DOSYA: “Yoksulluk: Dün ve Bugün”

Bazı “ayrıcalıklı” insanlar için yeni yeni “görünür olan”, bir “farkındalık” meselesinin konusu olan yoksulluk olgusu dünyanın çoğunluğu için görünürlük ve farkındalığın ötesinde yoksunlukla malûl bir “yaşam deneyimi”nin ta kendisi –hem de yüzyıllardır! “Madun konuşabilir mi?” Bu ikircikli soruya kesin bir yanıt aramayı bırakıp belki de şu soruyu sormamız gerekiyor: Madun ve yoksulları duyabiliyor muyuz?

Bir yoksulluktan diğerine kapitalizm ve Türkiye

Yoksulluğu toplumun dışında, marjinal bir olgu olarak ele alan ana akım sosyal bilimler literatürünün önemli bir bölümü onu bireyin kendi tercihlerinin bir sonucuna indirger. Ahmet Haşim Köse ve Serdal Bahçe ile yaptığımız bu söyleşi, yoksulluğu konuşmak için öncelikle “nasıl bir toplumda yaşadığımızı” sormak gerektiğine yapılan vurguyla, yoksulluğun kapitalist bir toplumdaki kendine özgü biçimlerine dikkat çekiyor. Köse ve Bahçe, yoksulluğu kendi başına bir olgu, yoksullaşmayı ise bireysel tercihlerin bir sonucu olarak ele almak yerine onun, tarihsel olarak işçileşmenin ayrılmaz bir dışa vurumu olduğuna işaret ediyor.

Mısır’da isyan, neoliberalizm ve yoksulluk

Büyük beklentiler yaratan ve “artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına” dair heyecan uyandıran bir isyan, hangi nedenlerle öncesinden de kötü bir noktada sona erdi? Bu sorudan hareketle Ulaş Taştekin, Arap coğrafyasındaki halk ayaklanmalarının Mısır ayağına odaklanarak tartışmaya ilişkin gözlemlerini paylaşıyor.

Yoksul ya da daha yoksul?: Arjantin ve Türkiye örnekleri üzerinden karşılaştırmalı bir yoksullaşma nedenleri tartışması

Arjantin ve Türkiye’nin iki çevre ülke olarak küresel piyasalara eklemlenme biçimlerinin ortaklaşmasının yanında taşıdıkları özgüllükleri de vurgulayan Kübra Altaytaş’ın bu yazısı, neoliberal finansallaşma süreçlerinin bu iki ülkede neden olduğu borçlandırma dinamiğinin farklılaşan sonuçlarına odaklanıyor.

Hindistan’da pandemi krizi ve yoksulluk

Pınar Kahya, Hindistan siyasetinde yoksulların sesinin neden duyulmadığını, neredeyse göz göre göre binlerce insanın pandemi koşullarında ölüme nasıl terk edildiğini, Modi’nin psikolojisinden, meditasyon ve inançlardan ziyade tam da maddi koşullar zemininde tartışıyor.

Pahalılık, sömürü, işsizlik ve topraksızlık: 68 kuşağı Türkiye solunda yoksulluk tasavvurları

Dönemin sol kültürünün farklı fraksiyonlara ait süreli yayınlarını, dernek tüzüklerini, kongre konuşmalarını tarayan Candaş Ayan, “1960’ların sonlarında Türkiye solu yoksulluğu nasıl tanımlıyordu ve yoksullukla mücadele pratikleri nelerdi?” sorusunun yanıtının izini sürüyor. Yazı, 60’lar sol siyasetinin bu can alıcı sorunu nasıl kavradığını ortaya koyarak günümüz sol siyasetini de bu açıdan masaya yatıran bir tartışmayı harlıyor.

Pandemide Unutulanlar: Derin Yoksulluk Ağı ile Söyleşi

Pandemi sürecinde unutulanları, açlıkla salgın arasında yaşam mücadelesi vermeye mecbur bırakılanları hatırlamak ve hatırlatmak, toplumun en temel sorunlarının başında gelen yoksulluğu gündeme getirmek bugün her zamankinden daha önemli. Biz de pandemi sürecinde böyle bir mücadelenin sahadaki en aktif unsurlarından biri olan Derin Yoksulluk Ağı ile görüştük.

Başka bir dünyanın sefaleti: Yoksulluğun sergilenmesi

Romantik bir bakışın nesnesindeki yoksullar, daima dışarılarda bir yerlerde bizi bekleyen, bir öteki olarak hep karşılaştığımız, uzaktan izleyip baktığımız, ilgimize mazhar olurlarsa imajlarını kaydettiğimiz bir “başka dünyadanlık” taşırlar. Kriminalize edici söylemin aksine, oralarda bizim kendimizin bulamadığı sahici ilişkiler, iyi niyetler, güzellikler görür bu romantize edici söylem. Dilara Öztekin, Bauman’ın “hayırseverlik karnavalı” tabirine referansla, Türkiye medyası üzerinden bu yoksulluk güzellemelerini ifşa ediyor.

Marx’ın “Tehlikeli Sınıfları”

Andy Merrifeld bu yazısında, Marx’ın lümpen proletarya kavramını odağına alarak, ama ona Frantz Fanon ve Bakunin üzerinden eleştiri de getirerek, “tehlikeli sınıflar” etrafında örülebilecek bir siyasallığın imkânlarını tartışıyor. Spinoza’nın dediği gibi, “avam korkmazsa korkutucu olur”; Merrifield da, Kara Panterler’den Balzac romanlarının lümpen karakterlerine, Amerikan gettolarından Paris banliyölerine kadar bir dizi örnek üzerinden, korkulan olmanın, tehlikeli olmanın, işsiz olmanın, boş zamana sahip olmanın, Marx’ın kavrama yüklediği olumsuzluğun aksine, tahripkar bir siyasallığın bileşenleri olabileceğini iddia ediyor.

DOSYA: “Üniversite: Eğitim, Bilim, Mücadele”

Üniversite, her geçen gün artan yoğunlukta bir saldırı ile karşı karşıya. Niteliksizleşen eğitim, kadrolaşma, kariyerizm, piyasalaşma, güvencesizlik, gelecek kaygısı, eleştirel düşünceye tahammülsüzlük, ihraç edilen hocalarımız, iş’e yaramayan diplomalarımız… Bu dosya, süregiden bu saldırılar karşısında basitçe bir savunma olmanın ötesinde, neler olup bittiğini anlamak ve başka bir ihtimalin imkânlarını da sorgulamak niyetiyle hazırlandı.

Yuvarlak Masa: Neoliberal üniversite, piyasalaşan akademi, virütikleşen mücadele

ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyeleri Ömür Birler, Mustafa Kemal Bayırbağ ve Tarık Şengül ile ODTÜ Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Barış Mücen’in katıldığı yuvarlak masa toplantısında üniversite fikrini, piyasalaşan akademiyi ve virütikleşen mücadeleyi konuştuk.

Türkiye’de İş, Ekmek, ‘Akademik’ Özgürlük

Doğru rüzgâr estiği zaman arkamıza almak üzere Krupskaya’nın önerdiği gibi toplumsal ilişkilerin ve sınıf mücadelesinin somut gerçekliğinde pişerek kendimizi eğitmeli; bugün hemen şimdi kendi akademimizi kurmalıyız –ki bir gün istediğimiz eşit, adil, özgür, halkçı akademiyi herkese sunabilelim.

Akademik emeğin yabancılaşması ve kitlesel akliyatın imkânları üzerine

Yabancılaşmış emeğin üstesinden gelme çabasında praksis, özgün bir eleştiri ortaya koyabilmek için umutsuzluk ile barışmayı, ve sonrasında da bu umutsuzluğun öğretilmesini gerektirir. Öyleyse ana ilke, bu gibi bir eleştiriyi işçiler ile kemer sıkma politikalarının tesir ettiği öteki kesimlerin birlikte kuracağı bir dayanışma üzerine düşünmek için kullanmak olmalıdır.

“Moskova’da bir Kızıl Mekke”: Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi

Neoliberal saldırının vites arttırdığı bir çağda Doğu emekçilerine bir biçimiyle umut olmuş olan, onları bütün özgünlüklerini koruyarak aynı çatı altında bulundurabilmiş bu kurum, başka bir ifadeyle ‘Kızıl Mekke’, bize geçmişten uzanan bir el olarak sömürüye karşı mücadelede ve zamanın ruhu incitmede üniversitenin yeri konusunda ipuçları verebilir.

Gençliğin alın yazıları

Ruth Grant, başka bir bağlamda “siyasal davranış insan özgürlüğünün bir tezahürüdür” demişti. Gençliğin siyasal eylemle ilişkisi biraz da bu önermeyi andırır. İçinde bulunduğu koşullar itibariyle politik süreçlere çok daha ilgilidir. Bazen de tam da aynı nedenlerle ilgisiz.

Yükseköğretimde öğrenci borçluluğuna Şili’den bir bakış

Neoliberal piyasa içerisinde geçimin asgari koşullarının ancak ve ancak beyaz yaka işler ile sağlanabiliyor olması durumu, yükseköğretime devamlılığı bir zorunluluğa dönüştürmektedir. Dolayısıyla kredi borçları aracılığıyla yükseköğretime eklemlenmek, öğrencilerin piyasa baskısı içerisinde geliştirdikleri bir stratejiye dönüşmektedir.