Elitler kimlik siyasetini neden pek sever?

Dört yıllık Biden döneminin ardından ABD’de Trump yeniden Beyaz Saray’da. Harris’in yenilgisi, Demokratların kimlik siyasetine dayalı stratejisini tekrar gündeme taşıdı. Jacobin’den Melissa Naschek’in sorularını yanıtlayan Vivek Chibber, kimlik siyasetinin ABD’deki tarihsel kökenlerini, sermaye ile bağını ve solun buradan nasıl çıkış bulabileceğini tartışıyor. Kimlik siyasetinin elitlerin elinde bir hegemonya aracı haline getirilerek sınıf mücadelesini geri plana ittiğini savunan Chibber, işçi sınıfının geniş kesimlerini kapsayan bir mücadele inşa etmenin gerekliliğine dikkat çekiyor.

15 Aralık 2024

Yeni bir dünya düzeninin politik koşulları

Savaş, soygun ve şiddet kapitalist toplumun yeniden üretiminde nasıl bir işlev görüyor? Maurizio Lazzarato, Ekim 2024 tarihli “Neden savaş?” başlıklı makalesinin devamı olan bu yazısında, Marksist ve Foucaultcu üretim ve biyo-iktidar yorumlarının iç savaşlar, hükümet darbeleri ve sınıf mücadelesinin siyasal hayatta oynadığı kurucu rolü yeterince önemsemediğini ve bunun da pasifize edilmiş bir toplumsal düzen anlayışına yol açtığını savunuyor.

Siyaset konuşmamak üzerine

Hakikatin esamesinin çoktandır okunmadığı yerde, edilen her sözün “kanaatlerden bir kanaate” dönüştüğü, değişken kanaatlerin bir diktatörlüğü altında yaşıyoruz. “Sözün gücü” denen şeyden artık bahseden yok, daha ziyade bir söz enflasyonu var şimdi. Öyle ki bu gürültü, konuşanın kendi sesini dahi işitmesine imkân vermiyor. Ulus Baker’in yerinde ifadesiyle bir “gevezelikler toplumu” bu. Peki, bunca kuru gürültünün arasında, sessizliğin bir değeri olabilir mi? Mustafa Çağlar Atmaca, bu kısa yazısında, Ulus Baker’den Hikmet Kıvılcımlı’ya, Gramsci’den Marx’a metinlerarası bir gezintiyle, sahici bir ses işitmek, konuşmaya da değerini geri kazandırmak için bir “suskunluk siyaseti” öneriyor.

AKP’nin emek rejimi, otoriterleşme ve Türkiye’nin zombi neoliberalizmi

Türkiye’de neoliberal kalkınma modeli 2010’larda bir zombiye dönüştü. Sermaye ve servet birikimi süreçlerini demokratik talep ve kısıtlardan izole etme uğraşı ile mevcut emek rejimi Türkiye’de neoliberalizmi hâlâ canlı tutuyor. Zombinin ölü kısmı ise bir zamanlar emekçi sınıflara verilmiş olan refah ve sınıf atlama vaadi. Bu vaatlerin boşluğu, özellikle pandemi koşullarında artan şekilde görünür hale gelirken, bu durum hem mevcut kalkınma modelini hem de otoriter rejimi zayıflatmaya devam ediyor.

Horgörü öğünü

7 Haziran 2022

Geçtiğimiz günlerde Twitter gündemini abes bir tartışma işgal etti: “Eve temizliğe gelen gündelikçiye yemek verilmeli mi?” Abesliği bir yana bırakılırsa, memleketin sınıfsal-kültürel yarıklarına güçlü bir ışık tutuyordu bu tartışma: gündelikçi ile işvereni “özgürce” girdikleri düşünülen bir pazarlıkta eşitleyerek “aralarındaki sözleşme neyse o” diyenler bir yanda, açıkça “verilmez” diyenler ile “performansına bağlı” diyenler öbür yanda… Bu neoliberal cüretkârlığın ve dobralığın yanında bir tutum daha vardı ki o, belki de daha örtük ve sinsi bir “aşağılama” ile “yemek verilmeli” diyenlerin diline sirayet ediyordu. Mehmet Mutlu bu yazıda, yoksulun maruz kaldığı, iyilik ve cömertlik tınısıyla dillendirilen işte bu şiddet söylemine işaret ediyor.

Küresel devlet borçluluğuna Mısır üzerinden bakmak

27 Ekim 2024

Küresel Güney ülkeleri için kalkınma aracı olduğu iddia edilen dış borcun, tam aksine bir neo-sömürgecilik mekanizmasına dönüştüğünü ortaya koyan Ulaş Taştekin, Mısır ve benzeri ülkelerde dış borçlanmanın, ekonomik egemenliği nasıl adım adım uluslararası finansal ağların kontrolüne bıraktığını ayrıntılı bir şekilde inceliyor. Yazar, Mısır’ı merkeze almasına rağmen, küresel finansal kırılganlıklar bağlamında benzer yapısal sorunları paylaşan diğer ülkeleri de analizine dahil ederek, bu ülkelerdeki borç dinamiklerine dair kapsamlı bir değerlendirme sunuyor.

Yokluğuyla oradaydı! Türkiye’de neoliberalizm, işçi sınıfı ve siyaset

13 Mart 2022

Neoliberal dönemde sınıf bilincinin gelişimine dair handikapları aşma becerisi, 2021 yılının sonu itibariyle yükselişe geçen işçi eylemlerinin ne derece anlamlı siyasal sonuçlar üretebileceğinin de ölçütü olacak. İşçi sınıfı tekrar güneşin altındaki yerini alırken sosyalizme dair hafızayı da tazelemek, sosyalizmi emekçi sınıfların kurtuluş paradigması olarak yeniden canlandırmanın yollarını aramak, bu mücadelelere katkı sunmak için iyi bir seçenek gibi görünüyor.

Ekonomi-politik ayrımında neyi seçeceğini seçme sanatı olarak toplumsal mücadele: Politik seçimler üzerine bazı notlar

13 Mart 2022

Sağın karşısında kazanılan anti-neoliberal zafer ve mevcut tarihsel sınırlılıklar arasındaki gerilimde, o tarihsel sorudan kaçış yok: Seçimler ile mevcut düzeni değiştirmek mümkün mü?
Emekçilerin iktidar bloku içerisinde kurucu bir unsur olmadığı günümüz dinamikleri göz önüne alındığında bu yazının kaleme alınmasına sebep olan temel motivasyon, modern ‘burjuva’ devleti, oluştuğu tarihsel zemin olan Fransız Devrimi’nden koparıp burjuvaziye mâl etmenin, burjuva ideolojisinin emekçiler aleyhine en büyük tarihsel kazanımlarından biri olduğunun düşünülmesidir.

Neoliberalizmin çoklu krizleri

Historical Materialism Konferansının bu yıl Kadir Has Üniversitesinde gerçekleşen İstanbul ayağı vesilesiyle yakaladığımız Alfredo Saad-Filho ile Burak Ceylan’ın gerçekleştirdiği bu söyleşi, çoklu krizin her kriz başlığını ayrı ayrı ele almak yerine, bu başlıkların ilişkiselliğini vurguluyor. Finansallaşma ile ekolojik yıkım arasındaki bağlantıyı hatırlatan Saad-Filho, neoliberalizm ile devlet arasındaki ilişkinin de altını çiziyor.

Elitler kimlik siyasetini neden pek sever?

Dört yıllık Biden döneminin ardından ABD’de Trump yeniden Beyaz Saray’da. Harris’in yenilgisi, Demokratların kimlik siyasetine dayalı stratejisini tekrar gündeme taşıdı. Jacobin’den Melissa Naschek’in sorularını yanıtlayan Vivek Chibber, kimlik siyasetinin ABD’deki tarihsel kökenlerini, sermaye ile bağını ve solun buradan nasıl çıkış bulabileceğini tartışıyor. Kimlik siyasetinin elitlerin elinde bir hegemonya aracı haline getirilerek sınıf mücadelesini geri plana ittiğini savunan Chibber, işçi sınıfının geniş kesimlerini kapsayan bir mücadele inşa etmenin gerekliliğine dikkat çekiyor.

Yeni bir dünya düzeninin politik koşulları

15 Aralık 2024

Savaş, soygun ve şiddet kapitalist toplumun yeniden üretiminde nasıl bir işlev görüyor? Maurizio Lazzarato, Ekim 2024 tarihli “Neden savaş?” başlıklı makalesinin devamı olan bu yazısında, Marksist ve Foucaultcu üretim ve biyo-iktidar yorumlarının iç savaşlar, hükümet darbeleri ve sınıf mücadelesinin siyasal hayatta oynadığı kurucu rolü yeterince önemsemediğini ve bunun da pasifize edilmiş bir toplumsal düzen anlayışına yol açtığını savunuyor.

Finansallaşma kıskacında borcu anlamak

Borç, günümüzde toplumsal cinsiyet rollerini, sınıfsal ilişkileri ve emek süreçlerini köklü bir şekilde dönüştüren bir yeniden üretim mekanizmasına dönüşmüş durumda. Peki, borçlanmanın giderek kaçınılmaz hale gelmesinin ardında hangi yapısal dinamikler var? Elif Karaçimen ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşide, borç olgusunu ele alarak hanehalklarının borçlandırılma süreçlerindeki özel rolünü ve Küresel Güney’deki şirketlerin, bağımlı finansallaşma dinamikleri altında borç mekanizmalarına nasıl entegre olduklarını tartışıyoruz.

Neoliberalizmin çoklu krizleri

Historical Materialism Konferansının bu yıl Kadir Has Üniversitesinde gerçekleşen İstanbul ayağı vesilesiyle yakaladığımız Alfredo Saad-Filho ile Burak Ceylan’ın gerçekleştirdiği bu söyleşi, çoklu krizin her kriz başlığını ayrı ayrı ele almak yerine, bu başlıkların ilişkiselliğini vurguluyor. Finansallaşma ile ekolojik yıkım arasındaki bağlantıyı hatırlatan Saad-Filho, neoliberalizm ile devlet arasındaki ilişkinin de altını çiziyor.

İpek Duben, Şerife 6-7-8-, 1982 (Kaynak: İstanbul Modern).

Emeğin gözüyle toplumsal cinsiyeti, ırkı ve sınıfı yeniden düşünmek

Nancy Fraser, Capital & Class’tan Jule Goikoetxea’nın sorularını yanıtladığı bu söyleşide toplumsal cinsiyeti, ırkı ve sınıfı emek kavramı çerçevesinde yeniden düşünerek kapitalizmin genişletilmiş bir tanımını ortaya koyuyor. Fraser, feminizmi, ırkçılık karşıtlığını ve sendikal hareketi birbirine sıkı sıkıya bağlı üç ayrı emek hareketi olarak ele almayı önerirken geri çekilmek, uzlaşmak ya da romantik tasarılar ortaya koymakla değil karşı hegemonik bloğun nasıl oluşturulacağı sorusuyla ilgilenmemiz gerektiğini hatırlatarak dikkatimizi “sosyalizmin kalbi ve ruhu” olarak tanımladığı toplumsal artık üzerindeki kolektif hâkimiyeti sağlamayı nasıl başarabileceğimiz sorusuna çevirmemiz gerektiğine işaret ediyor.

Bir yoksulluktan diğerine kapitalizm ve Türkiye

Yoksulluğu toplumun dışında, marjinal bir olgu olarak ele alan ana akım sosyal bilimler literatürünün önemli bir bölümü onu bireyin kendi tercihlerinin bir sonucuna indirger. Ahmet Haşim Köse ve Serdal Bahçe ile yaptığımız bu söyleşi, yoksulluğu konuşmak için öncelikle “nasıl bir toplumda yaşadığımızı” sormak gerektiğine yapılan vurguyla, yoksulluğun kapitalist bir toplumdaki kendine özgü biçimlerine dikkat çekiyor. Köse ve Bahçe, yoksulluğu kendi başına bir olgu, yoksullaşmayı ise bireysel tercihlerin bir sonucu olarak ele almak yerine onun, tarihsel olarak işçileşmenin ayrılmaz bir dışa vurumu olduğuna işaret ediyor.