Başka bir dünyanın sefaleti: Yoksulluğun sergilenmesi

Romantik bir bakışın nesnesindeki yoksullar, daima dışarılarda bir yerlerde bizi bekleyen, bir öteki olarak hep karşılaştığımız, uzaktan izleyip baktığımız, ilgimize mazhar olurlarsa imajlarını kaydettiğimiz bir “başka dünyadanlık” taşırlar. Kriminalize edici söylemin aksine, oralarda bizim kendimizin bulamadığı sahici ilişkiler, iyi niyetler, güzellikler görür bu romantize edici söylem. Dilara Öztekin, Bauman’ın “hayırseverlik karnavalı” tabirine referansla, Türkiye medyası üzerinden bu yoksulluk güzellemelerini ifşa ediyor.

Marx’ın “Tehlikeli Sınıfları”

Andy Merrifeld bu yazısında, Marx’ın lümpen proletarya kavramını odağına alarak, ama ona Frantz Fanon ve Bakunin üzerinden eleştiri de getirerek, “tehlikeli sınıflar” etrafında örülebilecek bir siyasallığın imkânlarını tartışıyor. Spinoza’nın dediği gibi, “avam korkmazsa korkutucu olur”; Merrifield da, Kara Panterler’den Balzac romanlarının lümpen karakterlerine, Amerikan gettolarından Paris banliyölerine kadar bir dizi örnek üzerinden, korkulan olmanın, tehlikeli olmanın, işsiz olmanın, boş zamana sahip olmanın, Marx’ın kavrama yüklediği olumsuzluğun aksine, tahripkar bir siyasallığın bileşenleri olabileceğini iddia ediyor.

DOSYA: “Üniversite: Eğitim, Bilim, Mücadele”

Üniversite, her geçen gün artan yoğunlukta bir saldırı ile karşı karşıya. Niteliksizleşen eğitim, kadrolaşma, kariyerizm, piyasalaşma, güvencesizlik, gelecek kaygısı, eleştirel düşünceye tahammülsüzlük, ihraç edilen hocalarımız, iş’e yaramayan diplomalarımız… Bu dosya, süregiden bu saldırılar karşısında basitçe bir savunma olmanın ötesinde, neler olup bittiğini anlamak ve başka bir ihtimalin imkânlarını da sorgulamak niyetiyle hazırlandı.

Yuvarlak Masa: Neoliberal üniversite, piyasalaşan akademi, virütikleşen mücadele

ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyeleri Ömür Birler, Mustafa Kemal Bayırbağ ve Tarık Şengül ile ODTÜ Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Barış Mücen’in katıldığı yuvarlak masa toplantısında üniversite fikrini, piyasalaşan akademiyi ve virütikleşen mücadeleyi konuştuk.

Türkiye’de İş, Ekmek, ‘Akademik’ Özgürlük

Doğru rüzgâr estiği zaman arkamıza almak üzere Krupskaya’nın önerdiği gibi toplumsal ilişkilerin ve sınıf mücadelesinin somut gerçekliğinde pişerek kendimizi eğitmeli; bugün hemen şimdi kendi akademimizi kurmalıyız –ki bir gün istediğimiz eşit, adil, özgür, halkçı akademiyi herkese sunabilelim.

Akademik emeğin yabancılaşması ve kitlesel akliyatın imkânları üzerine

Yabancılaşmış emeğin üstesinden gelme çabasında praksis, özgün bir eleştiri ortaya koyabilmek için umutsuzluk ile barışmayı, ve sonrasında da bu umutsuzluğun öğretilmesini gerektirir. Öyleyse ana ilke, bu gibi bir eleştiriyi işçiler ile kemer sıkma politikalarının tesir ettiği öteki kesimlerin birlikte kuracağı bir dayanışma üzerine düşünmek için kullanmak olmalıdır.

“Moskova’da bir Kızıl Mekke”: Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi

Neoliberal saldırının vites arttırdığı bir çağda Doğu emekçilerine bir biçimiyle umut olmuş olan, onları bütün özgünlüklerini koruyarak aynı çatı altında bulundurabilmiş bu kurum, başka bir ifadeyle ‘Kızıl Mekke’, bize geçmişten uzanan bir el olarak sömürüye karşı mücadelede ve zamanın ruhu incitmede üniversitenin yeri konusunda ipuçları verebilir.

Gençliğin alın yazıları

Ruth Grant, başka bir bağlamda “siyasal davranış insan özgürlüğünün bir tezahürüdür” demişti. Gençliğin siyasal eylemle ilişkisi biraz da bu önermeyi andırır. İçinde bulunduğu koşullar itibariyle politik süreçlere çok daha ilgilidir. Bazen de tam da aynı nedenlerle ilgisiz.

Yükseköğretimde öğrenci borçluluğuna Şili’den bir bakış

Neoliberal piyasa içerisinde geçimin asgari koşullarının ancak ve ancak beyaz yaka işler ile sağlanabiliyor olması durumu, yükseköğretime devamlılığı bir zorunluluğa dönüştürmektedir. Dolayısıyla kredi borçları aracılığıyla yükseköğretime eklemlenmek, öğrencilerin piyasa baskısı içerisinde geliştirdikleri bir stratejiye dönüşmektedir.

Üniversitenin ötesinde dayanışma, mücadele ve arayışlar

Textum Dergi olarak bulunduğumuz yeri -üniversiteyi- sorgulamayı hedeflediğimiz bu dosyamızda bilimsel, özgür, demokratik bir üniversite fikrini canlı tutmak amacıyla Kocaeli Dayanışma Akademisi (KODA), Sokak Akademisi ve Kültürhane gibi farklı biçimlerde kurulan, bilgi üretimine ve paylaşımına ilişkin çeşitli düşünce kaynaklarından beslenen; ancak tüm farklılıklarına rağmen bilgiyi, formal eğitim süreçlerinin ve kurumlarının dışında bir dayanışma fikri içerisinde üretmeye ve paylaşmaya çalışan deneyimleri bir yuvarlak masa etrafında bir araya getirdik.

“Bilgiyi özgürleştirmek”: Sci-Hub kurucusu Alexandra Elbakyan ile söyleşi

Bugün Sci-Hub bilimsel bilgi açısından hatırı sayılır bir öneme sahip. Özgürce bilgi üretebilmek ve hâlihazırda üretilmiş olan bilgiye erişim sağlayabilmek için, üniversite öğrencilerinden öğretim görevlilerine bilim komünitesinin parçası olan birçok insanın yolu Sci-Hub’tan geçmek durumunda. Bilimin yoluyla bizim yolumuzu Sci-Hub’da kesiştirenleri, kurucusu Alexandra Elbakyan ile konuştuk.

Bourdieu’nün gör dediği

Akademik faaliyetleri bütünüyle bu tarz bir simgesel sermaye birikim sürecine indirgemek ne kadar yanlışsa, akademik alanın bu tarz eğilimlerden bütünüyle bağımsız olduğunu varsaymak da bir o kadar yanlıştır. Dolayısıyla, Bourdieu’nün gör dediği şeylerden biri, akademik alanda eyleyen failler olarak ‘kendini bilmek’, kendi konumunun ve bunun ‘olanaklılık koşulları’ üzerine de bir düşünümselliğe sahip olmak şeklinde düşünülebilir.

Üniversite deneyimi: Neoliberalizm müştereklere karşı

Bilginin değerine ilişkin birbiriyle çelişen bu iki anlayış, üniversitenin fildişi kulesinin ötesine doğru genişleme, toplumsal organizasyona ilişkin iki farklı tahayyülü tetikleme potansiyeli taşıyor: biri meta üzerine kurulu, bilginin, kaynakların ve hakların özel mülkiyetini esas alan, diğeri ise müştereklerden ilham alan tahayyül. Öyleyse, politik olarak önümüzde duran soru şu: Her şeyi mülkiyet ve yatırım nesnesine indirgeyen neoliberal projeye karşı müşterekleri nasıl geliştirebilir, ortaklığı nasıl özneleştirir ve bir yaşam biçimi haline getirebiliriz?