti-faşizm” başlıklı yazısıyla başlayan faşizm tartışmasına bir katkı olarak kaleme aldığı bu yazıda Valerio Arcary, Brezilya özelinde yaşanan gelişmeler ışığında Bolsonaro’nun politik konumunu tartışıyor.
Ugo Palheta’nın Historical Materialism’de yayımlanan “Faşizm, faşistleşme ve anti-faşizm” başlıklı yazısına cevaben kaleme aldığı bu yazıda Ken Kawashima, faşizmi kapitalizmin emperyalist aşamasında yaşanan krize yönelik bir reaksiyon olarak ele almayı öneriyor.
Ugo Palheta’nın Historical Materialism’de yayımlanan “Faşizm, faşistleşme, anti-faşizm” başlıklı makalesine yanıt olarak kaleme aldığı bu yazısında Enzo Traverso, son yıllarda küresel ölçekte yükselen aşırı sağ hareketlerin “post-faşist” olarak nitelediği özgün yanlarını anlatıyor. Evrensel bir “faşistleşme” dalgasına karşılık Traverso, ulusal bağlamların çeşitliliğini gözeten bir anti-faşist mücadeleye olan ihtiyacı vurguluyor.
Peru’da 6 Haziran’da yapılan devlet başkanlığı seçimini, Özgür Peru Partisi’nin sol adayı Pedro Castillo kazandı. Chota eyaletindeki çiftçi bir ailenin oğlu olan Pedro Castillo’nun zaferi, Peru Solu açısından oldukça önemli.
Andy Merrifeld bu yazısında, Marx’ın lümpen proletarya kavramını odağına alarak, ama ona Frantz Fanon ve Bakunin üzerinden eleştiri de getirerek, “tehlikeli sınıflar” etrafında örülebilecek bir siyasallığın imkânlarını tartışıyor. Spinoza’nın dediği gibi, “avam korkmazsa korkutucu olur”; Merrifield da, Kara Panterler’den Balzac romanlarının lümpen karakterlerine, Amerikan gettolarından Paris banliyölerine kadar bir dizi örnek üzerinden, korkulan olmanın, tehlikeli olmanın, işsiz olmanın, boş zamana sahip olmanın, Marx’ın kavrama yüklediği olumsuzluğun aksine, tahripkar bir siyasallığın bileşenleri olabileceğini iddia ediyor.
David Harvey’nin “sebatkâr ses” diye andığı Fransız sosyolog ve felsefeci Henri Lefebvre, 90 yıllık uzun yaşamının ardında, sosyal bilimlerden mimarlığa uzanan çeşitli alanlardaki araştırmacıları derinden etkileyen çok sayıda eser bıraktı. William Lewis, 1960’ların bilimsel ve politik tartışmalarının sesleri arasında, Lefebvre’in diyalektik yöntem ve epistemolojiye dair çıkardığı gürültüleri anlatıyor.
Covid-19, toplumsal patolojik fay hatlarını derinleştiriyor, hâlihazırda “tükenmiş” toplumumuzu daha da yıpratıyor ve bizi toplu bir hâlsizliğe sürüklüyor. Bu sebeple, koronavirüsün “yorgunluk virüsü” olarak anılması da gayet yerinde olur. Yakında virüsü alt etmek için yeteri kadar aşımız olacak, lakin depresyon pandemisi için aynı şey geçerli değil.
Karl Marx, kızı Jenny ile birlikte Paris Komünü’ne hayali bir yolculuk yapsaydı neler olurdu? Michael Löwy ile Olivier Besancenot’nun bu fikirden hareketle kaleme aldıkları “Marx à Paris, 1871: Le cahier bleu de Jenny” [Marx Paris’te, 1871: Jenny’nin Mavi Defteri] başlıklı kitap vesilesiyle kitabın yazarlarından Besancenot ile gerçekleştirilen bu söyleşi, 150. yılını kutladığımız Paris Komünü’nün barikatları arasında okuru kısa bir yolculuğa çıkarıyor.